lisans hayatım boyunca bir kere girdiğim sınav çeşidi. o da dersinden dc aldığım hocanın zoruyla.
iftardan sonra bu entryi editleyip yazacağım listedir. görüşmek üzere.
bu güzel ağabeyimizin örnek oluşturduğu soru cümlesi:
kimi zaman kimi cühelanın kaynak olarak gösterdiği site.
en çok da buna üzülüyorum işte. adam gerçekten bilgi kaynağı olarak görüyor, buna inanıyor ve orasını kaynak olarak gösterebiliyor.
tabii oğlum, onedio'da okudum ya
en çok da buna üzülüyorum işte. adam gerçekten bilgi kaynağı olarak görüyor, buna inanıyor ve orasını kaynak olarak gösterebiliyor.
tabii oğlum, onedio'da okudum ya
yaklaşın anlatıyorum dediğim iki tane soğuk değil ama kış anımdan birincisi:
sene bilmemkaç. ortaokuldayım ya da liseye yeni başlamış veledim. yarıyıl tatilinde köydeyim. o zamanlar köyde parke/paket taş yok. köyün ara sokakları toz toprak. bir akşam halamdayım, babaannem aradı, komşuya gidiyorum, müstait'e söyle haberi olsun. neyse babaanneme dönüyorum. ama nasıl esiyor, ağzımdan, burnumdan giriyor soğuk. babannemde baktım evin ışıkları yanmıyor, babaannemin hâlâ komşuda olduğunu anladım. komşunun evine yaklaşmadan bağıracağım ve bahçeye çıkıp beni içeri alacaklar, planım bu. çünkü benim cüssemden iri çoban köpekleri var, diye kafamda kurduktan sonra oraya giden ara sokağa yöneldim. ama o ara sokak nasıl biliyor musun, çamur, bataklık yani. o zamanlar o yoldan geçmek bizim dönemin çocukları için çetin bir işti.
yol yarı karanlık. çamur, vıcık olmuş. yolun ortasına geldiğinde ayağım kaydı çamurun içine bir ayağım saplandı. ayağımda ayağımdan büyük çizmeler var, çıkarmıyorum. allahım ne yapacağım? saplanıp kaldığım yer, bizi her zaman korkuttukları, in var cin var dedikleri terk edilmiş evin önü. bir yandan da üşüyorum. oradan komşuya bağırsam sağdan soldan köpekler çıkıp saplanıp kaldığım yerde beni yiyip bitirirler. çizmeyi de çamurda bırakmak istemiyorum, şeref meselesi yaptım sanki. kafa yok ki işte. ben böyle olmayacak deyip babanneeee!! süreyya teyzee! diye bağırmaya başladım. onlardan önce haliyle köpekler çıktı, köpeklerden korkunca ani hareket ettim öbür ayağımın dengesi bozuldu, laars! diyerek bütün benliğim ve vücudum ile çamura saplandım. o sırada çamura saplanmış ayağım çizmeden çıkmış. azat olmuş bir esir gibi çamura bata çıka geldiğim yöne doğru kaçmaya başladım, babaannemin eve koştum. o sırada bizim köpekler çıktı tabi. ulan bizim köepkleri görünce koşup sarılasım gelmişti. o yola da çamura da lanet etmiştim. o şimdi o yol pırıl pırıl.
ikincisi:
yine köy, yine kış, yine köpek, yine sokak ve fakat bu sefer aynı sokak değil, bir alt sokak.
köye o sene efsane kar yağmıştı. akşam saatine yakın, babaannemin bulunduğu sokağın bir bölümünü koşup koşup kayarak iyice buz tutturmuştuk. Leğenle kayan mı dersin, tabanı uygun, iyi kayıyor diye o soğukta kundura giyen mi dersin bütün manyaklar oradaydı. botlarının altı buzu bozanları kaydırmıyor, kenarda tutuyorduk, onlar kenarda düşenlere gülüyordu. burunlar, yanaklar soğuktan kıpkırmızı, ağızdan nefesler birbiri ardına çıkıyor. gün düşerken iyice soğuk kendini gösterdi, haydi evlere, diyerek dağıldık.
gece olunca bu sefer gece dışarı çıktık, ya saklambaç için ya da yine haytalık için. olaylar yine gece eve dönerken gelişti. gece ışıklı köy meydanından evin bulunduğu karanlık sokağa girince kışın bütün soğuğu ve kasvetini hissetmeye başladım. ses ve çıt çıkarmadan eve doğru yürüyecek, mümin amcaların bana her daim zıt olan köpeğini huylandırmadan bu macerayı atlatacaktım. çünkü görüşüm sıfır, belki yanımdan, sağımdan, solumdan da her an çıkabilir. gündüz vakti avantaj bendeyken, geceleri avantaj ona geçiyordu.
yolun ortasına gelince köpek havlamaya başladı. ses, mümin amcanın bahçeden mi geliyor, yoksa köpek sokakta mı kestiremeden -ki bunu düşünmeyi düşünmedim bile- eve doğru koşmaya başladım ve koşarken akşam saati buz tutturup kaydığımız yere denk geldim. orası gece soğuğundan kendini daha da çekmişti belli ki bir iki adım demeye kalmadan, o karanlıkta tüm bedenimin yerden kalktığını hissettim. ayağım yerden kesildi, takla değilse bile ona benzer bir şey atmış olacağım ki ensemin üzerine çok kötü düştüm. can acısı, köpek, karanlık, takla, ne oluyor falan demeden hemen doğrulup eve koştum, vardım. belki de köpek yattığı yerden üç-dört kere havladı ama işte...
göz görmeyince kuvvet taban.
sene bilmemkaç. ortaokuldayım ya da liseye yeni başlamış veledim. yarıyıl tatilinde köydeyim. o zamanlar köyde parke/paket taş yok. köyün ara sokakları toz toprak. bir akşam halamdayım, babaannem aradı, komşuya gidiyorum, müstait'e söyle haberi olsun. neyse babaanneme dönüyorum. ama nasıl esiyor, ağzımdan, burnumdan giriyor soğuk. babannemde baktım evin ışıkları yanmıyor, babaannemin hâlâ komşuda olduğunu anladım. komşunun evine yaklaşmadan bağıracağım ve bahçeye çıkıp beni içeri alacaklar, planım bu. çünkü benim cüssemden iri çoban köpekleri var, diye kafamda kurduktan sonra oraya giden ara sokağa yöneldim. ama o ara sokak nasıl biliyor musun, çamur, bataklık yani. o zamanlar o yoldan geçmek bizim dönemin çocukları için çetin bir işti.
yol yarı karanlık. çamur, vıcık olmuş. yolun ortasına geldiğinde ayağım kaydı çamurun içine bir ayağım saplandı. ayağımda ayağımdan büyük çizmeler var, çıkarmıyorum. allahım ne yapacağım? saplanıp kaldığım yer, bizi her zaman korkuttukları, in var cin var dedikleri terk edilmiş evin önü. bir yandan da üşüyorum. oradan komşuya bağırsam sağdan soldan köpekler çıkıp saplanıp kaldığım yerde beni yiyip bitirirler. çizmeyi de çamurda bırakmak istemiyorum, şeref meselesi yaptım sanki. kafa yok ki işte. ben böyle olmayacak deyip babanneeee!! süreyya teyzee! diye bağırmaya başladım. onlardan önce haliyle köpekler çıktı, köpeklerden korkunca ani hareket ettim öbür ayağımın dengesi bozuldu, laars! diyerek bütün benliğim ve vücudum ile çamura saplandım. o sırada çamura saplanmış ayağım çizmeden çıkmış. azat olmuş bir esir gibi çamura bata çıka geldiğim yöne doğru kaçmaya başladım, babaannemin eve koştum. o sırada bizim köpekler çıktı tabi. ulan bizim köepkleri görünce koşup sarılasım gelmişti. o yola da çamura da lanet etmiştim. o şimdi o yol pırıl pırıl.
ikincisi:
yine köy, yine kış, yine köpek, yine sokak ve fakat bu sefer aynı sokak değil, bir alt sokak.
köye o sene efsane kar yağmıştı. akşam saatine yakın, babaannemin bulunduğu sokağın bir bölümünü koşup koşup kayarak iyice buz tutturmuştuk. Leğenle kayan mı dersin, tabanı uygun, iyi kayıyor diye o soğukta kundura giyen mi dersin bütün manyaklar oradaydı. botlarının altı buzu bozanları kaydırmıyor, kenarda tutuyorduk, onlar kenarda düşenlere gülüyordu. burunlar, yanaklar soğuktan kıpkırmızı, ağızdan nefesler birbiri ardına çıkıyor. gün düşerken iyice soğuk kendini gösterdi, haydi evlere, diyerek dağıldık.
gece olunca bu sefer gece dışarı çıktık, ya saklambaç için ya da yine haytalık için. olaylar yine gece eve dönerken gelişti. gece ışıklı köy meydanından evin bulunduğu karanlık sokağa girince kışın bütün soğuğu ve kasvetini hissetmeye başladım. ses ve çıt çıkarmadan eve doğru yürüyecek, mümin amcaların bana her daim zıt olan köpeğini huylandırmadan bu macerayı atlatacaktım. çünkü görüşüm sıfır, belki yanımdan, sağımdan, solumdan da her an çıkabilir. gündüz vakti avantaj bendeyken, geceleri avantaj ona geçiyordu.
yolun ortasına gelince köpek havlamaya başladı. ses, mümin amcanın bahçeden mi geliyor, yoksa köpek sokakta mı kestiremeden -ki bunu düşünmeyi düşünmedim bile- eve doğru koşmaya başladım ve koşarken akşam saati buz tutturup kaydığımız yere denk geldim. orası gece soğuğundan kendini daha da çekmişti belli ki bir iki adım demeye kalmadan, o karanlıkta tüm bedenimin yerden kalktığını hissettim. ayağım yerden kesildi, takla değilse bile ona benzer bir şey atmış olacağım ki ensemin üzerine çok kötü düştüm. can acısı, köpek, karanlık, takla, ne oluyor falan demeden hemen doğrulup eve koştum, vardım. belki de köpek yattığı yerden üç-dört kere havladı ama işte...
göz görmeyince kuvvet taban.
daha sapiens'i özümsememişken devamı olan kitap. homo deus da sağlam duruyor.
o dönem büyük birlik partisinde genel başkan yardımcılığı yapan hakkı öznur'un dönemin ulaştırma bakanı binali yıldırım'a savurduğu efsane tirat.
öznur'un sen bilirkişi misin, dediği kişi, daha sonra bu ülkede başbakanlık yapmıştır.
hayat acımasız ve ironik.
öznur'un sen bilirkişi misin, dediği kişi, daha sonra bu ülkede başbakanlık yapmıştır.
hayat acımasız ve ironik.
ekşi sözlük'ün hastaneyi neden koruduğunu gösteren ilişki.
ali ata bak.
ışık ılık süt iç.
ipek ipi tut.
ekşi sözlük hastane koru.
ali ata bak.
ışık ılık süt iç.
ipek ipi tut.
ekşi sözlük hastane koru.
koltuk kadar rahat olmayan adam.
bu tanımı yapmaya geldim, halbuki bir baktım yukarıda bkz verilmiş. benden önce davranmışlar dedim, kim bkz vermiş diye nickine baktım; o da benmişim. geçmişimden yavaş, kendimden hızlıyım.
bu tanımı yapmaya geldim, halbuki bir baktım yukarıda bkz verilmiş. benden önce davranmışlar dedim, kim bkz vermiş diye nickine baktım; o da benmişim. geçmişimden yavaş, kendimden hızlıyım.
(bkz: reklampendence)
telif meselesinden ötürü klibi youtube'dan kaldırılmış şarkımsı.
biz dediydik yukarıda.
hocam, telif yedim, orucum bozulur mu?
anna, gece telifin rahatına bak, dön bir de çağatayın haline bak. puhahahaha...
biz dediydik yukarıda.
hocam, telif yedim, orucum bozulur mu?
anna, gece telifin rahatına bak, dön bir de çağatayın haline bak. puhahahaha...
yalnız iyi para dediğim cukka.
burada oruç sözcüğüne dinî, uhrevi bir düzlemde değil de daha çok etimolojik şekilde yaklaşacağım.
oğuzcada, daha dar bir anlamda bugün Türkiye Cumhuriyeti coğrafyasında konuşulan dilde, yani Türkiye Türkçesinde, kullanılan oruç sözcüğünün kökeni orta farsça (pehlevice)'daki roçag sözcüğüne dayanır.
13. yüzyıl dolaylarında anadolu'da filizlenmeye başlayan batı türkçesinde -oğuzcada- sözcüğün sonundaki -g- bir yerde bir zaman düşer. bundan sonra ya iran ya da Türk sahasında bir *rôçe çıkmış; bir -o- önsesinin eklenmesiyle *oroçe olmuştur.
kullanılmaya başlayan bu son sözcüğünün sonuna gelen +sız/+lıg ekleri ile oroçesiz, oroçelig şekiller meydana çıkar. -yani oruçsuz, oruçlu.- bu son biçimlerde de vurgusuz orta hece -e- sesi düşer; oroçsuz, oroçlug.
bu eklerin getirisiyle oroç olan sözcük, "oğuzcada ikinci hecede -o- sesi bulunmaz." kuralı ile en son oruç şekliyle ayrılır.
güzel kardeşim, çok dağıttın, bir toparlar mısın, diyenler için;
pehlevice roçag > -g- sesi düşer; rôçe > önses eklemi; oroçe > +sız ve +lıg eklerinin vurgusuz hale getirmesiyle; oroç > ikinci hecede -o- sesi bulunmaz kuralı ile; oruç.
kaynak: şinasi tekin, iştikakçının köşesi: Türk Dilinde Kelimelerin ve Eklerin Hayatı Üzerine Denemeler
şinasi hoca, başına * koyulan sözcüklerin varlığının nazarî olarak düşünüldüğünü söyler.
oğuzcada, daha dar bir anlamda bugün Türkiye Cumhuriyeti coğrafyasında konuşulan dilde, yani Türkiye Türkçesinde, kullanılan oruç sözcüğünün kökeni orta farsça (pehlevice)'daki roçag sözcüğüne dayanır.
13. yüzyıl dolaylarında anadolu'da filizlenmeye başlayan batı türkçesinde -oğuzcada- sözcüğün sonundaki -g- bir yerde bir zaman düşer. bundan sonra ya iran ya da Türk sahasında bir *rôçe çıkmış; bir -o- önsesinin eklenmesiyle *oroçe olmuştur.
kullanılmaya başlayan bu son sözcüğünün sonuna gelen +sız/+lıg ekleri ile oroçesiz, oroçelig şekiller meydana çıkar. -yani oruçsuz, oruçlu.- bu son biçimlerde de vurgusuz orta hece -e- sesi düşer; oroçsuz, oroçlug.
bu eklerin getirisiyle oroç olan sözcük, "oğuzcada ikinci hecede -o- sesi bulunmaz." kuralı ile en son oruç şekliyle ayrılır.
güzel kardeşim, çok dağıttın, bir toparlar mısın, diyenler için;
pehlevice roçag > -g- sesi düşer; rôçe > önses eklemi; oroçe > +sız ve +lıg eklerinin vurgusuz hale getirmesiyle; oroç > ikinci hecede -o- sesi bulunmaz kuralı ile; oruç.
kaynak: şinasi tekin, iştikakçının köşesi: Türk Dilinde Kelimelerin ve Eklerin Hayatı Üzerine Denemeler
şinasi hoca, başına * koyulan sözcüklerin varlığının nazarî olarak düşünüldüğünü söyler.
galatasaray'ın 2002 yılında yaptığı işi, jokey kulübünün 15 yıl sonra yapması olayı.
tebrikler beşiktaş jokey kulübü.
tebrikler beşiktaş jokey kulübü.
çaldığı enstürmanı ağlatan adam.
tezimi yazarken bu adamın çaldığı müzikleri dinliyorum, alıp başka yerlere götürüyor.
özellikle ilk entryde verilen parçası en güzelidir. kim üzdü kardeşim seni bu kadar, denilesi bir yanıklıkta ağlatır enstürmanı.
tezimi yazarken bu adamın çaldığı müzikleri dinliyorum, alıp başka yerlere götürüyor.
özellikle ilk entryde verilen parçası en güzelidir. kim üzdü kardeşim seni bu kadar, denilesi bir yanıklıkta ağlatır enstürmanı.
günümüz versiyonlarında ritim, makam olmayan, öyle dümdüz çalan davulcular.
modern Ramazan davulcusu ritmi:
Ritim mitim yok, tan tan tan...
modern Ramazan davulcusu ritmi:
Ritim mitim yok, tan tan tan...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?