çakmayan çakmağın çakması için aranılan sert zeminde gerçekleştirilen eylem.
gücü ve yırtıcılığı ile hayvanlar arasında apolitik olarak iktidarı elinde bulunduran hayvan. (bkz: arslan)
kahramanın taşıdığı özellikleri rol edinerek ve onun davranışlarıyla bütünleşerek bir mesele hakkında fiilde bulunma ruhu.
ne olduğuna tam emin olmadan bir konuda karar vermek ya da işin boyutunu etraflıca düşünmeden kahraman edasıyla meseleye dalmak ve zararlı çıkmak anlamında kullanılabilen bir deyim.
(bkz: mevlana) kelimesinin anlamı
mevlâ efendi anlamına gelir. ayrıca sahip anlamı vardır. nâ ise bizim anlamına gelen bir ektir. bu iki kelime elele verdiklerinde ortaya bizim efendimiz anlamında mevlana kelimesi çıkar ki bu kelime sadece mevlana celaleddin rumi için değil bazı büyük tasavvuf önderleri için de kullanılır olmuştur. yani her mevlana, mevlana celaleddin rumi değildir. ulu orta atlamamak lazımdır.
divan edebiyatında bir şehrin güzelliklerini ve güzellerini anlatan ve eski dönemlerde mesnevi tarzında yazılmış eserlere verilen isimdir.
istanbul şehrengizi
i.
bağdaş kurup beyazıt’ta ihtiyar bir çınarla
/ kaçamak bakışında şairin /
açıp açıp okuduğum şehrengiz
âh! ne yana baksam ben
ne yana baksam hatıralar yaprak yaprak dökülür
içim içime sığmaz nerde bir şair görsem
……..
kaç bin yıl kaç bin insan
/ tanıştığım hep benim
aklımın dört köşesi ölmüş çiçekler gibi
inanın ben değilim bu cinayet bu vehim
intihar etmek için asılmadı köprüler
tinerli nefesinde çocuğun sıkışıp kalan gündüz
aynalı beşiğinde bebeğin dağılan binbir gece
emirgân mı erguvan mı bilinmez
eskiyen ellerinde dilencilerin geçmeyen akçe
gül kızılı bir şafak sökerken seyrettiğim
fırtına kaçağımdır şuramda demirleyen
müthiş ağlamaklıdır hâl içre çırpınan su
/ adımı yazıp yazıp siliveren dalgalar
s.
ağırdı unutamam sırtımda taşıdığım kadırgalardan
endamlı adımlarla yeni bir çağa koşan / dalgaları döven at
asırlardır beklemiştim
/ gece gündüz elli üç gün bekledim
yara aldıkça deviniyordum / surlar seviniyordu
hiç bu kadar yakışmamıştı sancak bir neferin eline
kana can vermeyi öğretiyordu
mihmandar gölgesiydim eyüp’te soluklanan bulutun
zerrîn bir hayalden çıktığım zaman
hırçın ışıklarında saray şamdanlarının
secdeye kapanmıştık
/ sevinçten ağlamış ağırlanmıştık
en güzide kelamla süslenmişti kitabem
hükümran tuğrasıydı alnıma kazınan iz
fatih’i sevdiğim biliniyordu
çok hem de
her savaştan arda kalan yine bendim / ferman ben
/ hünkâr iskelesi’nde tedirgin şehzâde sükûneti
/ hücum coşkusunu besteleyen mehteran
çeri bendim divân ben hürrem bendim sultan ben
/ altın kapı’dan sonsuza açılan saadet
/ hırka’m kadar güzel zafer getiren ordu
t.
dağılan tesbihin adresini arıyordu hüdâyî
kaybolup yokuşla iki yokluk arası
marmara’ya kayıp inciler düşürüyordu yağmur
nakışlar beş vakit namaza durduğunda
mum gibi yanıyordu esrâr hükmünde hüsün
pervaneler/de
mürekkep odasında bir elif olmak için
kalem değil ben idim hattatın ellerinde
yazdığım gözleriydi ta’lîk sülüs ve celî
semâzen âyetin müsennâ sesiyle kubbelerde
söylesin nâzenin içini döksün çini
kaç münzevî ömürdü eğilen servilerde
bir cariyenin gözyaşını saklayan çeşmelere
anlatsın su içmeye gelen saray güvercinleri
kuruyan her şadırvan hangi yüzle dönecek
mâbedlerin sırrını fısıldayan sinan’a
a.
hasret bâbil’de başlar bende biterdi firâk
mecnûn bendim leylâ ben gerçek bendim hülyâ ben
âh! gururumda kayboldum
kibirden sarhoş olup kovulmuşum dergâhtan
minyatüre sığmayan aşklardan biliyordum
bir sevdâ meseliydi kız kulesi’nde ölüm
o titrek tebessümün korkusuna aldanıp
mor ebrû dudağına gül/bahar bulaşırdı
rum/elinden akasya âh çekse asya diye
kederden sabaha dek ağlardı hanımeli
/ ana dolu yakasında avrasya
yetişmek için icadiye’de nefesim kesilirdi
tutuştuğumu görsem galata kulesi’nden
ve yüzümde bir yanık cibâlî / balat
ateş denizlerimi andıran nûr-ı siyâh
/ hatırlatan hüsn ü aşk
nahif bir sallantıdan yıkılacakmış gibi
kandilli’de uykumu parçalardı üsküdar
keşkülünde dervişin kapı kapı gezdiğim beylerbeyi
/ topkapı’da kutsal emanetlerim
n.
bencileyin murakka ve benim kadar kadîm
yükü zengin küfenin kalbi fakîr hamalı
/ azığı simit katığı sebil
/ taşıdıkça artağan
ardında sabah akşam yorgunluk topluyorum
ıslak bakışlarıma aldırmayan ayrılık!
dar zamanlara sığamıyorum
geri gelmeyen mektuplar gibi
sirkeci garı’nda saat başı el/vedâ
deli rüzgâr ne zaman tozum alsa raflardan
adalar/da bir fayton gibi kendinden geçer
yüzleşir her sahafla içimdeki bun
hâne hâne sis / damla damla mey ve eğleşen gün-
âh! mirasa konan insanlar gibi
her gün büyüyor gömülüyorum
tanıdık yüzüyle ölümün bâki kalan istiklâl!
gördün mü böyle elem böyle yas dolmabahçe’de
soğuyan saatlere serilen encam ve ben
buhurdan gözlerini sevdik gazi’nin
işgal altında bile
b.
çamlıca’nın darası düşülmüş manzarasında
uçurtmalar hariç beni kimsecik görmez
çocuk sesleriyle / oyunlar eşliğinde
gökyüzü dökülmüş kaldırımlardan
ahşap evlerden gölgeli sokaklardan
koyu yeşil bahçelerden geçerdim
adı gibi ne de güzeldi vefâ
yalnız servi’lerdi muhacir köy’de ümran
buğulu camlarda dirilince her bahar
genç kızların o zarif ellerine sarılıp
mısır çarşısı’nda çiçek diye koşardım
her sabah uykusuydum bir öğrencinin
…doğudan ve batıdan / ipek’ten ve hicaz’dan
benden kaçıp bana dönen yolcular
…cumbadan avluya sarılan o sarmaşık
baştan başa şehrâyin
…boğaz’ı yarılayan bir saltanat kayığı
ve omuz omuza oltada deniz
rüya içinde rüya…
u.
âh! beni bana banıp beni resmettiğimden
aynı renk çocukluğum / bahtiyarlığım
resim bendim ressam ben neyzen bendim hüzzam ben
âh! tebdil-i kıyafet intizar ettiğimden
mahalle mahalle örtündüğüm yalnızlık
âharlanmış bir huşû sarar mı gökyüzünü
eski devirden kalan
cülüs dağıtıp sultan lâle ve gül yağar mı
köpükte süzülür mü yeniden hümapervaz
anlar mı denizi taşa tutan âşıklar bir gün
balıkların kalbinde incindiğimi
akşamı yudumlarken ıhlamur ağaçları
çıkıp gelse itrî o hazin şarkılarla
kavgadan gürültüden kalabalıktan
yine alıp alıp götürse bizi
ışıldasa tahtımda o tezhibli ihtişam
doldursa takvimleri bayram sabahlarımla
kandillere / mahyalara ilham veren dolunay
l.
hangi yalıya sorsam şimdi cevabı sükût
/ baş eğer mavinin derinliğine
bülbül suskun dil mahcup arzular çile
neden taçsız bıraktın benle büyüyen ülke
bana kaybettiğim kimliği getir
duâ ve âmin
bağrıma hüzün düştü bu mahzun sayfalardan
yine doğum günümü hatırlatıyor mayıs
nasıl dile gelirdim söylesene ey çınar!
nerden bilirdim sevildiğimi şiirler de yazmasa
tarihin alnımdan öptüğü günler gibi
aksam efsunu pervin tepelerimden
yüzgörümlüğü diye katılıp düşlerine
anlatsam bir kez daha / doya doya okusak
……..
sen de gidersin şair yaşlı çınar da ölür
sarnıç kurur söz üşür şehrengiz biter
ben kalırım âh!
susarım divâne çığlığıyla avunup martıların
mehmet şamil baş
mayıs 2006’da düzenlenen istanbul konulu şiir yarışmasında birinci seçilmiş bir şiir
i.
bağdaş kurup beyazıt’ta ihtiyar bir çınarla
/ kaçamak bakışında şairin /
açıp açıp okuduğum şehrengiz
âh! ne yana baksam ben
ne yana baksam hatıralar yaprak yaprak dökülür
içim içime sığmaz nerde bir şair görsem
……..
kaç bin yıl kaç bin insan
/ tanıştığım hep benim
aklımın dört köşesi ölmüş çiçekler gibi
inanın ben değilim bu cinayet bu vehim
intihar etmek için asılmadı köprüler
tinerli nefesinde çocuğun sıkışıp kalan gündüz
aynalı beşiğinde bebeğin dağılan binbir gece
emirgân mı erguvan mı bilinmez
eskiyen ellerinde dilencilerin geçmeyen akçe
gül kızılı bir şafak sökerken seyrettiğim
fırtına kaçağımdır şuramda demirleyen
müthiş ağlamaklıdır hâl içre çırpınan su
/ adımı yazıp yazıp siliveren dalgalar
s.
ağırdı unutamam sırtımda taşıdığım kadırgalardan
endamlı adımlarla yeni bir çağa koşan / dalgaları döven at
asırlardır beklemiştim
/ gece gündüz elli üç gün bekledim
yara aldıkça deviniyordum / surlar seviniyordu
hiç bu kadar yakışmamıştı sancak bir neferin eline
kana can vermeyi öğretiyordu
mihmandar gölgesiydim eyüp’te soluklanan bulutun
zerrîn bir hayalden çıktığım zaman
hırçın ışıklarında saray şamdanlarının
secdeye kapanmıştık
/ sevinçten ağlamış ağırlanmıştık
en güzide kelamla süslenmişti kitabem
hükümran tuğrasıydı alnıma kazınan iz
fatih’i sevdiğim biliniyordu
çok hem de
her savaştan arda kalan yine bendim / ferman ben
/ hünkâr iskelesi’nde tedirgin şehzâde sükûneti
/ hücum coşkusunu besteleyen mehteran
çeri bendim divân ben hürrem bendim sultan ben
/ altın kapı’dan sonsuza açılan saadet
/ hırka’m kadar güzel zafer getiren ordu
t.
dağılan tesbihin adresini arıyordu hüdâyî
kaybolup yokuşla iki yokluk arası
marmara’ya kayıp inciler düşürüyordu yağmur
nakışlar beş vakit namaza durduğunda
mum gibi yanıyordu esrâr hükmünde hüsün
pervaneler/de
mürekkep odasında bir elif olmak için
kalem değil ben idim hattatın ellerinde
yazdığım gözleriydi ta’lîk sülüs ve celî
semâzen âyetin müsennâ sesiyle kubbelerde
söylesin nâzenin içini döksün çini
kaç münzevî ömürdü eğilen servilerde
bir cariyenin gözyaşını saklayan çeşmelere
anlatsın su içmeye gelen saray güvercinleri
kuruyan her şadırvan hangi yüzle dönecek
mâbedlerin sırrını fısıldayan sinan’a
a.
hasret bâbil’de başlar bende biterdi firâk
mecnûn bendim leylâ ben gerçek bendim hülyâ ben
âh! gururumda kayboldum
kibirden sarhoş olup kovulmuşum dergâhtan
minyatüre sığmayan aşklardan biliyordum
bir sevdâ meseliydi kız kulesi’nde ölüm
o titrek tebessümün korkusuna aldanıp
mor ebrû dudağına gül/bahar bulaşırdı
rum/elinden akasya âh çekse asya diye
kederden sabaha dek ağlardı hanımeli
/ ana dolu yakasında avrasya
yetişmek için icadiye’de nefesim kesilirdi
tutuştuğumu görsem galata kulesi’nden
ve yüzümde bir yanık cibâlî / balat
ateş denizlerimi andıran nûr-ı siyâh
/ hatırlatan hüsn ü aşk
nahif bir sallantıdan yıkılacakmış gibi
kandilli’de uykumu parçalardı üsküdar
keşkülünde dervişin kapı kapı gezdiğim beylerbeyi
/ topkapı’da kutsal emanetlerim
n.
bencileyin murakka ve benim kadar kadîm
yükü zengin küfenin kalbi fakîr hamalı
/ azığı simit katığı sebil
/ taşıdıkça artağan
ardında sabah akşam yorgunluk topluyorum
ıslak bakışlarıma aldırmayan ayrılık!
dar zamanlara sığamıyorum
geri gelmeyen mektuplar gibi
sirkeci garı’nda saat başı el/vedâ
deli rüzgâr ne zaman tozum alsa raflardan
adalar/da bir fayton gibi kendinden geçer
yüzleşir her sahafla içimdeki bun
hâne hâne sis / damla damla mey ve eğleşen gün-
âh! mirasa konan insanlar gibi
her gün büyüyor gömülüyorum
tanıdık yüzüyle ölümün bâki kalan istiklâl!
gördün mü böyle elem böyle yas dolmabahçe’de
soğuyan saatlere serilen encam ve ben
buhurdan gözlerini sevdik gazi’nin
işgal altında bile
b.
çamlıca’nın darası düşülmüş manzarasında
uçurtmalar hariç beni kimsecik görmez
çocuk sesleriyle / oyunlar eşliğinde
gökyüzü dökülmüş kaldırımlardan
ahşap evlerden gölgeli sokaklardan
koyu yeşil bahçelerden geçerdim
adı gibi ne de güzeldi vefâ
yalnız servi’lerdi muhacir köy’de ümran
buğulu camlarda dirilince her bahar
genç kızların o zarif ellerine sarılıp
mısır çarşısı’nda çiçek diye koşardım
her sabah uykusuydum bir öğrencinin
…doğudan ve batıdan / ipek’ten ve hicaz’dan
benden kaçıp bana dönen yolcular
…cumbadan avluya sarılan o sarmaşık
baştan başa şehrâyin
…boğaz’ı yarılayan bir saltanat kayığı
ve omuz omuza oltada deniz
rüya içinde rüya…
u.
âh! beni bana banıp beni resmettiğimden
aynı renk çocukluğum / bahtiyarlığım
resim bendim ressam ben neyzen bendim hüzzam ben
âh! tebdil-i kıyafet intizar ettiğimden
mahalle mahalle örtündüğüm yalnızlık
âharlanmış bir huşû sarar mı gökyüzünü
eski devirden kalan
cülüs dağıtıp sultan lâle ve gül yağar mı
köpükte süzülür mü yeniden hümapervaz
anlar mı denizi taşa tutan âşıklar bir gün
balıkların kalbinde incindiğimi
akşamı yudumlarken ıhlamur ağaçları
çıkıp gelse itrî o hazin şarkılarla
kavgadan gürültüden kalabalıktan
yine alıp alıp götürse bizi
ışıldasa tahtımda o tezhibli ihtişam
doldursa takvimleri bayram sabahlarımla
kandillere / mahyalara ilham veren dolunay
l.
hangi yalıya sorsam şimdi cevabı sükût
/ baş eğer mavinin derinliğine
bülbül suskun dil mahcup arzular çile
neden taçsız bıraktın benle büyüyen ülke
bana kaybettiğim kimliği getir
duâ ve âmin
bağrıma hüzün düştü bu mahzun sayfalardan
yine doğum günümü hatırlatıyor mayıs
nasıl dile gelirdim söylesene ey çınar!
nerden bilirdim sevildiğimi şiirler de yazmasa
tarihin alnımdan öptüğü günler gibi
aksam efsunu pervin tepelerimden
yüzgörümlüğü diye katılıp düşlerine
anlatsam bir kez daha / doya doya okusak
……..
sen de gidersin şair yaşlı çınar da ölür
sarnıç kurur söz üşür şehrengiz biter
ben kalırım âh!
susarım divâne çığlığıyla avunup martıların
mehmet şamil baş
mayıs 2006’da düzenlenen istanbul konulu şiir yarışmasında birinci seçilmiş bir şiir
gülistanbul
gülistan, bul kokuyu! istanbul gülümsesin
ne kadar solsa rengin bülbüle kırmızısın
heybesi gül tohumu münzevî âşık benim
sen şehrengiz güzeli, sen şâirân kızısın
elim var ellerinde, fermansız şehzâdenim
gül istanbul kokulu, gülüm istanbul sesin
üsküdar’da her yangın utanır yağmurundan
beyoğlu’nda temâşâ, ayasofya’da mâtem
şafak dolmabahçe’de öpüyor islâmbol’u
bâbıâlî kederli, sahaflarda bin elem
sorsak söyler mi deniz: nerde hüdâyî yolu
üsküdar da utanır her yangın yağmurundan
leylâ’sını arayan kalbim/de istanbul’dur
kaç nağmeye sarılsam dilimde kalan hüzzâm
üzülmem, dervişinim, köşe bucak benimsin
tanıksın yüreğime, hoşgörün ne muazzâm
ister adını duysun, ister kıyında gezsin
leylâ, aranan aşkın kalbinde istanbul’dur
istanbul kalabalık, ne çok sevdâ her şeye
renklenir yedi tepe, yedi gök efsânesi
duygular mı mültecî zindanda ve sarayda
iki denize mahrem, ağlayan kız kulesi
gök/yüzünde ilkbahar, yaz sonbahar, kış şeydâ
istanbul ne çok sevdâ kalabalık her şeye
sularda secde eden elleridir sinan’ın
âşiyân kubbelerde kandillerin şavkı var
dökülsün çeşmelerden gözyaşları çınar’ın
kehribâr tesbih gibi çekilsin leyl ü nehâr
çağırın minareler, sonsuza dek çağırın
sular da elleridir secde eden sinan’ın
türbeler, siz söyleyin tutar gibi elimden
hû çekmez mi serviler kabristan ağlar diye
kaç güvercine mesken avlular ve cumbalar
beş vakit, çocuk gibi gülen süleymâniye
topkapı kaç geline çeyiz sandığı saklar
tutar gibi söyleyin bu türbesiz el’imden
âh! gizli ve âşikâr, tenhâ sokaklarından
haliç’e inmek için sıralanan odalar
çocuğunum kaybolan, hayalleri yaramaz
martı mı, kırlangıç mı, kuğu mudur adalar
iskelede kalınca hangi vapur yas tutmaz
âh! tenhâ ve âşikâr, gizli sokaklarından
neyleyim, kır kalemi, sessizliğin de şâir
köprülerin yetmiyor vuslata kadîm şehir
iki sevgili gibi her yakanda bir hüzün
kimine şerbet oldun, kimine dâr ve zehir
haritaya sığmayan manzaralar/da yüzün
neyleyim sensizliği, kırsın kalemi şâir
boğaz/da gezgin gibi akşamlayan gölgeler
sırrını keşfediyor çamlıca’da güneşin
mecalsiz erguvanlar söylenmemiş şarkıdır
mehtaplı gecelerdir masal eğlencelerin
yoksa sabahladığım kuşlarla rıhtım mıdır
boğaz’da akşamlayan gezgin gibi gölgeler
ulubatlı gözlüyor surlardan bakan tarih
eyüpsultân’da hâlâ akşemseddîn duâsı
düşleriyle fatih’in kapanan eski zaman
ey yirmi bir yaşımın hiç bitmeyen hülyâsı
istanbul, dersaâdet, konstantin ve âsitân
ulubatlı surlarda gözlerden akan tarih
lâledân bildim seni, sen yine gülistan bul
ayrılık bahçesinde bülbül gibi ağla/yan
fetih müjdeli diye gül/süz adın bak yarım
muammâ yalnızlığı talihime bağla/yan
yazmak bana mı düştü, nakkaş mı parmaklarım
lâleden bildim seni, yine de gül istanbul
mehmet şamil baş
2005 yılı istanbul konulu şiir yarışması 2.si.
gülistan, bul kokuyu! istanbul gülümsesin
ne kadar solsa rengin bülbüle kırmızısın
heybesi gül tohumu münzevî âşık benim
sen şehrengiz güzeli, sen şâirân kızısın
elim var ellerinde, fermansız şehzâdenim
gül istanbul kokulu, gülüm istanbul sesin
üsküdar’da her yangın utanır yağmurundan
beyoğlu’nda temâşâ, ayasofya’da mâtem
şafak dolmabahçe’de öpüyor islâmbol’u
bâbıâlî kederli, sahaflarda bin elem
sorsak söyler mi deniz: nerde hüdâyî yolu
üsküdar da utanır her yangın yağmurundan
leylâ’sını arayan kalbim/de istanbul’dur
kaç nağmeye sarılsam dilimde kalan hüzzâm
üzülmem, dervişinim, köşe bucak benimsin
tanıksın yüreğime, hoşgörün ne muazzâm
ister adını duysun, ister kıyında gezsin
leylâ, aranan aşkın kalbinde istanbul’dur
istanbul kalabalık, ne çok sevdâ her şeye
renklenir yedi tepe, yedi gök efsânesi
duygular mı mültecî zindanda ve sarayda
iki denize mahrem, ağlayan kız kulesi
gök/yüzünde ilkbahar, yaz sonbahar, kış şeydâ
istanbul ne çok sevdâ kalabalık her şeye
sularda secde eden elleridir sinan’ın
âşiyân kubbelerde kandillerin şavkı var
dökülsün çeşmelerden gözyaşları çınar’ın
kehribâr tesbih gibi çekilsin leyl ü nehâr
çağırın minareler, sonsuza dek çağırın
sular da elleridir secde eden sinan’ın
türbeler, siz söyleyin tutar gibi elimden
hû çekmez mi serviler kabristan ağlar diye
kaç güvercine mesken avlular ve cumbalar
beş vakit, çocuk gibi gülen süleymâniye
topkapı kaç geline çeyiz sandığı saklar
tutar gibi söyleyin bu türbesiz el’imden
âh! gizli ve âşikâr, tenhâ sokaklarından
haliç’e inmek için sıralanan odalar
çocuğunum kaybolan, hayalleri yaramaz
martı mı, kırlangıç mı, kuğu mudur adalar
iskelede kalınca hangi vapur yas tutmaz
âh! tenhâ ve âşikâr, gizli sokaklarından
neyleyim, kır kalemi, sessizliğin de şâir
köprülerin yetmiyor vuslata kadîm şehir
iki sevgili gibi her yakanda bir hüzün
kimine şerbet oldun, kimine dâr ve zehir
haritaya sığmayan manzaralar/da yüzün
neyleyim sensizliği, kırsın kalemi şâir
boğaz/da gezgin gibi akşamlayan gölgeler
sırrını keşfediyor çamlıca’da güneşin
mecalsiz erguvanlar söylenmemiş şarkıdır
mehtaplı gecelerdir masal eğlencelerin
yoksa sabahladığım kuşlarla rıhtım mıdır
boğaz’da akşamlayan gezgin gibi gölgeler
ulubatlı gözlüyor surlardan bakan tarih
eyüpsultân’da hâlâ akşemseddîn duâsı
düşleriyle fatih’in kapanan eski zaman
ey yirmi bir yaşımın hiç bitmeyen hülyâsı
istanbul, dersaâdet, konstantin ve âsitân
ulubatlı surlarda gözlerden akan tarih
lâledân bildim seni, sen yine gülistan bul
ayrılık bahçesinde bülbül gibi ağla/yan
fetih müjdeli diye gül/süz adın bak yarım
muammâ yalnızlığı talihime bağla/yan
yazmak bana mı düştü, nakkaş mı parmaklarım
lâleden bildim seni, yine de gül istanbul
mehmet şamil baş
2005 yılı istanbul konulu şiir yarışması 2.si.
herhangi bir şeyin arkasında saklı olmak anlamına gelen bir arapça ifade ki çoğunlukla arapça gramerde kullanılır.
zamanın birinde öğrencinin biri sınavda arka sıradaki arkadaş ile sınav kağıdı değişikliği yapar. hoca durumu çakar:
-oğlum ne yapıyorsun sen!
-hiç hocam silgi alıyordum(?)
-oğlum ne zamandan beri silgi dilekçeyle alınıp verilir oldu.
-oğlum ne yapıyorsun sen!
-hiç hocam silgi alıyordum(?)
-oğlum ne zamandan beri silgi dilekçeyle alınıp verilir oldu.
ara bestelerden oluşan müzik ritimselliği.
toplantı yeter sayısının oluştuğu gün.
eğer bilgisayarın tarihi şaşmış ise asla giriş yapamayacağınız bir online muhabbet aracı.
bir emir cümlesidir ki abdullah adlı şahsın gülmesi istenmektedir. bu iki kelime arasında tahtında müstetir bir virgül vardır. abdullah, gül! gibi
metafiziksiz şehir izmir ve yağmur gözlü trabzon
(bkz: mehmet şamil baş)ın (bkz: yedi iklim) dergisinde yayınladığı bir şiirinin adı.
(bkz: aksiyon dergisi)nde çalışan her bir bireye söylenmesi gereken ancak olumlu ya da olumsuz hareketli kişilikleriyle toplumda ön planda duran kişilere söylenen bir ifade.
(bkz: tahrir )kelimesinden oluşan bir kelimedir ki doğru ve güzel yazılmış anlamına gelir.
(bkz: divan edebiyatı)nın oluşmasında öncülük eden eser türü.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?