yedeni fa# güçlüsü neva perdesi yani re dir.
seyri sırasıyla la-sib-do#-re-mi-fa ya da yerine göre fa# dir.
güçlüsü mi yedeni ise sol perdesidir.
türk müziğinde an acıklı makamlardan bir tanesidir.
türk müziğinde an acıklı makamlardan bir tanesidir.
ts:alo orası pastane mi?
ta:değil abi yanlış aradın
ts:alo orası pastane mi?
sa:hayır börekçi,kol börekçisi.
ts:çat..
ta:değil abi yanlış aradın
ts:alo orası pastane mi?
sa:hayır börekçi,kol börekçisi.
ts:çat..
şimdilerde nerde o eski döşekler diyoruz. her yerde yaylı yatak var. içinde 4 koyun olan döşekler olacak ki uyku keyfi artsın. şöyle yere serilenlerden. ama olması da bir dert. senede bir kaç kere o yünleri yıkama derdi vardır. anneler uğraşır durur.
yatak çerisinde pek de işlevi olmayan bir şeydir. sadece takımı tamamlamak için serilir. beyaz olanları işe yarar, çocukken üzerimize örter kardeşi korkuturduk.
bir çok insanın gün içinde en çok özlediği ev eşyası.
yalnız gecelerin tek arkadaşı. sarılası yumuşaklık.
taşıması en zevkli yük.
(bkz: yedik onu biz)
bir sürü çal çaput satılan pasaj.
güze, güzel olduğu kadar enteresan bir turgut uyar şiiri
ben ne güzel işerim güneşe karşı
arkamda medrese duvarı önümde çarşı
bir sürekli kaşınmadır yaşadığım
törelere ve alışkanlığa karşı
geldim gittim geldim bir şey bulamadım
üzüldüğüme ve yorulduğuma karşı
ah aklıma her şey gelir, her şey gelir
doğan güne karşı batan güne karşı
sözde kirlettiğimiz bütün her şey duruyor
bak ne diyorum sana, ele güne karşı
biz duralım bir sürekliyiz duralım
durukluğa, tüberkiloza ve uranyuma karşı
durduk, ateş besledi, kuşları sürekledi
arkamız medrese duvarı önümüz çarşı
güneşe güneşe karşı
ben ne güzel işerim güneşe karşı
arkamda medrese duvarı önümde çarşı
bir sürekli kaşınmadır yaşadığım
törelere ve alışkanlığa karşı
geldim gittim geldim bir şey bulamadım
üzüldüğüme ve yorulduğuma karşı
ah aklıma her şey gelir, her şey gelir
doğan güne karşı batan güne karşı
sözde kirlettiğimiz bütün her şey duruyor
bak ne diyorum sana, ele güne karşı
biz duralım bir sürekliyiz duralım
durukluğa, tüberkiloza ve uranyuma karşı
durduk, ateş besledi, kuşları sürekledi
arkamız medrese duvarı önümüz çarşı
güneşe güneşe karşı
(bkz: ben ne güzel)
boğaz kıyıları bir başka olan kent. biraz uzak kalınca döerken köprü üzerinde gözleriniz dolmaya başlar. o manzara dünyanın hiç bir yerinde yoktur. ama arabayla kısa sürdüğünden insanın hevesi kursağında kalır. uzunu için maratona falan katılmak gerekir ki köprüden istanbulu seyredesiniz.
pop şarkıcısı ilhan şeşenin öz amcasının oğludur. ama şükür uzaktan yakından ilgisi yoktur.
güzel bir şükrü erbaş şiiridir
ayrılık ne biliyor musun?
ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.
insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
ipi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
iki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.
o küçük ölüm!
usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
ben bulutları gösterirken,
“bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış,
“aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı”
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
“bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ”
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.
şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....
ne mi yapacağım bundan sonra?
ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
şiir yazmayacağım bir süre,
fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
falcı kadınlara inanmayacağım artık.
trafik polislerine adres sormayacağım,
geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....
ne yapacağımı sanıyorsun ki?
tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.
ayrılık ne biliyor musun?
ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.
insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
ipi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
iki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.
o küçük ölüm!
usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
ben bulutları gösterirken,
“bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış,
“aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı”
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
“bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ”
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.
şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....
ne mi yapacağım bundan sonra?
ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
şiir yazmayacağım bir süre,
fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
falcı kadınlara inanmayacağım artık.
trafik polislerine adres sormayacağım,
geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....
ne yapacağımı sanıyorsun ki?
tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?