bir gereksinimin yeteri kadar karsilanamamasi; yeterli bulmamak, tatmin olmamak.
(bkz: doymak bilmemek)
napoleon ve josephine (2. nesil bilgic) *
capt_it_all (2. nesil bilgic) *
7doors (2. nesil bilgic) *
steroid (2. nesil bilgic) *
etom1961 (2. nesil bilgic) *
aloha haleluya (3. nesil bilgic) *
purkinje (3. nesil bilgic) *
sudkaido (3. nesil bilgic) *
spiritsoldier (3. nesil bilgic) *
$u anda yonetimden
jedi,
0 moderator,
uyelerden ise
0 lawyer,
0 gammaz,
0 editor,
9 bilgic,
0 comez,
capt_it_all (2. nesil bilgic) *
7doors (2. nesil bilgic) *
steroid (2. nesil bilgic) *
etom1961 (2. nesil bilgic) *
aloha haleluya (3. nesil bilgic) *
purkinje (3. nesil bilgic) *
sudkaido (3. nesil bilgic) *
spiritsoldier (3. nesil bilgic) *
$u anda yonetimden
jedi,
0 moderator,
uyelerden ise
0 lawyer,
0 gammaz,
0 editor,
9 bilgic,
0 comez,
(bkz: 7den 77ye)
22 yasında ve doktor olabilmesi biraz suphelidir. 18 yasında baslamıs olsa universiteye, 24ünde mezun olabilir en erken.
(bkz: kusurlu mal)
(bkz: yaniltici reklam)
(bkz: kusurlu mal)
(bkz: yaniltici reklam)
(bkz: ben kucukken cok sirindim)
gargamel butun sirinleri yese de kurtulsak dedirten durumdur.
(bkz: basınıza gargamel kadar tas dussun)
(bkz: basınıza gargamel kadar tas dussun)
(bkz: eti finger)
nazan öncelin son albumunun çıkış parcası. bir de buna cekilen klip var ki evlere senlik, suratında kocaman bir soru isareti olan bir adam, spastik hareketlerle elini, kolunu, başını, kıçını sallayıp duruyor.
(bkz: bunu yapan insan olamaz) pardon, sirin olamaz...
tavsancık, acemi hokkabaz savas ayın elinde egitim zayiati olmustur.
dönem dönem depreşen bir tutkudur bu.. arada bir siddeti azalır, sonra bir bakarız sol frame sirin xi, sirin ysi, sirin bilmemnesi gibi icinde sirin kelimesi barındıran bir sürü baslıkla dolar. tamam anladık, hepimiz sirinleri seviyoruz....
ve monna rosa
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
koyverip telli pullu saçlarımı rüzgara,
bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.
günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;
sana ne olmuş rosa, bir derde tutulmuşsun.
bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...
şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;
her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.
rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,
içine gül koyduğum tüfek ölmeğe başlar.
günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.
öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.
bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
ve kediler her gece sürünür yastıklara.
denizleri bahtiyar eden günler kısalır;
satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,
unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.
bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara
ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.
ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.
sana da, monna rosa, taş bebeği bıraktık,
ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.
senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;
senin hatıran kadar allah ve şeytan işi...
ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
itimat edeceğim şu belalı yağmura.
ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim
asılmış bir adamın iki eli yağmura.
bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.
bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
ve bir şehir yaratmak, ruhundan gülce diye.
parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
katıvermek sessizce söylenen bir türküye.
ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,
bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.
sana tavuskuşunun içime girdiğini
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içime girdiğini, tüyünü yolduğunu
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içimde tavusların bir bir kaybolduğunu,
bana da bir çift ak kanat kaldığını
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
sırrımı söylüyorum vefakar balıklara;
yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
koyverip telli pullu saçlarını rüzgara.
bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
1952, kış
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
koyverip telli pullu saçlarımı rüzgara,
bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.
günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;
sana ne olmuş rosa, bir derde tutulmuşsun.
bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...
şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;
her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.
rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,
içine gül koyduğum tüfek ölmeğe başlar.
günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.
öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.
bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
ve kediler her gece sürünür yastıklara.
denizleri bahtiyar eden günler kısalır;
satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,
unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.
bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara
ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.
ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.
sana da, monna rosa, taş bebeği bıraktık,
ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.
senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;
senin hatıran kadar allah ve şeytan işi...
ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
itimat edeceğim şu belalı yağmura.
ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim
asılmış bir adamın iki eli yağmura.
bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.
bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
ve bir şehir yaratmak, ruhundan gülce diye.
parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
katıvermek sessizce söylenen bir türküye.
ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,
bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.
sana tavuskuşunun içime girdiğini
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içime girdiğini, tüyünü yolduğunu
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içimde tavusların bir bir kaybolduğunu,
bana da bir çift ak kanat kaldığını
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
sırrımı söylüyorum vefakar balıklara;
yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
koyverip telli pullu saçlarını rüzgara.
bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
1952, kış
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?