confessions

muque

- Yazar -

  1. toplam entry 5534
  2. takipçi 1
  3. puan 70579

şizofren aşka mektup

muque
gittin...

dudagima, çocuksu susuzlugumla asla doyamadigim öpücüklerinden birini kondurup gittin. "n’olur öyle bakma bana" dedin en son... daha birkaç dakika önce, gözlerimde varliginla alevlenen yasam sevincinin yerine, boyun egmis, donuk ve daha simdiden hasretinle kavrulmus bir karanligi birakip gittin...

dolmustu zamanin...

yüregimdeki kum saatini, o göz açip kapayincaya kadar geçen "sen"den, sanki asirlarca tükenmek bilmeyen "sensizlige" tersyüz ederek gittin.

içimde, günlerdir yoklugunla zayiflamis, kalbi kupkuru kalmis ask çocugunu sevginle emzirme sarhosluguyla delirdigim su "üç saatin" içindeki yüzlerce "an"i "ani"ya dönüstürerek...

önce gözlerim öksüz kaldi yoklugunda. sonra, nefesinin o bugulu sicakligindan mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarlari...

gittin...

iki askin arasinda saskin, ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbini cebine koyup, baska bir eve gittin uyumaya. artik senin degildi evin,. "sizin"di. benim özledigim o eski evin degildi gittigin...

o eski ev... oturup, zamanin o yagmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, günesin bütün gün sadece yalayip geçtigi los pencerelerinde dalginligimizi biriktirdigimiz o ev...

susardik bazen... ansizin, hesapsizca, belki de yorgun düserek... akildisi bir hizla devinen imgelerin ortasinda, bir çig gibi ömrümüze yigilan anilardan birini seçip, dondurarak... hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir ritüel gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafimizda, umurumuzda olmadan...

elin çaya uzanirdi...

tenim dudaklarini özlerdi...

bir sözüm siirin olurdu... demlenirdik.

gömüldükçe düslerin o büyülü uykusuna, askimin kalbimdeki ilahi melodisi çalinirdi kulaklarina birden. nasil da ürkerdin... karanliktan korkan bir çocugun teselli isligi gibi bölerdi sesin suskunlugumuzu...

ruhlarimizin biryerlerde bulustuguna, düslerimizin biryerde kesistigine inanmak istedigim bu hayattan çalinti anlari, beni bunun aksine inandirmaya çalisan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin.

iste böyle anlarda yüzü daha da netlesirdi dünyaya gözlerinden bakan o yarali çocuklugunun...

iste ben en çok seni içimden dogru sevdigim böyle anlari severdim...

hayatin içinde seni barindirdigi her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük, o siradan ayrintilarini alabildigince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... odanin içinde, varligina yillardir asina oldugun bir esya gibi sessizce kaybolarak seni izlemek ve basinin üzerinden sonsuzluga akip giden düs bulutlarinda sekillenen her sözü, yüregimde senin için büyüttügüm siire misra yapip eklemekti seni sevmek...

sevmek hayatina taniklik etmekti benim için...

sabahlari evden çikmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere bogarken "gitme" diye sayiklayan sesine kiyamayip, patrona binbir yalanlar uydurarak sik sik ise gitmemekti seni sevmek...

sana kahvalti hazirlamakti. özenle hazirlidigim sofraya istahla oturup, "sen var ya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben... senden daha iyisini mi bulacagim" diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de çocukça inanmakti... ince ince kiyilmis, tabaga motif gibi islenerek dizilmis ve hep sevdigin gibi üzerinde zeytinyagi ve limon gezdirilmis domateslere, yaptigim mezelere duydugun minnete sasirmakti...

hayatina eklemekten çilginca zevk aldigim o sefkatli inceliklere duydugun minnete...

seni sevmek, bundan yillar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranligimin yavas yavas aska dönüsünü ürkekçe gizleyerek kaleme aldigim mektuplarima, ayni incelikle, ayni özlemle, ayni hayranlikla verdigin cevaplarina inanmamakti... tüm israrlarina ragmen, bu essiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamakti. sonra ansizin yollara düsüp, çocuklugumda kalbimde filizlenen sevdasi senin askinla yeseren bu kentin sokaklarinda izini sürmek, kendi sözlerinle "bu inceligin ve bu derin anlayisin yüzünü", yani o merak ettigin yüzümü, gözlerine tasimakti... bulustugumuz cafede, aylarin günlerin telasi ve susuzluguyla, anlattigin seylerin hiçbirini algilamadan, sadece hayranlikla seni, o hepimiz gibiligini seyrederken, masanin altindan bir türlü çikartamadigin o telasli, o çocuk ellerinde kendini eleveren heyecanina inanamamakti...

seni sevmek, o gece raki içtigimiz köhne meyhaneden çikip yürüdügümüz sokaklarda, nisan ayinda bir mucize gibi gökyüzünde dans eden kar tanelerinin tanri’nin bu ask için gönderdigi bir isaret olduguna inanmakti...

seni sevmek kadinligimi, bedenimi ve hazzi ilk defa seninle kesfetmekti. 17 yildir sanki sadece senin için sakladigim bedenimi, en ufak bir tereddüt duymadan ve beklentisiz bir sarhoslukla sana sunmakti... her dokunusunda kutsal bir ayinin o sicak ve tatli sarabini yudum yudum içer gibi...

seni sevmek, askin ugruna, ama senden izinsiz, baska bir kentteki hayatimi sifirlayip, yasadigin kente, yasadigin gögün altina, islandigin yagmurlarin altina gelip yerlesmekti. senden baska, bu koca kentte bir basinalik ve kimsesizlikti seni sevmek... sokaklarda tek bir tanidik simaya rastlamamaya alismakti güçlükle... hücrelerimle beraber çogalan askini özgürce ve sinirsizca yasamak için ailemin sefkatli ve anlayisli kollarindan siyrilip kanatlanmak, yillanmis can dostlarin sevgisini çok uzaklarda birakmakti...

seni sevmek, yalnizligin soguk kollarindan biraz olsun siyrilip, nefes alabilmek için geceleri saatlerce tek basima beyoglu’nun karanlik sokaklarinda kalabaligin soluguyla isinmaya çalismakti. hiç tanimadigim insanlarin yüzünde senin yüzünü aramak, onlarin kaybetmis, umutsuz hayatlarinda yarali geçmisinin ve çocuksu düslerinin izlerini sürmekti...

seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk isiklari ruhumu isirirken, ayni gecenin yildizlari altinda seni deliler gibi özlemekti... o geceyi de kollarinda geçirebilmeye seni ikna edebilmek için saatlerce sokaklarda dolasip, barlarda, kahvelerde oturup eve dönüsünü beklemekti... bazen bu bekleyislerin sonu, yorgun düsmüs bedenimi sürükledigim evimde, o gece bir baska kadinin yaninda uyumana aglamak olurdu sabaha kadar... ertesi gün bir sizofren gibi, hiçbir sey olmamis gibi tekrar seni sevmeye koyulurdum...sasirirdin.

çünkü, seni sevmek direnmekti sevgili... güçsüz olani acimasizca yokeden bu kentin hoyratligina ve senin için artik inanmaktan çoktan vazgeçtigin, yasadigin hayalkirikliklariyla çok uzun zamandir kaybettigin o ask duygusunun gerçekliginin canli ispati olmaya direnmekti... kalbine inançla ask tohumlari ekmekti seni sevmek... sevmek o yitirdigin ask sarkisi adina sana umut vermekti...

seni sevmek, ait oldugun gökyüzünde seni özgür birakmakti... koparmamakti kanatlarini... ruhunun ve kaleminin tek besin kaynagindan, baska sevgilerin siirine ekledigi misralardan kiskançlikla seni mahrum etmeye yeltenmemekti...

sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razi olmakti... çocuksu bir saflikla tek vazgeçemeyeceginin ben olduguma kendimi inandirarak, hayatina boyun egmekti...

seni sevmek, bir babayi, bir canyoldasini hayatinin sonuna kadar yaninda oldugunu bildigin güvenilir bir dostu, ilgiye ve sefkate doymayan çaresiz bir küçük çocugu, ama en çok da tutkulu, kiskanç ve yüregi sonsuz maviliklere akan bir deli asigi sevmek gibiydi... birgün ansizin, telefonda duydugun bir sese, ya da yeni tanistigin bir kadina asik oldugunu, sanki tepkimi ölçmek ya da seni nasil kiskandigimi görmek isteyen abartili bir heyecanla söylediginde, telasa kapilmamak, bunun gelip geçici bir duygu olduguna ve asla benden vazgeçemeyecegine inanmakti... yine de içimdeki o kaçinilmaz endise ister istemez sarardi yüzümü... sesim solugum kesilirdi birden... iste, öyle anlarda beni simsiki sarip, tutkulu bir sevismenin ilk öpücüklerini dudagima kondururken, "sen küçücük bir kizsin, biliyor musun" diyen sefkatli sesini severdim en çok... ve aslinda ben dahil, hiç kimseye asik olamayacagini düsünür, hüzünlenirdim...

rüyalarimin gül kokusu...

sonra birgün aska açildi yüreginin sürgüleri...

sonra birgün siirlerin baska bir askin kokusuna büründü...

yikildi tabularin... kirildi zincirlerin... uzagima düstün..

bu defa farkliydi, hissetmistim. yalniz bedenini degil, ruhunu da paylasmaya baslamistin bir baska kadinla...

sonra sevmek yavas yavas kayisini izlemek oldu avuçlarimdan... seni sevmek, sen sabaha karsi uyudugumu sanarak yanimdan kalkip bir baska yürekle telefonda özlem giderirken, içimde kopan firtinalari susturmaya çalismak oldu sessizce...

habersizce kapini çaldigim o gün, kapinda kalip, içeri girememek oldu...

o güne kadar hiç olmazsa bana karsi dürüst olmanla, yasadiklarini benden gizlememenle, yalan söylememenle avunuyordum... ama bir baskasini incitmemek, üzmemek için ondan gerçekleri gizledigini, yalanlarla da olsa onu korudugunu farkedince bu avuntu da terketti beni... yalanlarini bile kiskanir oldum.

neden dürüst olmak için beni seçmistin sanki... gerçegin acimasiz zindanlarinda neden beni kilitli birakmistin...

ne çok düsündüm bu sorularin cevaplarini... ne çok sorguladim kendimi, nerde hata yaptigimi, neyi eksik biraktigimi...

kadinca oyunlardan haberim olmadi hiçbir zaman. seçtigin yasam biçiminden koparmak, seni soluksuz birakmak demekti benim için. hatam seni bir mülk gibi sahiplenmemek miydi? acaba istedigin bu muydu? seni yanlis mi tanimistim?.. bana hep, ne kadar asil bir yüregim oldugunu söyler dururdun... isyanim, kalbimin ezilmis parçalarinin üstünü örtüp, sessizce çekip kapini çikmak olurdu en fazla...

yalniz kalmak istedigini daha sen söylemeden yüzündeki bulutlardan hisseder, çikip giderdim... özür diler gibi bir sesle, onun gelecegini söylediginde, sessizce çikip giderdim... karsinda ben otururken, onunla saatlerce telefonda konustugunda çikip giderdim... hep giderdim...

bu onurlu tavrimdi belki de ezen yüregini... vazgeçemedigin tek yanim buydu belki...

sonra, sevmek yarali kadinligimi baska yüreklerle avutma yanilgisina kapilmak oldu... buna hakkim oldugunu söyleyip dursan da, biliyorum, aslinda içten içe hiç affetmedin beni... sen çoktan parçalanmistin zaten... benim de yüregimi böldügümü düsünmek sana bile agir geldi... oysa ben, seni degil, kendimi cezalandiriyordum baska bedenlerde... ruhumu kemiren bu deli aski cezalandiriyordum... bunu anlamadin mi sevgili?

sevmek seni degil çocuklugumu, düslerimi, kendimi aldatmak olmustu artik... bana baglanan masum asklari seninle aldatmak olmustu... kimseye veremedim yüregimi. ne zaman baksalar içime, yüregimin kirik aynasinda kendilerinin degil, senin yüzünün aksini gördüler hep. sessizce çekip gittiler. farketmedim bile gittiklerini...

gittin...

seni sevmek, bensiz akip giden hayatina bir yabanci gibi uzaktan bakmak oldu çoktandir... o çocuk ellerinin, bir baskasinin saçlarinda gezindigini, aniden özlemle sarilip bir baska yüzü öpücüklere bogdugunu, sabahlari uykunda bir baska kadina sarilip bir baska yüzü öpücüklere bogdugunu, sabahlari uykunda bir baska kadina "gitme" diye sayikladigini düsünmek oldu, seni sevmek... geceleri, kokuna hasret yatagimda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemedigi bir bencillikle, kalbindeki tek askin benimki olmasi için gözyaslari içinde tanri’ya yalvarmak oldu..

seni yasak bir ask gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasinda yasamak oldu, sevmek... beni hayatindan disladigin için öfke nöbetlerine kapilip, bana bile yabanci gelen, hiç tanimadigim bir sesle sana bagirmak, haykirmak, aglamak, sonra pismanlikla affedip tutkuyla sana tekrar sarilmak oldu...

yabani bir ot gibi ruhumu sarip sarmalayan öfke ve kiskançlik duygulariyla benligimden uzaklasmayi kendime yakistirmamak, sikisip kaldigim bu karanlik dehlizde, kendi kalbimde, yalnizligimda, sensizligimde, kendi askimla delirmek oldu artik seni sevmek...

simdi, bu aciya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluga birakip gitmesi için birbirine yalvaran iki yüregiz artik... "ayazda iki yürek" gibiyiz...

sen benim sizofren askimsin... bense senin kanayan vicdaninim...

affet beni sevgilim... verdigim sözleri tutamadim...

senin olmadigin yerde

muque
bir cezmi ersöz eseridir.

adına aşk koyduğun o büyük boşluğa
ben koca bir hayat sığdırdım...
beni sevmemene isyan edip kaçmak,
sende aradıklarımı hayatla doldurmaya çalışmak,
ruhumun en büyük yanılgısıydı...
hayat bana en acımasız yüzünü
sevgini inkar ettiğim zamanlarda gösterdi...
ve şimdi asıl olmam gereken yerde,
hayata başladığım yerde,
kalbindeyim...
vazgeçilmez oluşunun sırrı bu işte:
senin olmadığın yerde ne olduğunu biliyorum...

kurtlarla ve annenle dans et

muque
bir cezmi ersöz eseridir.

insanın annesini sevmesi
kendisini sevmesi değil midir
aslında
kendi hayalgücünü ve o korkunç
düşlerini
saatinin içini aç, annen
sana bakacak
öp anneni, tanrıyı anımsa
beslenme çantana koymayı unutma
karakutunu
kurtlarla ve annenle her sabah
dans et
kurtlarla ve annenle her akşam
dans et...
sen oradasın
yazılmamış bir şiir gibi...
saf ve masum
bütün öfkem bu sana
başeğmem ve sonsuzca
arzulamam.

boşluğunu soludüğün hayat

muque
bir cezmi ersöz eseridir.

öğrendiğin her şey,
susup arkanı döndüğün,
yenildiğini unutup,
güzelliğini sonuna dek yaktığın herşey
seni senden kurtarmıyorsa
ne anlamı var hayatının sana sevgili...
masumiyetin kimi zulümden kurtardı, söylesene
hem bu arzuda onun adı bile geçmez...
istikbalin sıradan bir ayrıntı
bu telaşta
ne yapsan göğsünde hayatına yabancı bir zaman
birikiyor...
borçlu değildin ömrüne üstelik...
ama ne yapsan boşluğa açılan
bir kapı oluyor hayat,
ne yapsan büyüyor o boşluk...
ne yapsan suçlu değilsin,
sadece yerçekiminden muafsın...
o derin ıstırabınsa
seni hayata alışmaktan koruyor sadece...
oysa bu bile umurunda değil...
geleceğin ellerinde sıcaklığı üşüyen
bir mum sadece... gördüm...
geleceğin ellerine yapışan o soğukluk...
durmadan ömrüne yapışan bu gerçeği soluyorsun sen...
durmadan o aşkı soluyorsun...
durmadan ciğerlerini yakan o büyük soğumayı...

lokanta

muque
bir emre aydın şiiridir;

adam gururla lokantadan içeri girdi yorgundu adam
çok yoksuldu hem de babaydı
kolunda karısı vardı elinde kızı


adamın karısı vardı karısının elleri vardı delik deşik
hazır cevabı vardı her soruya verdiği;
"ben bilmem beyim bilir"
muhtemel hiç bir zaman sevmemişti beyini.


adamın kızı vardı kızın gözleri vardı yüzü vardı
sonra üstü başı vardı eski
bir gülümsemesi vardı ki yüzüyle gözlerini neredeyse tamamen örten
lokantaya gelebildiklerindendi o gülümsemesi başka bir şeyden değil


bir de yavaş yemesi vardı kızın
neden hemen dönmek isteyecekti ki bi oda bi salon yalnızlıklarına.

dusus

muque
" cuce bir kadinla kambur bir kadin
gunu soylendiler bir park kanepesinde
ve artik gitmediler, cunku hic gitmediler
ayaklarinin altina dusup
orada gizlendiler

seniha’yla cemile
dunyalarinin altina dustuler
gunlerinin kislari
karlariyla orttu onlari

sen bunu soyledin ya
kendin icin bilme."

yapma çiçekler

muque
bir özdemir asaf şiiridir.

çırılçıplak bir kadın
iniyor güzellik dağlarının
esmer akşamlarından,
yalnızlığının ve yalanlarının
karanlık uykusuzluklarına.

ellerinde yapma çiçekler
çiçekler yalana ve ölüme yakın
kadının sakladıklarının
günlere gecelere bölünmüş
üşümüşlüğü
bakın
sizlerle,
yapma çiçeklerle örtülmüş.

yapma çiçekler
kadını kırmayın, rahat bırakın.
yapma çiçekler
solan renkleriyle ellerinde kadının
bunu bilmeyecekler.

yapma çiçeklerin renkleri soluyor
kadının ellerinde
ah o çılgın renkler
kadının gözlerinde
soldukça kadın daha da esmer
140 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol