(bkz: uykusuzluk)
ayrılmak zorunda kalırsınız işte,
hayat ikinize de farklı yollar çizmiştir...
çıkamazsınız dışına,
her gece birbirinizi düşüneceğinizi, telefonda sabahlayacağınızı, dinlediğiniz her şarkının yüreğinize demir tırmıklar batıracağını bile bile katlanırsınız bu lanet acıya...
hayat ikinize de farklı yollar çizmiştir...
çıkamazsınız dışına,
her gece birbirinizi düşüneceğinizi, telefonda sabahlayacağınızı, dinlediğiniz her şarkının yüreğinize demir tırmıklar batıracağını bile bile katlanırsınız bu lanet acıya...
(bkz: severek ayrılmak)
çok çeşitli şekillerde zuhur edip insanı uykusuz bırakabilen ender şeylerden biri...
bilgicimizin kötü bir zamanına denk gelip sacmalama kredisini sonuna kadar kullandığı, bir kaç gün sonra gördüğündeyse hala berbat oyu almadığına şaşırdığı entrylerdir...
melankoli gecelerinin can simidi...
-en çok da yokken varsın-
zaman
yokluğunun en ağır vurduğu saatlere ilerlerken
yokluğun
varlığın kadar büyük içimde
çözdükçe karışan bir bilmece gibi gece
seni böyle tastamam
içimde hissederken
bu kadar mutsuz olmam
neden ki sence
sokakta buluyorum kendimi bazen
avutuyorum sonra da
uyku tutmamıştır
bir şey takılmıştır diye aklıma
ama biliyorum ki sensin neden
hep sendin aslında
dipsiz bir kuyusun içimde
her şeyimi attım dolmuyor
ben de istiyorum olsun diye
ama inan ki, inan ki olmuyor
şehir bana düşman oldu sanki
hayaline bile değişemiyorum hiçbir mutluluğu
gül bahçesinde dikenlere dolanmak gibi
adım adım küçültüyorum istanbulu
hala bakıyorsam aynaya
dışarı çıkmadan önce
belki bir gün olur da
beni görürsün diye
bir caddede
bir sokakta
sanki her yüz buruk
her yer soğuk
her şey donuk yokluğunda
benim değil gibi ellerim
artık en basitler en zor
yokluğuna alıştıkça
artıyor özlemin
hüzünlerim bire bin
sevinçlerim bine bir veriyor
bazen rastlıyorum o şarkıya
daha mı hüzünlü artık notalar
içimdeki yıkıntıya
ne kadar yağmur yağar
sensizlik nakaratımda
daha kaç nota var
ilham perim
iyilik meleğim
kırık penceremdeki büyülü çiçeğim
güneşim oldun
zamansız açtın
amansız soldun
sessizlikle mühürleniyor
sensiz geçen her dakika
küçük oyuncaklar gibi duruyor
en büyük sorumluluklarım artık
zaman geçiyor geçmesine ama
takvimler yırtık
artık daha yavaş dönüyor dünya
aylar ve anlar paramparça
saatler kırık
geçilmez yollardan geldim sana
daha koşmayı bile öğrenmeden
gittiğim her yerde sen varsın
gitmediğim her yerde sen
şimdi istanbul hırçın bir deniz
yüzme bilmeyen kollarım çaresiz
hüzünlü bir keman sesi her fonda
durup durup batıyor içimde bir bıçak
kayboldum istanbulda
çocuk gibi hıçkırarak
zaten istanbul dediğin
bir kaç cadde
bir kaç kapı benim için
ne boğazı görebilirim
ne göğüne bakabilirim
ya seni içimde
güzel bir hayal ama
öldürür bitiririm
ya da her tekil şahısta
bir sen arar gözlerim
her belirsiz silüeti
belirene kadar sen bilirim
seninle her şey kolaydı
iyilik meleğim
kanatların vardı
yemin ederim
öyle unutuyordum ki kendimi
yanında hiç "ben" olamadım
senin yanın en rahattı
içimdeki ben uykuya daldı
hep kabuğumla kaldım
seninleyken sensizliğin
hayalini kurmuyordum
şimdi sensizken senin
hayalinde boğuluyorum
bir aşk hikayesi olsaydı bu keşke
ağlasaydım gecelerce
sonra nefrete dönüşseydi sevgim
bilindik sonu bilmezmişçesine
yaşayamam deseydim
ölürken içimde bir sızı kalacak
dudağımda bir tebessüm
sırrımızı öğreneceğim diye mutlu
sensiz geçen zamana üzgün
eskiden hayalini kurarak uyurdum
şimdi hayalinin bitmesini bekliyorum
ne kadar çokmuşsun
ne kadar çocukmuşum
yeni yeni anlıyorum
nerde bir beyaz kağıt görse
kalemim isyan eder sen diye
kağıt ve kalem
ateş ve barut artık gözümde
seni yazmak..
mutlu eden bir işkence
yokluğundan kaçıp hayaline
hayalinden kaçıp yokluğuna sığınıyorum
köklerin inmiş ki öyle derine
asıldıkça boğuluyorum
biz birbirimize ceza mıydık
yoksa ödülümüze mi kıydık
rüyalarımı hep sana yordum
sen de mi rüyaydın, bilmiyordum
sorularla yaşamıştım onca zaman
seninle her şeyi bildim sanmıştım
oysa sen verdiğin cevaplardan
daha fazla soru bıraktın
gözüm herkesi sen bilmiş
kokun üzerime
ismin sayfalarıma
yüzün gözlerime
sesin kulaklarıma
ellerin ellerime
varlığın hayatıma sinmiş
yine dalıp gidersek aynı anda uzaklara
anlamasa da herkes
yanında olduğumu bilecek misin
yüzünü bile unutur belki gözlerim ama
sevgin kalbimden
kalbim senden geçmez
sen de beni hep sevecek misin
yokluğunda biter de bir ömür
ben farkına bile varamam
içimde tüm kelebekler ölür
senin kanatlarını kıramam
yokluğunla savaşamadım üzgünüm
yağmalanan kalbimde kanun neye yarar
avuntum, bugün sensiz geçen son günüm
yarın yeni bir gün başlayıncaya kadar
ayları geçip günlerde boğuldum
artık her şey daha uzun
biliyor musun, yokluğunla dost oldum
biraz da zoraki, biri gardiyan, biri mahkum
iki bahar yaşadım seninle
hayatımın özeti iki bahar
kırık bir ömür gibi yapayarım
iki bahar eridi ellerimde
yok olup bitene kadar
damla damla, adım adım
sensiz dört mevsim kar
beş vakit gece
nefret etsem de neye yarar
razıyım
bininci baharın olmaya bile
gunler kisaldi, mevsim degisti, saclarim uzadi.
sayamadan eriyip gidiyor takvimin yapraklari
aylardan daha hizli gececek seneler
belki de cocukca gelecek yazdigim bu cumleler
daha nice takvimler bitecek belki
ellerim sicakligini unutacak, hatta kirisacak
ama oyle muhurlemissin ki
kalbim hep biraktigin gibi kalacak
aynı nefes aynı adam aynı şehir
nasıl her şey bu kadar değişir
sen miydin güneşi daha parlak yapan
hep böyle yavaş mıydı ki zaman
en içten duam
en güzel rüyamsın
dünüm bugünüm yarınım
en çok da yokken varsın
öyle çok görmek istedim ki yüzünü. saatler sürecek bir gözyaşı nöbeti pahasına resmini açtım. bir de yasak bir şarkı açtım üstüne. gözyaşlarım iyice akar da belki biter diye. bitmiyor be ömrümün varı. ne rüyalarımdan yüzün gidiyor ne de azalıyor özlemin. hayatımda meydana gelen her güzel değişikliğin ardına, senin bunu görmemiş olmanın üzüntüsü ekleniyor. sebepsiz mutluluklarım oluyor bazen, senden biliyorum. üzüntüleri kendimden. seni düşünmemeye çalıştığım her düşüncenin sonu sana çıkıyor, sana gidebileceğim tüm yollarsa yokluğuna. eğer cennete gidecek ve seni göreceksem diye düşününce, ölmek için sabırsızlandığım oluyor. mevsimler değişiyor da içimde sen hep aynısın. o kadar çok kandırdım ki geçecek diye diye, artık kalbim de inanmıyor avuntularıma. çatısız ev gibiyim yokluğunda, yağmurlar içime içime yağıyor. ne gözyaşları akıttım içime, içimde kayalar eridi de, kalbimden mührün düşmüyor.
zaman
yokluğunun en ağır vurduğu saatlere ilerlerken
yokluğun
varlığın kadar büyük içimde
çözdükçe karışan bir bilmece gibi gece
seni böyle tastamam
içimde hissederken
bu kadar mutsuz olmam
neden ki sence
sokakta buluyorum kendimi bazen
avutuyorum sonra da
uyku tutmamıştır
bir şey takılmıştır diye aklıma
ama biliyorum ki sensin neden
hep sendin aslında
dipsiz bir kuyusun içimde
her şeyimi attım dolmuyor
ben de istiyorum olsun diye
ama inan ki, inan ki olmuyor
şehir bana düşman oldu sanki
hayaline bile değişemiyorum hiçbir mutluluğu
gül bahçesinde dikenlere dolanmak gibi
adım adım küçültüyorum istanbulu
hala bakıyorsam aynaya
dışarı çıkmadan önce
belki bir gün olur da
beni görürsün diye
bir caddede
bir sokakta
sanki her yüz buruk
her yer soğuk
her şey donuk yokluğunda
benim değil gibi ellerim
artık en basitler en zor
yokluğuna alıştıkça
artıyor özlemin
hüzünlerim bire bin
sevinçlerim bine bir veriyor
bazen rastlıyorum o şarkıya
daha mı hüzünlü artık notalar
içimdeki yıkıntıya
ne kadar yağmur yağar
sensizlik nakaratımda
daha kaç nota var
ilham perim
iyilik meleğim
kırık penceremdeki büyülü çiçeğim
güneşim oldun
zamansız açtın
amansız soldun
sessizlikle mühürleniyor
sensiz geçen her dakika
küçük oyuncaklar gibi duruyor
en büyük sorumluluklarım artık
zaman geçiyor geçmesine ama
takvimler yırtık
artık daha yavaş dönüyor dünya
aylar ve anlar paramparça
saatler kırık
geçilmez yollardan geldim sana
daha koşmayı bile öğrenmeden
gittiğim her yerde sen varsın
gitmediğim her yerde sen
şimdi istanbul hırçın bir deniz
yüzme bilmeyen kollarım çaresiz
hüzünlü bir keman sesi her fonda
durup durup batıyor içimde bir bıçak
kayboldum istanbulda
çocuk gibi hıçkırarak
zaten istanbul dediğin
bir kaç cadde
bir kaç kapı benim için
ne boğazı görebilirim
ne göğüne bakabilirim
ya seni içimde
güzel bir hayal ama
öldürür bitiririm
ya da her tekil şahısta
bir sen arar gözlerim
her belirsiz silüeti
belirene kadar sen bilirim
seninle her şey kolaydı
iyilik meleğim
kanatların vardı
yemin ederim
öyle unutuyordum ki kendimi
yanında hiç "ben" olamadım
senin yanın en rahattı
içimdeki ben uykuya daldı
hep kabuğumla kaldım
seninleyken sensizliğin
hayalini kurmuyordum
şimdi sensizken senin
hayalinde boğuluyorum
bir aşk hikayesi olsaydı bu keşke
ağlasaydım gecelerce
sonra nefrete dönüşseydi sevgim
bilindik sonu bilmezmişçesine
yaşayamam deseydim
ölürken içimde bir sızı kalacak
dudağımda bir tebessüm
sırrımızı öğreneceğim diye mutlu
sensiz geçen zamana üzgün
eskiden hayalini kurarak uyurdum
şimdi hayalinin bitmesini bekliyorum
ne kadar çokmuşsun
ne kadar çocukmuşum
yeni yeni anlıyorum
nerde bir beyaz kağıt görse
kalemim isyan eder sen diye
kağıt ve kalem
ateş ve barut artık gözümde
seni yazmak..
mutlu eden bir işkence
yokluğundan kaçıp hayaline
hayalinden kaçıp yokluğuna sığınıyorum
köklerin inmiş ki öyle derine
asıldıkça boğuluyorum
biz birbirimize ceza mıydık
yoksa ödülümüze mi kıydık
rüyalarımı hep sana yordum
sen de mi rüyaydın, bilmiyordum
sorularla yaşamıştım onca zaman
seninle her şeyi bildim sanmıştım
oysa sen verdiğin cevaplardan
daha fazla soru bıraktın
gözüm herkesi sen bilmiş
kokun üzerime
ismin sayfalarıma
yüzün gözlerime
sesin kulaklarıma
ellerin ellerime
varlığın hayatıma sinmiş
yine dalıp gidersek aynı anda uzaklara
anlamasa da herkes
yanında olduğumu bilecek misin
yüzünü bile unutur belki gözlerim ama
sevgin kalbimden
kalbim senden geçmez
sen de beni hep sevecek misin
yokluğunda biter de bir ömür
ben farkına bile varamam
içimde tüm kelebekler ölür
senin kanatlarını kıramam
yokluğunla savaşamadım üzgünüm
yağmalanan kalbimde kanun neye yarar
avuntum, bugün sensiz geçen son günüm
yarın yeni bir gün başlayıncaya kadar
ayları geçip günlerde boğuldum
artık her şey daha uzun
biliyor musun, yokluğunla dost oldum
biraz da zoraki, biri gardiyan, biri mahkum
iki bahar yaşadım seninle
hayatımın özeti iki bahar
kırık bir ömür gibi yapayarım
iki bahar eridi ellerimde
yok olup bitene kadar
damla damla, adım adım
sensiz dört mevsim kar
beş vakit gece
nefret etsem de neye yarar
razıyım
bininci baharın olmaya bile
gunler kisaldi, mevsim degisti, saclarim uzadi.
sayamadan eriyip gidiyor takvimin yapraklari
aylardan daha hizli gececek seneler
belki de cocukca gelecek yazdigim bu cumleler
daha nice takvimler bitecek belki
ellerim sicakligini unutacak, hatta kirisacak
ama oyle muhurlemissin ki
kalbim hep biraktigin gibi kalacak
aynı nefes aynı adam aynı şehir
nasıl her şey bu kadar değişir
sen miydin güneşi daha parlak yapan
hep böyle yavaş mıydı ki zaman
en içten duam
en güzel rüyamsın
dünüm bugünüm yarınım
en çok da yokken varsın
öyle çok görmek istedim ki yüzünü. saatler sürecek bir gözyaşı nöbeti pahasına resmini açtım. bir de yasak bir şarkı açtım üstüne. gözyaşlarım iyice akar da belki biter diye. bitmiyor be ömrümün varı. ne rüyalarımdan yüzün gidiyor ne de azalıyor özlemin. hayatımda meydana gelen her güzel değişikliğin ardına, senin bunu görmemiş olmanın üzüntüsü ekleniyor. sebepsiz mutluluklarım oluyor bazen, senden biliyorum. üzüntüleri kendimden. seni düşünmemeye çalıştığım her düşüncenin sonu sana çıkıyor, sana gidebileceğim tüm yollarsa yokluğuna. eğer cennete gidecek ve seni göreceksem diye düşününce, ölmek için sabırsızlandığım oluyor. mevsimler değişiyor da içimde sen hep aynısın. o kadar çok kandırdım ki geçecek diye diye, artık kalbim de inanmıyor avuntularıma. çatısız ev gibiyim yokluğunda, yağmurlar içime içime yağıyor. ne gözyaşları akıttım içime, içimde kayalar eridi de, kalbimden mührün düşmüyor.
(bkz: cahit aral)
(bkz: bu ukdeyi veren insan olamaz)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?