kedi olalı bir fare tuttu nihayet.
bazen düşünüyorum neden yazıyorum diye.. neden vaktimi harcıyorum? neden sivriliyorum? neden kendimi suyun akışına bırakıp gitmiyorum diye.. cevabını ben de bilmiyorum.
bildiğimi düşündüğüm bir şey var nasıl bir kötülükle karşı karşıya olduğunuzun farkında olsanız uyuyamazdınız. yazamadığım şeyler aklımdan bir saniye bile çıkmıyor, bazı geceler uyuyamıyorum. belki de yazmanın nedeni budur.. kabusumun ağırlığını sizinle paylaşmaktır..
sonra kabusun ağırlığı azalmadığında anlıyorum aslında kabusumu değil umudumu paylaşmak için yazdığımı. çünkü bir umudum var.
herkes kalemleri bıraksın..
hepinizin kaç kere duymuş olduğu bir cümle bu.. içinizi pek rahatlatmayacak biliyorum ama ölüm de aşağı yukarı budur. sınavın sonu.
inaçlı biri misiniz bilemiyorum.. ama şunu bir kere daha hatırlatayım, inançlarımızın gerçekler üzerinde bir etkisi yoktur.. yani bir yaratıcı yoksa ben inanıyorum diye var olmaz, bir yaratıcı varsa da siz inanmıyorsunuz diye yok olmaz. o yüzden boşver inanmayı.. inanmak hiçbir şeydir, bilmek her şey.
benim bildiğim şey de şudur; dünya size anlatılan top değil. yaratılmış bir yerde yaşayan yaratılmış canlarız. bilmenin ötesinde bunu size kanıtlarım, daha da güzeli sizin kendi kendinize kanıtlamanızı sağlarım. sağlardım... keşke imkanımız vaktimiz olsaydı daha detaylı yazabilseydik ama hepimiz insanız sonuçta bizi sınırlandıran şeyler var vakit, para, güç... şimdilik bu kadar geldi elimden.
yazılanların çizilenlerin bir anlamı var mı onu da bilmiyorum.
malesef kötülüğe tapanlar bu dünyadaki tüm anlamlı şeylerin içini birer birer boşaltmaya kararlı.
açlıkla terbiye çağına hepimiz hoş geldik.
işin özü şu bu bir yaratıcınızı reddettirme savaşıdır. ya bu dünyayı seçip tırnak içinde "yaşayacaksınız" ya da teklifi reddedip tırnak içinde "öleceksiniz".
biliyorum bu söylediğim de içinizi rahatlatmayacak ama hep aklınızda olsun; "dünyada kişi başına düşen ölüm oranı 1'dir". o yüzden, rahat olun, hayatınızın tadını çıkarın. belki de ölümden öte köy vardır.
ve dua edin. tertemiz bir kalple dua edin.
ölmezsek, vaktimiz olursa, gücümüz olursa devam ederiz.
bildiğimi düşündüğüm bir şey var nasıl bir kötülükle karşı karşıya olduğunuzun farkında olsanız uyuyamazdınız. yazamadığım şeyler aklımdan bir saniye bile çıkmıyor, bazı geceler uyuyamıyorum. belki de yazmanın nedeni budur.. kabusumun ağırlığını sizinle paylaşmaktır..
sonra kabusun ağırlığı azalmadığında anlıyorum aslında kabusumu değil umudumu paylaşmak için yazdığımı. çünkü bir umudum var.
herkes kalemleri bıraksın..
hepinizin kaç kere duymuş olduğu bir cümle bu.. içinizi pek rahatlatmayacak biliyorum ama ölüm de aşağı yukarı budur. sınavın sonu.
inaçlı biri misiniz bilemiyorum.. ama şunu bir kere daha hatırlatayım, inançlarımızın gerçekler üzerinde bir etkisi yoktur.. yani bir yaratıcı yoksa ben inanıyorum diye var olmaz, bir yaratıcı varsa da siz inanmıyorsunuz diye yok olmaz. o yüzden boşver inanmayı.. inanmak hiçbir şeydir, bilmek her şey.
benim bildiğim şey de şudur; dünya size anlatılan top değil. yaratılmış bir yerde yaşayan yaratılmış canlarız. bilmenin ötesinde bunu size kanıtlarım, daha da güzeli sizin kendi kendinize kanıtlamanızı sağlarım. sağlardım... keşke imkanımız vaktimiz olsaydı daha detaylı yazabilseydik ama hepimiz insanız sonuçta bizi sınırlandıran şeyler var vakit, para, güç... şimdilik bu kadar geldi elimden.
yazılanların çizilenlerin bir anlamı var mı onu da bilmiyorum.
malesef kötülüğe tapanlar bu dünyadaki tüm anlamlı şeylerin içini birer birer boşaltmaya kararlı.
açlıkla terbiye çağına hepimiz hoş geldik.
işin özü şu bu bir yaratıcınızı reddettirme savaşıdır. ya bu dünyayı seçip tırnak içinde "yaşayacaksınız" ya da teklifi reddedip tırnak içinde "öleceksiniz".
biliyorum bu söylediğim de içinizi rahatlatmayacak ama hep aklınızda olsun; "dünyada kişi başına düşen ölüm oranı 1'dir". o yüzden, rahat olun, hayatınızın tadını çıkarın. belki de ölümden öte köy vardır.
ve dua edin. tertemiz bir kalple dua edin.
ölmezsek, vaktimiz olursa, gücümüz olursa devam ederiz.
artık saçmalama evresine geçildi..
coronacop! halkın iyiliği için yabıyoruz abisi.
zaten hint polisi demek halkın iyiliği demek abüsü...
malesef satanistler tarafından gasp edilmiş bir dünyada yaşıyoruz güzel dostlar..
bu düşük zekalı organizmaların kafası nasıl çalışıyor çok iyi anlamanız gerekiyor. bunlar normal insanlar değil. satanistlerin aynı zamanda pedofil olmalarının altında yatan şey de bu. yetişkin bir insanın duygu zenginliğiyle, aklıyla, tecrübesiyle baş edemedikleri için çocuklara yöneliyorlar..
bu koronya siksiğiyle kartlarını açtılar.. ne kadar ileri götürebileceklerini henüz bilmediğimiz bu kaostan ölmeden çıkarsak bir şeyler yapmamız gerekecek.
coronacop! halkın iyiliği için yabıyoruz abisi.
zaten hint polisi demek halkın iyiliği demek abüsü...
malesef satanistler tarafından gasp edilmiş bir dünyada yaşıyoruz güzel dostlar..
bu düşük zekalı organizmaların kafası nasıl çalışıyor çok iyi anlamanız gerekiyor. bunlar normal insanlar değil. satanistlerin aynı zamanda pedofil olmalarının altında yatan şey de bu. yetişkin bir insanın duygu zenginliğiyle, aklıyla, tecrübesiyle baş edemedikleri için çocuklara yöneliyorlar..
bu koronya siksiğiyle kartlarını açtılar.. ne kadar ileri götürebileceklerini henüz bilmediğimiz bu kaostan ölmeden çıkarsak bir şeyler yapmamız gerekecek.
the truman show
https://www.imdb.com/title/tt0120382/
izlemediyseniz buradan sonrası sırf spoiler hemen kapatıverin gaari.
spoilerler ler ler ler ler
++++
Konusu "çok güzel bir adaya konup her saniyesi izlenen bir adam" olmayan film.
Truman Show sizi anlatıyor. Sizsiniz anlatılan o truman.
film insanın yaratıcısını reddetmesini ve bunun iyi bir şey olduğunu anlatıyor.. konusu bu. Kötü adam aslında iyi adam, iyi kadın aslında kötü kadın.
her şeyi çarpıtma merkezi hollywood standardı olarak "Kırmızılı Kadın" figürünü arıyoruz.
kırmızılı kadın şeyin sembolüdür.. var ya işte kırmızlı boynuzlu filan..
adanın sahibi de alttaki videoda zaten senaristin de açıkça söylettiği üzere "I am the Creator"
Soru sorayım: Truman'ın adasında olmayan bir şey var, nedir o?
Cevap: Truman'ın adasında Truman'a zarar vermeyi düşünen tek bir kişi bile yok.
Yaratıcı Truman'la olan son konuşmasında bunu anlatıyor, "burası için yalan diyorsun ama dışarısı da en az burası kadar yalanlarla dolu, tek fark burada ben seni koruyorum, orada seni koruyan kimse olmayacak" diyor.
Ama truman yaratıcısının gözbebeği olduğu bir dünyayı bırakıp, yaratıcının daha önce o dünyadan şutlamış olduğu kırmızılı kadının dünyasına gitmeyi seçiyor ve kırmızılı buna bayılıyor.
film sıradan bir film gibi izlendiği zaman dikkatlerden kaçan bir ayrıntı var. Kırmızılı Kadın truman'a iyilik yapıyor gibi göründüğü sahnelerin tamamında Truman'ı aşağılıyor. "Zavallı truman, o daha bir bebek, ne olup bittiğinin farkında değil" filan gibi cümleler. kendinizi Truman'ın yerine koyarsanız aslında bunlar haksız ithamlar. Nasıl bilebilirdiniz ki? Doğdunuz ve bir dünyanın içindesiniz. nereden aklınıza gelirdi.
Kaldı ki truman adadan kaçmaya karar verdiği zaman zaten yeterince kafasını çalıştırıyor.. Öyle salak zavallı filan değil yani..
kırmızılı için en önemli şey truman'ın adadan çıkma/yaratıcısını terk etme kararını "kendi iradesiyle" alması. bu önemli.
aslında herkes biliyordur ama tekrarlayalım; kırmızılı bizim hakkımızda konuşurken tanrı'ya "ben onları öldüreceğim" demiyor.. "Ben onları kandıracağım" diyor.. bunu aklınızdan hiç çıkarmayınız.
yeni bir gözle izlemeniz dileğiyle
işte o sahne
https://www.imdb.com/title/tt0120382/
izlemediyseniz buradan sonrası sırf spoiler hemen kapatıverin gaari.
spoilerler ler ler ler ler
++++
Konusu "çok güzel bir adaya konup her saniyesi izlenen bir adam" olmayan film.
Truman Show sizi anlatıyor. Sizsiniz anlatılan o truman.
film insanın yaratıcısını reddetmesini ve bunun iyi bir şey olduğunu anlatıyor.. konusu bu. Kötü adam aslında iyi adam, iyi kadın aslında kötü kadın.
her şeyi çarpıtma merkezi hollywood standardı olarak "Kırmızılı Kadın" figürünü arıyoruz.
kırmızılı kadın şeyin sembolüdür.. var ya işte kırmızlı boynuzlu filan..
adanın sahibi de alttaki videoda zaten senaristin de açıkça söylettiği üzere "I am the Creator"
Soru sorayım: Truman'ın adasında olmayan bir şey var, nedir o?
Cevap: Truman'ın adasında Truman'a zarar vermeyi düşünen tek bir kişi bile yok.
Yaratıcı Truman'la olan son konuşmasında bunu anlatıyor, "burası için yalan diyorsun ama dışarısı da en az burası kadar yalanlarla dolu, tek fark burada ben seni koruyorum, orada seni koruyan kimse olmayacak" diyor.
Ama truman yaratıcısının gözbebeği olduğu bir dünyayı bırakıp, yaratıcının daha önce o dünyadan şutlamış olduğu kırmızılı kadının dünyasına gitmeyi seçiyor ve kırmızılı buna bayılıyor.
film sıradan bir film gibi izlendiği zaman dikkatlerden kaçan bir ayrıntı var. Kırmızılı Kadın truman'a iyilik yapıyor gibi göründüğü sahnelerin tamamında Truman'ı aşağılıyor. "Zavallı truman, o daha bir bebek, ne olup bittiğinin farkında değil" filan gibi cümleler. kendinizi Truman'ın yerine koyarsanız aslında bunlar haksız ithamlar. Nasıl bilebilirdiniz ki? Doğdunuz ve bir dünyanın içindesiniz. nereden aklınıza gelirdi.
Kaldı ki truman adadan kaçmaya karar verdiği zaman zaten yeterince kafasını çalıştırıyor.. Öyle salak zavallı filan değil yani..
kırmızılı için en önemli şey truman'ın adadan çıkma/yaratıcısını terk etme kararını "kendi iradesiyle" alması. bu önemli.
aslında herkes biliyordur ama tekrarlayalım; kırmızılı bizim hakkımızda konuşurken tanrı'ya "ben onları öldüreceğim" demiyor.. "Ben onları kandıracağım" diyor.. bunu aklınızdan hiç çıkarmayınız.
yeni bir gözle izlemeniz dileğiyle
işte o sahne
bugün kızımla apartmanımızın arkasında küçük bir alan var oraya gittik. fitbol oynadık..
biz evimizde karantina, marantina gibi kelimeleri kullanmıyoruz ama yeterli olmuyor. şimdilik "çocukların markete gitmesine izin vermiyorlar" diyoruz. ama bu salak zamanlardan ne kadar etkilenmemesine çalışırsak çalışalım etkileniyor. üç yaşında çocuk "gizli gizli bahçeye gitmek" filan diyor.
her neyse, top oynarken etraftaki apartmanlardan işgüzar bir köle telefonu kapıp efendilerini arar mı diye çok stres yaptım.
"alo... burada çok kötü bir adamla küçük bir çocuk var. hebimize hastalık şeetcekler.. nolur gelin tutuklayın, coplayın, ceza verin"... köle konuşması işte.. ancak bu kadar taklit edebiliyorum.
mutlu son. bir saat sonra sorunsuz eve geldik. bir de mavi renkli taş bulduk.. dezenfekte etmeden elimize aldık cebimize koyduk. kendi çocukluğumu düşündüm, yüzümüz gözümüz çamur içinde hava kararana kadar oynardık be biz. ne güzel günlermiş.
sadede geliyorum siz sakın bir manyaklık yapmayın. bırakın çocuklar özgürce yaşasın.
biz evimizde karantina, marantina gibi kelimeleri kullanmıyoruz ama yeterli olmuyor. şimdilik "çocukların markete gitmesine izin vermiyorlar" diyoruz. ama bu salak zamanlardan ne kadar etkilenmemesine çalışırsak çalışalım etkileniyor. üç yaşında çocuk "gizli gizli bahçeye gitmek" filan diyor.
her neyse, top oynarken etraftaki apartmanlardan işgüzar bir köle telefonu kapıp efendilerini arar mı diye çok stres yaptım.
"alo... burada çok kötü bir adamla küçük bir çocuk var. hebimize hastalık şeetcekler.. nolur gelin tutuklayın, coplayın, ceza verin"... köle konuşması işte.. ancak bu kadar taklit edebiliyorum.
mutlu son. bir saat sonra sorunsuz eve geldik. bir de mavi renkli taş bulduk.. dezenfekte etmeden elimize aldık cebimize koyduk. kendi çocukluğumu düşündüm, yüzümüz gözümüz çamur içinde hava kararana kadar oynardık be biz. ne güzel günlermiş.
sadede geliyorum siz sakın bir manyaklık yapmayın. bırakın çocuklar özgürce yaşasın.
Ölüm belgeleri nasıl doldurulacak
> Should “COVID-19” be reported on the death certificate only with a confirmed test?
> COVID-19 should be reported on the death certificate for all decedents where the disease caused or is assumed to have caused or contributed to death.
"hastalıktan ölen veya hastalıktan öldüğü varsayılan ya da hastalığın ölümünde rol oynadığı varsayılan tüm kişileri hastalıktan öldü olarak işaretleyin."
24 Mart 2020 tarihli cdc genelgesi
https://www.cdc.gov/nchs/data/nvss/coronavirus/Alert-2-New-ICD-code-introduced-for-COVID-19-deaths.pdf
> Should “COVID-19” be reported on the death certificate only with a confirmed test?
> COVID-19 should be reported on the death certificate for all decedents where the disease caused or is assumed to have caused or contributed to death.
"hastalıktan ölen veya hastalıktan öldüğü varsayılan ya da hastalığın ölümünde rol oynadığı varsayılan tüm kişileri hastalıktan öldü olarak işaretleyin."
24 Mart 2020 tarihli cdc genelgesi
https://www.cdc.gov/nchs/data/nvss/coronavirus/Alert-2-New-ICD-code-introduced-for-COVID-19-deaths.pdf
bu arkadaş ABD başkanı olmak istiyor
sosyal mesafeye dikkat ediyorsunuz di mi lan sayın köleler? sakın kimseye 10 metreden fazla yaklaşmayın. götten uydurma virüs bulaşabilir. sakın birbirinize güvenmeyin, sadece politikacılarınıza güvenin, soru sormayın.
sosyal mesafeye dikkat ediyorsunuz di mi lan sayın köleler? sakın kimseye 10 metreden fazla yaklaşmayın. götten uydurma virüs bulaşabilir. sakın birbirinize güvenmeyin, sadece politikacılarınıza güvenin, soru sormayın.
hastanelerde bir yığılma filan yok.. tam tersi hastaneler hiç olmadığı kadar boş..
bir sürü insan zaten memleketine gitti. istanbul boş adeta.. geride kalan insanlar da çok önemli bir şey olmadığı sürece hastaneye yaklaşma niyetinde değil. öyle bir korku havası estiriliyor ki kimse biraz öksürdüm diye hastaneye gitmez. en basitinden "ya benimki alt tarafı bir öksürükse ama onlar beni koronyalılarla aynı karantinaya alırlarsa" diye korkuyor insanlar. bu insan mantığının doğal bir çıkarımıdır..
yine göztepe ssk..
https://i.ibb.co/vV9MMJt/20200407-132337.jpg
https://i.ibb.co/v12LVN1/20200407-132454.jpg
burası var ya gece 4'te bile dolup taşardı.. fasulye gaz yapınca acile koşturup sırf bedava diye "seron dakdıran" teyzoşlar cirit atardı. yok oldular.. gitti onlar..
hiç sevmediğim bir kelime var, çok ayıp bir ifade "çomar" diye. bir noktayı vurgulamak için kullanıyorum yanlış anlamayın, bu duruma bir ad verseydim buna "çomar içgüdüsü" derdim.
siz televizyon ekranlarından mutasyon, lipid, dezenfektan, sosyal mesafe filan gibi anladığınızı düşündüğünüz bir ton kavramla ve kaynağı belirsiz rakamlarla bombardımana tutulurken onlar meseleye çok daha basit bir perspektifle bakıp "bu işte bir bokluk var" diyorlar. çünkü olan şeyle anlatılan şey birbirini tutmuyor..
peki hastaneler bu kadar boşken birileri ne yapıyor.. hastaneler yetmeyecekmiş de 60 gün sonra hazır olacak sahra hastaneleri kuruyor... sadece türkiye'de değil, tüm dünyada..
dünyanın dört bir yanından çadır hastanesi görüntüleri atarım atmasına da vakit yok, onun yerine pakistan'da kurulan "şeyin" resmini atayım.. daha uyandırıcı bir etkisi olacağını düşünüyorum
https://i.guim.co.uk/img/media/94c85dd0702c42564355691585178fb2606ec778/155_822_2489_1494/master/2489.jpg?width=1920&quality=85&auto=format&fit=max&s=a99ef33d67bfe9a94df92e85e96cc658
sence burası azgın koronya virüsünün durdurulabileceği bir ortam gibi mi? iyi bak resme, hastaneye mi benziyor yoksa başka bir şeye mi?
peki, "hastanelerin bugünkü durumu buyken siz 60 gün sonrası için nasıl bir kaos ortamı öngörüyorsunuz kardeşim?" demeyecek miyiz?
vaktim çok az daha detaya giremiyorum. kusuruma bakmayın.
size temel bir bilgi vereyim.. etraftan kapabileceğiniz bu tırnak içinde "virüsü" 250 gram almıyorsunuz.. burnunuzun içindeki kıllarla başlayan bir savunma sistemini aşıp içinize giren beş on tane "virüsü" alıyorsunuz..
bunların ilk işi de kendilerini bir yere sabitlemek.. bu da bir iki gün sürüyor.. şöyle düşün komşunun oğlu pazar günü misafirliğe geldi salya sümük, sen 15 dakika sonra mı hasta oluyorsun? hayır senin burnun salı günü filan akmaya başlıyor.. kuluçka kuluçka dedikleri şey bu.. bu koronya virüsünün 14 gün kuluçka saçmalığını da açıklayabilen bir hekim görmedim.. 14 gün nedir be oğlum, apartman mı kuruyorsun..
neyse, konudan sapmayalım siz seksen kilosunuz bu "virüs" 1 nanogram.. dünyadaki hiçbir test o süre içinde vücudunuzdaki o "virüsü" bulamaz.. yok öyle bir teknoloji..
ee nolcak virüslü virüslü eve mi gideceksin? ne yapacaksın? yarım saatte bir test mi yaptıracaksın?
test işi hikaye.. corona testi başlığında antijen ve antikor testi denen şeylerin saçmalığını anlatmaya çalıştım, daha da anlatacak çok şey var.. daha da anlatırız sorun değil..
mesele sizin de görebilmeniz.. çünkü bu dünya bir hissiyat dünyası güzel dostlar.. paniğinizle yakılmaya çalışılan bu ateşe odun taşırsınız.. yapmayın.. sakin kalın ve soru sorun.. bunu mutlaka yapmanız gerekiyor, çünkü beyler ve bayanlar birilerine göre virüs sizsiniz.
sakince, soru sorarak.
bir sürü insan zaten memleketine gitti. istanbul boş adeta.. geride kalan insanlar da çok önemli bir şey olmadığı sürece hastaneye yaklaşma niyetinde değil. öyle bir korku havası estiriliyor ki kimse biraz öksürdüm diye hastaneye gitmez. en basitinden "ya benimki alt tarafı bir öksürükse ama onlar beni koronyalılarla aynı karantinaya alırlarsa" diye korkuyor insanlar. bu insan mantığının doğal bir çıkarımıdır..
yine göztepe ssk..
https://i.ibb.co/vV9MMJt/20200407-132337.jpg
https://i.ibb.co/v12LVN1/20200407-132454.jpg
burası var ya gece 4'te bile dolup taşardı.. fasulye gaz yapınca acile koşturup sırf bedava diye "seron dakdıran" teyzoşlar cirit atardı. yok oldular.. gitti onlar..
hiç sevmediğim bir kelime var, çok ayıp bir ifade "çomar" diye. bir noktayı vurgulamak için kullanıyorum yanlış anlamayın, bu duruma bir ad verseydim buna "çomar içgüdüsü" derdim.
siz televizyon ekranlarından mutasyon, lipid, dezenfektan, sosyal mesafe filan gibi anladığınızı düşündüğünüz bir ton kavramla ve kaynağı belirsiz rakamlarla bombardımana tutulurken onlar meseleye çok daha basit bir perspektifle bakıp "bu işte bir bokluk var" diyorlar. çünkü olan şeyle anlatılan şey birbirini tutmuyor..
peki hastaneler bu kadar boşken birileri ne yapıyor.. hastaneler yetmeyecekmiş de 60 gün sonra hazır olacak sahra hastaneleri kuruyor... sadece türkiye'de değil, tüm dünyada..
dünyanın dört bir yanından çadır hastanesi görüntüleri atarım atmasına da vakit yok, onun yerine pakistan'da kurulan "şeyin" resmini atayım.. daha uyandırıcı bir etkisi olacağını düşünüyorum
https://i.guim.co.uk/img/media/94c85dd0702c42564355691585178fb2606ec778/155_822_2489_1494/master/2489.jpg?width=1920&quality=85&auto=format&fit=max&s=a99ef33d67bfe9a94df92e85e96cc658
sence burası azgın koronya virüsünün durdurulabileceği bir ortam gibi mi? iyi bak resme, hastaneye mi benziyor yoksa başka bir şeye mi?
peki, "hastanelerin bugünkü durumu buyken siz 60 gün sonrası için nasıl bir kaos ortamı öngörüyorsunuz kardeşim?" demeyecek miyiz?
vaktim çok az daha detaya giremiyorum. kusuruma bakmayın.
size temel bir bilgi vereyim.. etraftan kapabileceğiniz bu tırnak içinde "virüsü" 250 gram almıyorsunuz.. burnunuzun içindeki kıllarla başlayan bir savunma sistemini aşıp içinize giren beş on tane "virüsü" alıyorsunuz..
bunların ilk işi de kendilerini bir yere sabitlemek.. bu da bir iki gün sürüyor.. şöyle düşün komşunun oğlu pazar günü misafirliğe geldi salya sümük, sen 15 dakika sonra mı hasta oluyorsun? hayır senin burnun salı günü filan akmaya başlıyor.. kuluçka kuluçka dedikleri şey bu.. bu koronya virüsünün 14 gün kuluçka saçmalığını da açıklayabilen bir hekim görmedim.. 14 gün nedir be oğlum, apartman mı kuruyorsun..
neyse, konudan sapmayalım siz seksen kilosunuz bu "virüs" 1 nanogram.. dünyadaki hiçbir test o süre içinde vücudunuzdaki o "virüsü" bulamaz.. yok öyle bir teknoloji..
ee nolcak virüslü virüslü eve mi gideceksin? ne yapacaksın? yarım saatte bir test mi yaptıracaksın?
test işi hikaye.. corona testi başlığında antijen ve antikor testi denen şeylerin saçmalığını anlatmaya çalıştım, daha da anlatacak çok şey var.. daha da anlatırız sorun değil..
mesele sizin de görebilmeniz.. çünkü bu dünya bir hissiyat dünyası güzel dostlar.. paniğinizle yakılmaya çalışılan bu ateşe odun taşırsınız.. yapmayın.. sakin kalın ve soru sorun.. bunu mutlaka yapmanız gerekiyor, çünkü beyler ve bayanlar birilerine göre virüs sizsiniz.
sakince, soru sorarak.
ortadaki kelimenin anlamı için
şu elimde görmüş olduğunuz aşı
geçen mart ayı ortasında kaybettik burhan pazarlamayı. geç kaldık ama allah rahmet eylesin diyelim.
14 Mart'ta vefat etti Burhan Demircan.. halbuki bir hafta daha dişini sıksaydı koronyadan ölmüş olacaktı.. çaktın?
dünyamızı yöneten pek sevgili satanist kardeşlerimiz çok bastırıyor. ama karşılarında insan var.. öyle kolay değil. şimdilik denge ortada gibi gözüküyor..
önümüzde easter var. paskalya.. giderek artan sayıda hıristiyan'ın "biz bunu niye kutluyoruz lan?" dediği tırnak içinde "hıristiyan" bayramı..
easter hıristiyan bayramı filan değil. tavşandır yumurtadır bunların ne alakası var isa'yla? hiçbir alakası yok.. bunlar satanist kardeşlerimizin iştar denilen tanrıcıklarıyla ilişkili semboller.
11 nisan'ı 12 nisana bağlayan gece bir şeyler deneyebilirler. şalteri indirip tüm dünyayı karanlığa gömmek gibi. görelim bakalım....
ama artık geçen her saniye aleyhlerine işlemeye başladı. belki de biraz fazla dev aynasında gördüler kendilerini ve erken açtılar kartlarını.. tüm dünyada "viral" bir uyanışa sebep olmuş olabilirler. bir ay öncesine kıyasla çok daha fazla insan halis olmayan niyetlerini görüyor artık.
çok sağlam geliyorlar ama merak etmeyin siz de sağlam duruyorsunuz. gücünüzü biraz hafife aldılar. helal olsun size güzel dostlar.
şimdi seçeneklerini tartıyorlar. kendilerine güvenirlerse ikinci dalga üçüncü dalga beşinci dalga diye geleceklerdir. ama zayıf olduklarını görürlerse bu işten vazgeçebilirler. öyle bir geri adım atma durumunda da fazla uzun olmayan bir dönemde çok değişik işler olabilir. örneğin başlıkta adı geçen terörist örgütlenmenin fişi çekilebilir.
izlemedeyiz.
geçen mart ayı ortasında kaybettik burhan pazarlamayı. geç kaldık ama allah rahmet eylesin diyelim.
14 Mart'ta vefat etti Burhan Demircan.. halbuki bir hafta daha dişini sıksaydı koronyadan ölmüş olacaktı.. çaktın?
dünyamızı yöneten pek sevgili satanist kardeşlerimiz çok bastırıyor. ama karşılarında insan var.. öyle kolay değil. şimdilik denge ortada gibi gözüküyor..
önümüzde easter var. paskalya.. giderek artan sayıda hıristiyan'ın "biz bunu niye kutluyoruz lan?" dediği tırnak içinde "hıristiyan" bayramı..
easter hıristiyan bayramı filan değil. tavşandır yumurtadır bunların ne alakası var isa'yla? hiçbir alakası yok.. bunlar satanist kardeşlerimizin iştar denilen tanrıcıklarıyla ilişkili semboller.
11 nisan'ı 12 nisana bağlayan gece bir şeyler deneyebilirler. şalteri indirip tüm dünyayı karanlığa gömmek gibi. görelim bakalım....
ama artık geçen her saniye aleyhlerine işlemeye başladı. belki de biraz fazla dev aynasında gördüler kendilerini ve erken açtılar kartlarını.. tüm dünyada "viral" bir uyanışa sebep olmuş olabilirler. bir ay öncesine kıyasla çok daha fazla insan halis olmayan niyetlerini görüyor artık.
çok sağlam geliyorlar ama merak etmeyin siz de sağlam duruyorsunuz. gücünüzü biraz hafife aldılar. helal olsun size güzel dostlar.
şimdi seçeneklerini tartıyorlar. kendilerine güvenirlerse ikinci dalga üçüncü dalga beşinci dalga diye geleceklerdir. ama zayıf olduklarını görürlerse bu işten vazgeçebilirler. öyle bir geri adım atma durumunda da fazla uzun olmayan bir dönemde çok değişik işler olabilir. örneğin başlıkta adı geçen terörist örgütlenmenin fişi çekilebilir.
izlemedeyiz.
çocuklarınızı eve hapsedin, sakın sokağa çıkarmayın, allah korusun virüs boyunlarını filan kırabilir.
7 Nisan 2020 Gecesi
Berat kelimesinin aslı ''Berâettir. Berat kelimesi; kurtulmak, beri olmak, suçlu olmamak anlamına gelmektedir. Berat ve beraet, beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak anlamlarındadır. Mü'minlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup, ilâhî bağışa ermeleri umulduğu için, sözlük manasına uygun olarak “Berat Gecesi” denilmiştir.
https://www.hurriyet.com.tr/galeri-berat-kandili-resimli-mesajlari-ile-sevdiklerinize-kandil-mesaji-gonderin-en-guzel-2020-kandil-mesajlari-41488862/2
Passover 2020 8 Nisan Çarşamba 16 Nisan, Perşembe.
Passover yahudilerin hamursuz bayramı oluyor. Aslında Hamursuz yanlış bir çeviri, doğrusu Mayasız. Musa Firavunla uzun bir çekişme dönemi yaşıyor. Musa halkımı alıp gideyim diyor, Firavun olmaz bırakmam diyor. Bu dönemde Mısır'ın üzerine felaketler geliyor. Bunlar Firavun'un ibret almasını sağlamıyor tam tersi Firavun daha da zalimleşiyor. Zaten Tanrı'da onun yüreğini katılaştırıyor. Madem zalim olmak istiyor onun dilediği gibi olsun diyor Tanrı, merhametini de alıyor vicdanını da, dilediği gibi zalimleşsin, hikayeyi hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır diyor.. Neyse En sonunda bir sabaha karşı Firavun tamam diyor Musa'ya, halkını alıp gidebilirsin. Onlar da sabahın köründe alel acele yola düşüyorlar. Ekmek mayalayamadan. İlk mola yerlerinde katır kutur bir ekmek yiyorlar. Mayasız dediği o.
İşte bu karşılıklı çekişme döneminde bir gece Musa'ya diyor ki Mısır'ın üstünden geçeceğim.
It is the Lord's Passover. 12 For I will pass through the land of Egypt that night, and I will strike all the firstborn in the land of Egypt, both man and beast; and on all the gods of Egypt I will execute judgments: I am the Lord. 13 The blood shall be a sign for you, on the houses where you are. And when I see the blood, I will pass over you, and no plague will befall you to destroy you, when I strike the land of Egypt.
https://www.biblegateway.com/passage/?search=Exodus+12&version=ESV
++++
Bu yıl ikisi denk geldi.
Berat kandiliniz kutlu olsun. Dua edin. Tertemiz bir kalple isteyin. isteyin olur.
Berat kelimesinin aslı ''Berâettir. Berat kelimesi; kurtulmak, beri olmak, suçlu olmamak anlamına gelmektedir. Berat ve beraet, beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak anlamlarındadır. Mü'minlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup, ilâhî bağışa ermeleri umulduğu için, sözlük manasına uygun olarak “Berat Gecesi” denilmiştir.
https://www.hurriyet.com.tr/galeri-berat-kandili-resimli-mesajlari-ile-sevdiklerinize-kandil-mesaji-gonderin-en-guzel-2020-kandil-mesajlari-41488862/2
Passover 2020 8 Nisan Çarşamba 16 Nisan, Perşembe.
Passover yahudilerin hamursuz bayramı oluyor. Aslında Hamursuz yanlış bir çeviri, doğrusu Mayasız. Musa Firavunla uzun bir çekişme dönemi yaşıyor. Musa halkımı alıp gideyim diyor, Firavun olmaz bırakmam diyor. Bu dönemde Mısır'ın üzerine felaketler geliyor. Bunlar Firavun'un ibret almasını sağlamıyor tam tersi Firavun daha da zalimleşiyor. Zaten Tanrı'da onun yüreğini katılaştırıyor. Madem zalim olmak istiyor onun dilediği gibi olsun diyor Tanrı, merhametini de alıyor vicdanını da, dilediği gibi zalimleşsin, hikayeyi hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır diyor.. Neyse En sonunda bir sabaha karşı Firavun tamam diyor Musa'ya, halkını alıp gidebilirsin. Onlar da sabahın köründe alel acele yola düşüyorlar. Ekmek mayalayamadan. İlk mola yerlerinde katır kutur bir ekmek yiyorlar. Mayasız dediği o.
İşte bu karşılıklı çekişme döneminde bir gece Musa'ya diyor ki Mısır'ın üstünden geçeceğim.
It is the Lord's Passover. 12 For I will pass through the land of Egypt that night, and I will strike all the firstborn in the land of Egypt, both man and beast; and on all the gods of Egypt I will execute judgments: I am the Lord. 13 The blood shall be a sign for you, on the houses where you are. And when I see the blood, I will pass over you, and no plague will befall you to destroy you, when I strike the land of Egypt.
https://www.biblegateway.com/passage/?search=Exodus+12&version=ESV
++++
Bu yıl ikisi denk geldi.
Berat kandiliniz kutlu olsun. Dua edin. Tertemiz bir kalple isteyin. isteyin olur.
sağlığımızı, çocuklarımızı, işimizi, doğamızı emanet ettiğimiz; binlerce insanı saniyeler içinde öldürebilecek silahların düğmelerini ellerine verdiğimiz canlı türü..
boris londra'da baal tapınağının kopyasını açıyör
efendim işidciler gelmiş de palmira'daki orijinal baal tapınağını yıkmış , dünya kültür mirası falan felan..
sorma ya.. işid'i de benim dedem kurmuştu zaten bilion mu..
kültür mültür hikaye tabi. maksat büyük patronun beton israfını londra'nın göbeğine dikebilmek. baal dediği şu arkadaş oluyor
borisim hastaneye kaldırılmış da mış mış da mış mış.... bir sataniste güvenmicez de kime güvenicez icabında..
kesin üç beş güne iyileşir, veya "boris öldü" yaparlar biz garibanların içine daha bi tırsı salmak için, ya da kim bilir belki gerçekten öldürürler.. kurban hesabı.. iyi de olur.. siktirip gider bu dünyadan, çekilecek kahrı mı kaldı buraların?
güzel dostlar bunların hepsiyi "yalancıyı sikmeme" kuralımızdan dolayı oluyor.. inan samimi söylüyorum yalancıyı yatırıp anında ifadesini alsak bu kadar yüzsüzce yalan söyleyemezler.
efendim işidciler gelmiş de palmira'daki orijinal baal tapınağını yıkmış , dünya kültür mirası falan felan..
sorma ya.. işid'i de benim dedem kurmuştu zaten bilion mu..
kültür mültür hikaye tabi. maksat büyük patronun beton israfını londra'nın göbeğine dikebilmek. baal dediği şu arkadaş oluyor
borisim hastaneye kaldırılmış da mış mış da mış mış.... bir sataniste güvenmicez de kime güvenicez icabında..
kesin üç beş güne iyileşir, veya "boris öldü" yaparlar biz garibanların içine daha bi tırsı salmak için, ya da kim bilir belki gerçekten öldürürler.. kurban hesabı.. iyi de olur.. siktirip gider bu dünyadan, çekilecek kahrı mı kaldı buraların?
güzel dostlar bunların hepsiyi "yalancıyı sikmeme" kuralımızdan dolayı oluyor.. inan samimi söylüyorum yalancıyı yatırıp anında ifadesini alsak bu kadar yüzsüzce yalan söyleyemezler.
selam dünyalı. biz dostuz.
bak şimdi vatandaşa pozitif tanı konmuş, ama arkadaşımız kaçmış..
https://www.birgun.net/haber/istanbul-da-karantinadan-kacan-koronavirus-hastasi-rize-de-yakalandi-294899
medyanın yalancısıyım.. nasıl pozitif tanı koyulduğu meselesini hala anlamadım, hala da birileri çıkıp anlatmıyor nedir bu testlerin niteliği, hata payı cart curt.. yok hiçbir şey yok.. bol televizyonlara çıkıp saçmalama var..
neyse.. mevzuya dönelim. adam kafasına göre basmış gitmiş.. eee.. noldu şimdi çektiğimiz onca rezillik? yaşlı insanlara abuk sabuk tavırlar, en yakın dostuna 6 metre mesafe, günlerdir doğru dürüst temiz hava almadınız, küçücük çocuklar paranoyak oldu, cebinizdeki para suyunu çekmeye başladı.. noldu bütün bunlar? hepsi bok yoluna gitti.
sen zannediyorsun ki hepimiz evimizde kalır kendi kendimizi her anlamda batışa sürüklersek salgını önleriz.
ben diyorum ki götten uydurma bir panikle tüm dünyayı çöküşe götürüyorlar..
ben haklıyım.
ya uyanıp soru sormaya başlarsınız, ya da uykuda ölüm. çok seçeneğiniz yok.
depresyonmetreniz nasıl? kaçı gösteriyor?
bak şimdi vatandaşa pozitif tanı konmuş, ama arkadaşımız kaçmış..
https://www.birgun.net/haber/istanbul-da-karantinadan-kacan-koronavirus-hastasi-rize-de-yakalandi-294899
medyanın yalancısıyım.. nasıl pozitif tanı koyulduğu meselesini hala anlamadım, hala da birileri çıkıp anlatmıyor nedir bu testlerin niteliği, hata payı cart curt.. yok hiçbir şey yok.. bol televizyonlara çıkıp saçmalama var..
neyse.. mevzuya dönelim. adam kafasına göre basmış gitmiş.. eee.. noldu şimdi çektiğimiz onca rezillik? yaşlı insanlara abuk sabuk tavırlar, en yakın dostuna 6 metre mesafe, günlerdir doğru dürüst temiz hava almadınız, küçücük çocuklar paranoyak oldu, cebinizdeki para suyunu çekmeye başladı.. noldu bütün bunlar? hepsi bok yoluna gitti.
sen zannediyorsun ki hepimiz evimizde kalır kendi kendimizi her anlamda batışa sürüklersek salgını önleriz.
ben diyorum ki götten uydurma bir panikle tüm dünyayı çöküşe götürüyorlar..
ben haklıyım.
ya uyanıp soru sormaya başlarsınız, ya da uykuda ölüm. çok seçeneğiniz yok.
depresyonmetreniz nasıl? kaçı gösteriyor?
yazık bu garibanları da devrim mevrim ayağına öğüttüler.
helin bölek'in cenazesinde gövde gösterisi yapıyorlar.. halay modunda..
.. da hepsi de maskesini takmış. aferim.
bu gadar da anarşiz olmayın be oğlum. devledi mi yıhacaağnız lan pezevekler!
helin bölek'in cenazesinde gövde gösterisi yapıyorlar.. halay modunda..
.. da hepsi de maskesini takmış. aferim.
bu gadar da anarşiz olmayın be oğlum. devledi mi yıhacaağnız lan pezevekler!
virüsün bugüne kadarki en net görüntüsü
https://m.facebook.com/videos.center/videos/577790566152214/?refsrc=https%3A%2F%2Fm.facebook.com%2Fstory.php&_rdr
(bkz: global polis devleti)
https://m.facebook.com/videos.center/videos/577790566152214/?refsrc=https%3A%2F%2Fm.facebook.com%2Fstory.php&_rdr
(bkz: global polis devleti)
kelimelerin sesleri vardır, kelimelerin anlamları vardır, kelimelerin etkileri vardır.
ispanyol gribi denince aklınıza neler geliyor?
ispanya, işte boğalar, matadorlar, real madrid, pep guardiola filan..
tırnak içinde "ispanyol" gribindeki ilk hastalar nereden çıkıyor biliyor musun? amerika'da.
kansas'taki fort riley askeri üssünde. 1917'de..
şöyle söyleyeyim bu salgının adı "fort riley askeri üssü gribi" olsaydı neye bakacaktın? allah allah nolmuş acaba bu fort riley askeri üssünde diyecektin.. ispanyol gribi olunca? bamboleyooo!
tahminen 50 milyon can, hikayenin içinde aşı var, rockefeller var.. war oğlu war..
çok değişik bir salgın bu "ispanyol" gribi.. yaşlıları vurmuyor, çocukları vurmuyor ama ne hikmetse gücü kuvveti yerinde genç erkekleri çok vuruyor... bak merak ettim şimdi acaba gücü kuvveti yerinde genç erkekler 1917 yılında hangi şeyin birincisini yapıyordu?
kelimelerin sesleri vardır, kelimelerin anlamları vardır, kelimelerin etkileri vardır. fort riley deyince başka bir büyü, ispanyol deyince başka bir büyü.. bir gün oraya da geliriz.. ömrümüz olursa..
unutmayın "fort riley askeri üssü" değil, "ispanyol"
ispanyol gribi denince aklınıza neler geliyor?
ispanya, işte boğalar, matadorlar, real madrid, pep guardiola filan..
tırnak içinde "ispanyol" gribindeki ilk hastalar nereden çıkıyor biliyor musun? amerika'da.
kansas'taki fort riley askeri üssünde. 1917'de..
şöyle söyleyeyim bu salgının adı "fort riley askeri üssü gribi" olsaydı neye bakacaktın? allah allah nolmuş acaba bu fort riley askeri üssünde diyecektin.. ispanyol gribi olunca? bamboleyooo!
tahminen 50 milyon can, hikayenin içinde aşı var, rockefeller var.. war oğlu war..
çok değişik bir salgın bu "ispanyol" gribi.. yaşlıları vurmuyor, çocukları vurmuyor ama ne hikmetse gücü kuvveti yerinde genç erkekleri çok vuruyor... bak merak ettim şimdi acaba gücü kuvveti yerinde genç erkekler 1917 yılında hangi şeyin birincisini yapıyordu?
kelimelerin sesleri vardır, kelimelerin anlamları vardır, kelimelerin etkileri vardır. fort riley deyince başka bir büyü, ispanyol deyince başka bir büyü.. bir gün oraya da geliriz.. ömrümüz olursa..
unutmayın "fort riley askeri üssü" değil, "ispanyol"
quentin karantino günleri için uzun bir yazı.. çayınızı kahvenizi alınız.
soru: 80 kiloluk bir arkadaşınız var. tek elinizi kullanarak arkadaşınızı yerden 1.5 metre yükseğe kaldırabilir misiniz?
cevabı "hayır" değil mi?
şimdi biraz süsleyelim;
soru aynı…. ama fakat;
https://previews.123rf.com/images/ljupco/ljupco1601/ljupco160100215/51639776-delighted-young-guy-swinging-on-a-wooden-swing-and-looking-at-the-camera-isolated-on-white-backgroun.jpg
cevabınız değişti mi?
iki durum arasındaki farkı yaratan şey nedir? cevap: frekans.
düzgün tekrarlanan hareketlerin bir frekansı vardır.
salıncağı nasıl salladığınızı bir düşünün.. salıncak ileri gidiyor, sonra tekrar geri, size doğru gelmeye başlıyor, tam önünüzde en yüksek konumdayken ittiriveriyorsunuz ve salıncak biraz daha hızlanıyor.
salıncağı rastgele konumlarda itmiyorsunuz. yani ortadayken ya da size daha tam ulaşmamışken vs değil. tam doğru konumdayken itiyorsunuz. diğer bir deyişle salıncağın hareketine, yani "frekansına" uymanız gerekiyor. ancak o zaman uyguladığınız o küçük küçük kuvvetler birikerek etki etmeye başlıyor.
salıncağın frekansına tam uyduğunuzda, salıncakla "rezonansa" girmiş oluyorsunuz.
rezonansın önemi şu; salıncağın frekansına uygun darbeleri verdiğiniz sürece salıncağın hareketi daha da şiddetlenecektir. kumbaraya para atar gibi düşünün. çok devam ederseniz en sonunda salıncağın ipini parçalayabilir, arkadaşınızı 5 metre ileri fırlatabilirsiniz..
rezonans önemli yani..
şimdi bir terim daha görelim, hertz. saniyede 1 kere olan şeyin frekansı 1 hertz'tir. örneğin duvar saatinin saniye kolunun frekansı tam olarak 1 hZ'tir. saniyede 1 kere oluyor.
hareket saniyede 2 kere tekrarlıyorsa 2hertz, 1000 kere tekrarlıyorsa 1 kilohertz, 1 milyonsa megahertz, 1 milyarsa gigahertz..
bu büyüklükleri şöyle basitçe gösterelim.
dalgaboyu ve frekans özünde aynı şeyi anlatan iki farklı terim. ha "hoca ali", ha "ali hoca" der gibi düşünün. yarın bugün biriyle bu konuları konuşursanız frekans yerine yanlışlıkla dalgaboyu diyebilirsiniz.. sorun yok.. günlük sohbet bağlamında çok da kritik bir hata yapmadınız yani, merak etmeyin.
en bildiğimiz dalga tiplerinden biri olan ses dalgalarının da bir frekansı var. ses dalgaları da tekrarlayan bir harekettir.
şöyle bir işitme testi vereyim. biraz bu frekans meselesine hakimiyetiniz artsın.
öncesinde bir küçük bilgi.. yaşınız arttıkça tiz sesleri, yani yüksek frekanslı sesleri duyamaz hale gelirsiniz. yalnızca bas sesleri, yani düşük frekanslı sesleri duyarsınız. nedeni nasılı uzun hikaye.. yapın bakalım kulaklarınıza bir yaş testi. 13 bin hz civarını duyabiliyorsanız ergensinizdir. orta yaş için 8000'e kadar duymanız yeterli ve iyidir.
devam edelim. elektromanyetik radyasyon nedir?
elektromanyetik radyasyon bir dalgadır. ses dalgasından farklı ama özünde yine tekrarlayan bir hareket. çok basit bir ifadeyle radyo dalgası.
radyo dalgası derken her şey içinde; radyo yayınları, televizyon yayınları, telsizler, mikrodalga fırınlar, cep telefonları..tüm dalgalarda olduğu gibi frekansı var, dalgaboyu var vs.
radyo dalgası denince aklınıza evinizdeki ampul ya da mum ışığı veya güneş gelmeyebilir. ama onlar da birer elektromanyetik radyasyon kaynağı. yani bildiğiniz ışık da aslında elektromanyetik radyasyondur.
şöyle bir elektromanyetik spektrum resmi koyalım.
elektromanyetik spektrum çok geniş bir dalga boyu aralığını kapsıyor.. gözümüzle gördüğümüz ışık yani "görünür bölge" bunun çok küçük bir kısmı.. radyo yayınları, televizyon yayınları, telsizler, cep telefonları filan bunların hepsinin çalıştığı belirli frekans aralıkları var.
aklınızda tutmanız gereken önemli bir yer mikrodalga aralığı.. yani çok kabaca 1 gigahertz ile 1000 gigahertz arasındaki bölge.
sorumuzu soralım: elektromanyetik radyasyonla insan vücuduna zarar verilebilir mi?
önce biraz kimya görelim ama daha öncesinde bir itirafta bulunayım.. ben bize okullarda öğretilen şeylerden artık pek emin değilim güzel dostlar. yani moleküldür, atomdur bilmem nedir, bunların ne kadarı gerçek, ne kadarı saptırılmış bilgi, ne kadarı tamamen fantazi bilemiyorum. ama yine de aşağıdaki metinde hepimizin anladığı anlamda moleküldür, atomdur, elektrondur gibi terimleri kullanacağım. maksat hem gönüller hoş olsun hem de anlaşabilelim.
size bir molekül göstereyim
molekülün adı hcn, hidrojen siyanür.. evet. zehirli. hem de çok.. siyanürle zehirlenen insanların kullandığı bu değil, buna yakın başka bir molekül..potasyum siyanür veya sodyum siyanür.
hidrojen siyanürün içinde hangi atomlar var? hidrojen h, karbon c ve azot n.
şimdi de vücudunuzda olan bir molekül görelim.
glisin.. vücudunuzda doğal olarak bulunan bir amino asit.
fark ettiyseniz onun içinde de hidrojen, karbon ve azot var.
madem vücudumuzda azot var, hidrojen var karbon var, neden siyanür zehirlenmesinden ölmüyoruz?
çünkü kimya öyle işlemiyor.
moleküller atomların bir araya gelmesiyle oluşuyor ve her bir molekülün oluşması için özel basamaklardan geçilmesi gerekiyor. atomları lego parçaları gibi düşünün.
lego parçalarını bir kovanın içine atıp çalkaladığınızda karşınıza yapılmış bir ev çıkmıyor.. legodan ev yapmak için tek tek uğraşmanız gerekiyor. atomlardan belli bir moleküle ulaşmanız için de aynı şey geçerli.. hele vücudumuzdaki devasa moleküller gibi binlerce atomun belli bir düzende bir araya getirilebilmesi için çok çok çok çok çok özel basamaklar gerekiyor.
yanisi; evet vücudumuzda en azılı zehirleri oluşturabilecek atomlar bile var ama zehir filan oluşmuyor, endişe etmeyin.
ama bu demek değil ki dışarıdan bir müdahaleyle vücudumuzda hiçbir şey yapılamasın..
devam ediyoruz. şu molekül işine geri dönelim.
molekül demek iki veya daha fazla atomun bağlanması demektir. iki atom yan yana geliyor ve birbirlerine bağlanıyor. ama bunu atomlar çiviyle çakılmış gibi sabit duruyor olarak düşünmeyin.. aslında atomlar şöyle bağlanıyor.
frekansı görebildiniz mi? görmüşsüzdür..
frekans, salıncak, şiddet vs.. ortadaki kırmızı atomla yanlardaki beyaz atomlar arasındaki bağı nasıl kırabileceğiniz konusunda bir fikir belirdi mi aklınızda? dürteceksiniz değil mi? belli bir frekansta.. neydi onun adı? rezonans.
bir video daha var. doğrudan 2. dakikaya da gidebilirsiniz. su molekülünü anlatıyor, daha spesifik bir bilgi veriliyor, genç kulaklarınızı iyi açın.
Not: Aşağıdaki video silinmiş. Özetle su molekülünün titreşimlerinin mikrodalga aralığında olduğunu söylüyordu.
suyun titreşimleri hangi frekans aralığındaymış? mikrodalga. şimdilik bunu not edin.
teorik olarak düşündüğünüzde; madem ki bir moleküldeki atomlar belli bir frekansla hareket edip duruyor, o halde tam o frekansta bir etkiyle moleküldeki atomları ayırabiliriz.
peki gerçekten de spesifik bir reaksiyonu, spesifik bir dalgaboyuyla (frekansla) başlatabilmek, yönlendirebilmek, hızlandırmak, yavaşlatmak mümkün mü?.. cevap "evet". birazdan gözümüzle göreceğiz.
başka bir moleküle bakıyoruz. HCL… hidroklorik asit. günlük hayatınızda da karşılaştığınız bir asit. tuz ruhu..
şimdi çok sağlam bir bilimsel bilgi veriyorum: hidrojen gazı ve klor gazı bir araya konduğunda çok şiddetle tepkimeye girerek hidroklorik asit oluşturur.
önce bunun kimyasal ifadesini görelim..
h2+cl2 ---> 2 hcl
dikkat edin h2 ve Cl2 yazıyor. tek başına h ve cl değil.
sol taraftaki 2'lerin anlamı şu.. gazlar doğal hallerinde molekül olarak geziyor, yani yan yana iki atom birlikte olacak şekilde. tek tek atomlar şeklinde değil.
burayı da anladık.. o zaman soru soralım;
"bir kabın içine hidrojen gazı ve klor gazı koyup çalkalarsan hidrojen ve klor çok şiddetle tepkimeye girerek Hcl oluşturur.." doğru mu yanlış mı?
cevap: yanlış..
çünkü kimya öyle işlemiyor..
hidrojen ve klor gazlarından hidroklorik asit elde etmen için önce klor molekülünü kırıp iki tane klor atomu elde etmen gerekiyor.
şimdi düşünelim, klor atomları belli bir frekansla titreşiyorsa ve aralarındaki bağı kırmanız gerekiyorsa bu bağı titreştirebileceğiniz özel bir dalgaboyu var olabilir mi?
elbette var. ultraviyole. yukarıdaki grafikte soldaki lacivert renkten hemen sonra başlayan dalgaboyları.
gözümüzle görelim.. deney tüpünün içine klor ve hidrojen gazları konmuş.. farklı renklerde, yani farklı frekanslarda ışık tutuyorlar.. kırmızı, sarı, mavi, mor.. hiçbir şey olmuyor.. ta ki ultraviyole gelinceye kadar.
demek ki spesifik bir reaksiyonu belli dalga boylarını kullanarak başlatmamız, hızlandırmamız, durdurmamız, yönlendirmemiz mümkün.. genel anlamda molekülleri ve daha da genel anlamda etrafımızda gördüğümüz her şeyi elektromanyetik radyasyonla etkileyebiliyoruz.
son bir not; videodaki arkadaşlar deneyi laboratuarda değil kapalı bir amfide yapıyorlar. neden? çünkü penceresi olan bir mekana güneş ışığı girer. güneş ışığında ultraviyole de var. yani klor ve hidrojeni güneş ışığının çok az girdiği bir yerde yapsan bile çok hızlı ve çok tehlikeli bir tepkime gerçekleşir.
şimdi yavaş yavaş bizi daha yakından ilgilendiren bir moleküle gelelim.
h2o.. su.. vücudunuzun %70'i.
suyu etkileyebileceğimiz özel bir dalgaboyu aralığı var mı? var değil mi? yukarıdaki videoda söyledi zaten. mikrodalga. tam olarak 2450 megahertz, 2.45 gigahertz.
mikrodalga fırın görmüşsünüzdür, değil mi?
hepimiz üç aşağı beş yukarı ne olduğunu biliyoruz.. mikrodalganın içine kesinlikle elimizi sokmuyoruz. mikrodalga yiyeceklerdeki suyu ısıtıyor. tabak soğuk ama yemek sıcak.. da ne kadar sıcak?
size zarar vermek isteyen biri mikrodalga fırınla, deyim yerindeyse "kanınızı kaynatabilir mi?"
kaynatır kaynatmasına da.. gerek yok..
şöyle söyleyeyim; vücudunuzun normal sıcaklığı 36.5 derece. 38 oldu mu yatağa yatıyorsun, 41'de yataktan kalkamıyorsun, 42'de beyin hasarı başlıyor, 44'te "hesabı alabilir miyim" diyorsun. yani birilerin mikrodalgayla size zarar verebilmesi için ille de sizi buharlaştırması gerekmiyor.
"eyvah! ya birileri mikrodalga yayan bir silah yaparsa" diye endişeleniyorsanız vaktinizi boşuna harcamayın, yapıldı bile..
adı Active Denial System
https://en.wikipedia.org/wiki/Active_Denial_System
Bildiğiniz mikrodalga fırının çok daha güçlüsü diye düşünebilirsiniz.
Toplumsal olaylarda kullanılmak üzere üretilmiş bir silah. "gösterici" olma görevi verilen insanlar yandıkları için etrafa kaçışıyor.
Toplumsal olaylarda kullanılan bir silah dedik ama aletler ne için yapıldıklarını bilmezler, böyle de bir gerçek var. kötü niyetli biri o silahı bir bebeğin üstüne doğrulttuğunda alet dile gelip "ama abi ben toplumsal olay felan" demez.. hatırlatmaya gerek var mı bilmiyorum, silahlar cinayet işlemez, insanlar cinayet işler.
şimdi geliyoruz daha güncel olan soruya..
elektromanyetik radyasyonla birileri bizi hasta edebilir mi? örneğin oksijen moleküllerini etkileyerek nefes alışverişiniz üzerinde bir etki oluşturulabilir mi?
şu videoda kadının anlattığı mevzu..
Aşağıdaki video da silinmiş. Yutubu delirtmek istiyorsan 5G'den bahsedeceksin. Anında siliyor. Çok faydalı bir şey demek ki bu beşge...
evet, mikrodalga radyasyonuyla bir çok şey mümkün, nefes alış verişiniz bozulabilir, baş dönmesi, mide bulantısı, baygınlık gibi şeylere sebep olunabilir. basit zararlardan çok daha fazlası da yapılabilir.
bir de bu dünyada bizden başka yaşayanlar da var diye hatırlıyorum sanki. arılar? kuşlar? ağaçlar?.. sadece "insan sağlığı" diyerek açıkçası biraz bencillik yapmış oluyoruz.
işte 5g'nin artıları eksileri diye tartacak olursak üzerinde ısrarla durmamız gereken noktalardan başında bunlar var.
ama onlar test edilmiştir, güvenli olduğu onaylanmıştır filan diye düşünüyor olabilirsiniz. hiçbir şey test edilmiyor.. başka bir deyişle; testlerle ilgili paylaşılan bilgi ve sizin sıradan bir vatandaş olarak o bilgileri doğrulama şansınız o kadar az ki, o testleri hiç yapmasalar ruhunuz bile duymaz.
aksini iddia edecek olanlar ddt'yi araştırabilir.
ddt bir tarım ilacı.. nasıl onaylanmış, ne zaman kullanılmaya başlanmış, ne kadar süre kullanılmış, neden yasaklanmış, kaç tane bebek sakat doğmuş boş vaktinizde araştırıp görebilirsiniz.
bu işin sağlık kısmı.. bunun bir de politik izdüşümü var.
bu ne?
çiçek sulama aleti. birileri bu alete bile çip takmak istiyor. her şeyi saniyesi saniyesine raporlasın. kaç kere bastınız, kaç litre su doldurdunuz, saat kaçta kullandınız vs.. neden? belli değil. siz nasıl düşünürsünüz bilemiyorum ama bu bana manyakça geliyor.
gözümüzle görelim, kulağımızla duyalım. FCC başkanı 5g övüyor.
hadi çiçek sulama pompası tamam da buzdolabınız, televizyonunuz? insülin pompanız? kalp piliniz? videodaki arkadaşın dışarıdan müdahale edebileceği bir arabayla uzun yola çıkmak ister misiniz? ben istemem.
unutmayın; özgürlüğünüz de en az sağlığınız kadar önemlidir. dahası özgürlüğünüz yoksa, sağlığınız da tehlikede demektir.
bence mesele 3g, 5g, 10g meselesi değil. hem sağlık hem de insan hakları açısından "kablosuz iletişim" denen bu kavrama çok daha temelden bakmamız gerekiyor. ne veriyoruz, karşılığında ne alıyoruz.. oturup yeni baştan değerlendirmeliyiz..
bizim için en cazip yanı olan internet bağlantısını yalnızca evimizde/ofisimizde kablolu olarak kullansak veya kablosuz erişim şehirlerde çok kısıtlı alanlarda mümkün olsa çok mu canımız sıkılır? en sevdiğimiz diziyi 4K izliyoruz da acaba 10 yıl sonraki kanserin tohumunu da ekmiş oluyor muyuz? ben kesin konuşamıyorum.
bildiğim bir şey var, yolda yürürken instagrama layk atamadınız diye ölmezsiniz.. bunu size garanti ederim. ama kötü niyetli birileri çok tehlikeli teknolojileri burnunuzun dibine kadar getirdiğinde güvende olabilir misiniz? sanmıyorum.
sizin de düşünmenizi rica ederim.
madem buraya kadar okudunuz son bir soru sorayım bari: DNA'nızı değiştirebilir miyim? Daha açık sorayım, sadece yediklerinizi içtiklerinizi kontrol ederek DNA'nızı değiştirebilir miyim?
cevap "hayır" di mi?.. mümkün değil.
… inşallah öyledir.
soru: 80 kiloluk bir arkadaşınız var. tek elinizi kullanarak arkadaşınızı yerden 1.5 metre yükseğe kaldırabilir misiniz?
cevabı "hayır" değil mi?
şimdi biraz süsleyelim;
soru aynı…. ama fakat;
https://previews.123rf.com/images/ljupco/ljupco1601/ljupco160100215/51639776-delighted-young-guy-swinging-on-a-wooden-swing-and-looking-at-the-camera-isolated-on-white-backgroun.jpg
cevabınız değişti mi?
iki durum arasındaki farkı yaratan şey nedir? cevap: frekans.
düzgün tekrarlanan hareketlerin bir frekansı vardır.
salıncağı nasıl salladığınızı bir düşünün.. salıncak ileri gidiyor, sonra tekrar geri, size doğru gelmeye başlıyor, tam önünüzde en yüksek konumdayken ittiriveriyorsunuz ve salıncak biraz daha hızlanıyor.
salıncağı rastgele konumlarda itmiyorsunuz. yani ortadayken ya da size daha tam ulaşmamışken vs değil. tam doğru konumdayken itiyorsunuz. diğer bir deyişle salıncağın hareketine, yani "frekansına" uymanız gerekiyor. ancak o zaman uyguladığınız o küçük küçük kuvvetler birikerek etki etmeye başlıyor.
salıncağın frekansına tam uyduğunuzda, salıncakla "rezonansa" girmiş oluyorsunuz.
rezonansın önemi şu; salıncağın frekansına uygun darbeleri verdiğiniz sürece salıncağın hareketi daha da şiddetlenecektir. kumbaraya para atar gibi düşünün. çok devam ederseniz en sonunda salıncağın ipini parçalayabilir, arkadaşınızı 5 metre ileri fırlatabilirsiniz..
rezonans önemli yani..
şimdi bir terim daha görelim, hertz. saniyede 1 kere olan şeyin frekansı 1 hertz'tir. örneğin duvar saatinin saniye kolunun frekansı tam olarak 1 hZ'tir. saniyede 1 kere oluyor.
hareket saniyede 2 kere tekrarlıyorsa 2hertz, 1000 kere tekrarlıyorsa 1 kilohertz, 1 milyonsa megahertz, 1 milyarsa gigahertz..
bu büyüklükleri şöyle basitçe gösterelim.
dalgaboyu ve frekans özünde aynı şeyi anlatan iki farklı terim. ha "hoca ali", ha "ali hoca" der gibi düşünün. yarın bugün biriyle bu konuları konuşursanız frekans yerine yanlışlıkla dalgaboyu diyebilirsiniz.. sorun yok.. günlük sohbet bağlamında çok da kritik bir hata yapmadınız yani, merak etmeyin.
en bildiğimiz dalga tiplerinden biri olan ses dalgalarının da bir frekansı var. ses dalgaları da tekrarlayan bir harekettir.
şöyle bir işitme testi vereyim. biraz bu frekans meselesine hakimiyetiniz artsın.
öncesinde bir küçük bilgi.. yaşınız arttıkça tiz sesleri, yani yüksek frekanslı sesleri duyamaz hale gelirsiniz. yalnızca bas sesleri, yani düşük frekanslı sesleri duyarsınız. nedeni nasılı uzun hikaye.. yapın bakalım kulaklarınıza bir yaş testi. 13 bin hz civarını duyabiliyorsanız ergensinizdir. orta yaş için 8000'e kadar duymanız yeterli ve iyidir.
devam edelim. elektromanyetik radyasyon nedir?
elektromanyetik radyasyon bir dalgadır. ses dalgasından farklı ama özünde yine tekrarlayan bir hareket. çok basit bir ifadeyle radyo dalgası.
radyo dalgası derken her şey içinde; radyo yayınları, televizyon yayınları, telsizler, mikrodalga fırınlar, cep telefonları..tüm dalgalarda olduğu gibi frekansı var, dalgaboyu var vs.
radyo dalgası denince aklınıza evinizdeki ampul ya da mum ışığı veya güneş gelmeyebilir. ama onlar da birer elektromanyetik radyasyon kaynağı. yani bildiğiniz ışık da aslında elektromanyetik radyasyondur.
şöyle bir elektromanyetik spektrum resmi koyalım.
elektromanyetik spektrum çok geniş bir dalga boyu aralığını kapsıyor.. gözümüzle gördüğümüz ışık yani "görünür bölge" bunun çok küçük bir kısmı.. radyo yayınları, televizyon yayınları, telsizler, cep telefonları filan bunların hepsinin çalıştığı belirli frekans aralıkları var.
aklınızda tutmanız gereken önemli bir yer mikrodalga aralığı.. yani çok kabaca 1 gigahertz ile 1000 gigahertz arasındaki bölge.
sorumuzu soralım: elektromanyetik radyasyonla insan vücuduna zarar verilebilir mi?
önce biraz kimya görelim ama daha öncesinde bir itirafta bulunayım.. ben bize okullarda öğretilen şeylerden artık pek emin değilim güzel dostlar. yani moleküldür, atomdur bilmem nedir, bunların ne kadarı gerçek, ne kadarı saptırılmış bilgi, ne kadarı tamamen fantazi bilemiyorum. ama yine de aşağıdaki metinde hepimizin anladığı anlamda moleküldür, atomdur, elektrondur gibi terimleri kullanacağım. maksat hem gönüller hoş olsun hem de anlaşabilelim.
size bir molekül göstereyim
molekülün adı hcn, hidrojen siyanür.. evet. zehirli. hem de çok.. siyanürle zehirlenen insanların kullandığı bu değil, buna yakın başka bir molekül..potasyum siyanür veya sodyum siyanür.
hidrojen siyanürün içinde hangi atomlar var? hidrojen h, karbon c ve azot n.
şimdi de vücudunuzda olan bir molekül görelim.
glisin.. vücudunuzda doğal olarak bulunan bir amino asit.
fark ettiyseniz onun içinde de hidrojen, karbon ve azot var.
madem vücudumuzda azot var, hidrojen var karbon var, neden siyanür zehirlenmesinden ölmüyoruz?
çünkü kimya öyle işlemiyor.
moleküller atomların bir araya gelmesiyle oluşuyor ve her bir molekülün oluşması için özel basamaklardan geçilmesi gerekiyor. atomları lego parçaları gibi düşünün.
lego parçalarını bir kovanın içine atıp çalkaladığınızda karşınıza yapılmış bir ev çıkmıyor.. legodan ev yapmak için tek tek uğraşmanız gerekiyor. atomlardan belli bir moleküle ulaşmanız için de aynı şey geçerli.. hele vücudumuzdaki devasa moleküller gibi binlerce atomun belli bir düzende bir araya getirilebilmesi için çok çok çok çok çok özel basamaklar gerekiyor.
yanisi; evet vücudumuzda en azılı zehirleri oluşturabilecek atomlar bile var ama zehir filan oluşmuyor, endişe etmeyin.
ama bu demek değil ki dışarıdan bir müdahaleyle vücudumuzda hiçbir şey yapılamasın..
devam ediyoruz. şu molekül işine geri dönelim.
molekül demek iki veya daha fazla atomun bağlanması demektir. iki atom yan yana geliyor ve birbirlerine bağlanıyor. ama bunu atomlar çiviyle çakılmış gibi sabit duruyor olarak düşünmeyin.. aslında atomlar şöyle bağlanıyor.
frekansı görebildiniz mi? görmüşsüzdür..
frekans, salıncak, şiddet vs.. ortadaki kırmızı atomla yanlardaki beyaz atomlar arasındaki bağı nasıl kırabileceğiniz konusunda bir fikir belirdi mi aklınızda? dürteceksiniz değil mi? belli bir frekansta.. neydi onun adı? rezonans.
bir video daha var. doğrudan 2. dakikaya da gidebilirsiniz. su molekülünü anlatıyor, daha spesifik bir bilgi veriliyor, genç kulaklarınızı iyi açın.
Not: Aşağıdaki video silinmiş. Özetle su molekülünün titreşimlerinin mikrodalga aralığında olduğunu söylüyordu.
suyun titreşimleri hangi frekans aralığındaymış? mikrodalga. şimdilik bunu not edin.
teorik olarak düşündüğünüzde; madem ki bir moleküldeki atomlar belli bir frekansla hareket edip duruyor, o halde tam o frekansta bir etkiyle moleküldeki atomları ayırabiliriz.
peki gerçekten de spesifik bir reaksiyonu, spesifik bir dalgaboyuyla (frekansla) başlatabilmek, yönlendirebilmek, hızlandırmak, yavaşlatmak mümkün mü?.. cevap "evet". birazdan gözümüzle göreceğiz.
başka bir moleküle bakıyoruz. HCL… hidroklorik asit. günlük hayatınızda da karşılaştığınız bir asit. tuz ruhu..
şimdi çok sağlam bir bilimsel bilgi veriyorum: hidrojen gazı ve klor gazı bir araya konduğunda çok şiddetle tepkimeye girerek hidroklorik asit oluşturur.
önce bunun kimyasal ifadesini görelim..
h2+cl2 ---> 2 hcl
dikkat edin h2 ve Cl2 yazıyor. tek başına h ve cl değil.
sol taraftaki 2'lerin anlamı şu.. gazlar doğal hallerinde molekül olarak geziyor, yani yan yana iki atom birlikte olacak şekilde. tek tek atomlar şeklinde değil.
burayı da anladık.. o zaman soru soralım;
"bir kabın içine hidrojen gazı ve klor gazı koyup çalkalarsan hidrojen ve klor çok şiddetle tepkimeye girerek Hcl oluşturur.." doğru mu yanlış mı?
cevap: yanlış..
çünkü kimya öyle işlemiyor..
hidrojen ve klor gazlarından hidroklorik asit elde etmen için önce klor molekülünü kırıp iki tane klor atomu elde etmen gerekiyor.
şimdi düşünelim, klor atomları belli bir frekansla titreşiyorsa ve aralarındaki bağı kırmanız gerekiyorsa bu bağı titreştirebileceğiniz özel bir dalgaboyu var olabilir mi?
elbette var. ultraviyole. yukarıdaki grafikte soldaki lacivert renkten hemen sonra başlayan dalgaboyları.
gözümüzle görelim.. deney tüpünün içine klor ve hidrojen gazları konmuş.. farklı renklerde, yani farklı frekanslarda ışık tutuyorlar.. kırmızı, sarı, mavi, mor.. hiçbir şey olmuyor.. ta ki ultraviyole gelinceye kadar.
demek ki spesifik bir reaksiyonu belli dalga boylarını kullanarak başlatmamız, hızlandırmamız, durdurmamız, yönlendirmemiz mümkün.. genel anlamda molekülleri ve daha da genel anlamda etrafımızda gördüğümüz her şeyi elektromanyetik radyasyonla etkileyebiliyoruz.
son bir not; videodaki arkadaşlar deneyi laboratuarda değil kapalı bir amfide yapıyorlar. neden? çünkü penceresi olan bir mekana güneş ışığı girer. güneş ışığında ultraviyole de var. yani klor ve hidrojeni güneş ışığının çok az girdiği bir yerde yapsan bile çok hızlı ve çok tehlikeli bir tepkime gerçekleşir.
şimdi yavaş yavaş bizi daha yakından ilgilendiren bir moleküle gelelim.
h2o.. su.. vücudunuzun %70'i.
suyu etkileyebileceğimiz özel bir dalgaboyu aralığı var mı? var değil mi? yukarıdaki videoda söyledi zaten. mikrodalga. tam olarak 2450 megahertz, 2.45 gigahertz.
mikrodalga fırın görmüşsünüzdür, değil mi?
hepimiz üç aşağı beş yukarı ne olduğunu biliyoruz.. mikrodalganın içine kesinlikle elimizi sokmuyoruz. mikrodalga yiyeceklerdeki suyu ısıtıyor. tabak soğuk ama yemek sıcak.. da ne kadar sıcak?
size zarar vermek isteyen biri mikrodalga fırınla, deyim yerindeyse "kanınızı kaynatabilir mi?"
kaynatır kaynatmasına da.. gerek yok..
şöyle söyleyeyim; vücudunuzun normal sıcaklığı 36.5 derece. 38 oldu mu yatağa yatıyorsun, 41'de yataktan kalkamıyorsun, 42'de beyin hasarı başlıyor, 44'te "hesabı alabilir miyim" diyorsun. yani birilerin mikrodalgayla size zarar verebilmesi için ille de sizi buharlaştırması gerekmiyor.
"eyvah! ya birileri mikrodalga yayan bir silah yaparsa" diye endişeleniyorsanız vaktinizi boşuna harcamayın, yapıldı bile..
adı Active Denial System
https://en.wikipedia.org/wiki/Active_Denial_System
Bildiğiniz mikrodalga fırının çok daha güçlüsü diye düşünebilirsiniz.
Toplumsal olaylarda kullanılmak üzere üretilmiş bir silah. "gösterici" olma görevi verilen insanlar yandıkları için etrafa kaçışıyor.
Toplumsal olaylarda kullanılan bir silah dedik ama aletler ne için yapıldıklarını bilmezler, böyle de bir gerçek var. kötü niyetli biri o silahı bir bebeğin üstüne doğrulttuğunda alet dile gelip "ama abi ben toplumsal olay felan" demez.. hatırlatmaya gerek var mı bilmiyorum, silahlar cinayet işlemez, insanlar cinayet işler.
şimdi geliyoruz daha güncel olan soruya..
elektromanyetik radyasyonla birileri bizi hasta edebilir mi? örneğin oksijen moleküllerini etkileyerek nefes alışverişiniz üzerinde bir etki oluşturulabilir mi?
şu videoda kadının anlattığı mevzu..
Aşağıdaki video da silinmiş. Yutubu delirtmek istiyorsan 5G'den bahsedeceksin. Anında siliyor. Çok faydalı bir şey demek ki bu beşge...
evet, mikrodalga radyasyonuyla bir çok şey mümkün, nefes alış verişiniz bozulabilir, baş dönmesi, mide bulantısı, baygınlık gibi şeylere sebep olunabilir. basit zararlardan çok daha fazlası da yapılabilir.
bir de bu dünyada bizden başka yaşayanlar da var diye hatırlıyorum sanki. arılar? kuşlar? ağaçlar?.. sadece "insan sağlığı" diyerek açıkçası biraz bencillik yapmış oluyoruz.
işte 5g'nin artıları eksileri diye tartacak olursak üzerinde ısrarla durmamız gereken noktalardan başında bunlar var.
ama onlar test edilmiştir, güvenli olduğu onaylanmıştır filan diye düşünüyor olabilirsiniz. hiçbir şey test edilmiyor.. başka bir deyişle; testlerle ilgili paylaşılan bilgi ve sizin sıradan bir vatandaş olarak o bilgileri doğrulama şansınız o kadar az ki, o testleri hiç yapmasalar ruhunuz bile duymaz.
aksini iddia edecek olanlar ddt'yi araştırabilir.
ddt bir tarım ilacı.. nasıl onaylanmış, ne zaman kullanılmaya başlanmış, ne kadar süre kullanılmış, neden yasaklanmış, kaç tane bebek sakat doğmuş boş vaktinizde araştırıp görebilirsiniz.
bu işin sağlık kısmı.. bunun bir de politik izdüşümü var.
bu ne?
çiçek sulama aleti. birileri bu alete bile çip takmak istiyor. her şeyi saniyesi saniyesine raporlasın. kaç kere bastınız, kaç litre su doldurdunuz, saat kaçta kullandınız vs.. neden? belli değil. siz nasıl düşünürsünüz bilemiyorum ama bu bana manyakça geliyor.
gözümüzle görelim, kulağımızla duyalım. FCC başkanı 5g övüyor.
hadi çiçek sulama pompası tamam da buzdolabınız, televizyonunuz? insülin pompanız? kalp piliniz? videodaki arkadaşın dışarıdan müdahale edebileceği bir arabayla uzun yola çıkmak ister misiniz? ben istemem.
unutmayın; özgürlüğünüz de en az sağlığınız kadar önemlidir. dahası özgürlüğünüz yoksa, sağlığınız da tehlikede demektir.
bence mesele 3g, 5g, 10g meselesi değil. hem sağlık hem de insan hakları açısından "kablosuz iletişim" denen bu kavrama çok daha temelden bakmamız gerekiyor. ne veriyoruz, karşılığında ne alıyoruz.. oturup yeni baştan değerlendirmeliyiz..
bizim için en cazip yanı olan internet bağlantısını yalnızca evimizde/ofisimizde kablolu olarak kullansak veya kablosuz erişim şehirlerde çok kısıtlı alanlarda mümkün olsa çok mu canımız sıkılır? en sevdiğimiz diziyi 4K izliyoruz da acaba 10 yıl sonraki kanserin tohumunu da ekmiş oluyor muyuz? ben kesin konuşamıyorum.
bildiğim bir şey var, yolda yürürken instagrama layk atamadınız diye ölmezsiniz.. bunu size garanti ederim. ama kötü niyetli birileri çok tehlikeli teknolojileri burnunuzun dibine kadar getirdiğinde güvende olabilir misiniz? sanmıyorum.
sizin de düşünmenizi rica ederim.
madem buraya kadar okudunuz son bir soru sorayım bari: DNA'nızı değiştirebilir miyim? Daha açık sorayım, sadece yediklerinizi içtiklerinizi kontrol ederek DNA'nızı değiştirebilir miyim?
cevap "hayır" di mi?.. mümkün değil.
… inşallah öyledir.
yeni semptom.. cilt plastiğe dönüyor. .. korkunç!
2:40'a gidiniz
https://www.facebook.com/Channel4News/videos/2468398346823472/
2:40'a gidiniz
https://www.facebook.com/Channel4News/videos/2468398346823472/
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?