sezen aksunun deniz yıldızı albümünde yer alan sözleri yıldırım türkere ait şarkı...eskidendi şarkısını çok andırıyor.
"çiçek dürbünüydü ebruli sokaklar
kederli olsa da güzeldi çocuklar"
sezen aksunun deniz yıldızı albümünde yer alan
"iyi şeyler de olmadı değil
aynı deryaya doğru bu seyir" diye sürüp giden şarkısı..
"iyi şeyler de olmadı değil
aynı deryaya doğru bu seyir" diye sürüp giden şarkısı..
sezen aksunun deniz yıldızı albümünde yer alan sözsüz ve kısa bir onno tunç bestesi...onno tunç’un kızı ayda tunç bu şarkıda babasının müziğine kemanla eşlik etmiş. bu yüzden de şarkıya "on ay" ismi verilmiş.
diğer adı ben sana küsüm aslında olan ve sezen aksu’nun deniz yıldızı albümünde yer alan onno tunça yazılmış şarkı..
yol arkadaşım
gördün mü
duydun mu olup bitenleri
kıskanıyor insan bazen basıp gidenleri
yalnızlaşmışız iyice
üstelik de alışmışız
hiç beklentimiz kalmamış dosttan bile
korkular basmış dünyayı, korkular
şimdi bir semtin adı vefa
kutsal kavgalardan bile kaçan kaçana
anlaşılır gibi değiliz
tek bedende kaç kişiyiz
hem yok eden, hem de tanık
esaslı karmaşa
ben sana küsüm aslında
haberin yok
koyup gittiğin yerde kötülük çok
kime kızayım
nazım senden başka kime geçer
benim sensiz kolum, bacağım, ocağım yok
sen başka alemi seçtiğinden beri
ben o saniyede bittiğimden beri
dünya bildiğin dünya, dönüp duruyor
uzun uzun konuşuruz bir gün "son istanbul beyi"
ben sana küsüm aslında
haberin yok
koyup gittiğin yerde kötülük çok
kime kızayım
nazım senden başka kime geçer
benim sensiz kolum, bacağım, ocağım yok
yol arkadaşım..
nerdesin..
yol arkadaşım
gördün mü
duydun mu olup bitenleri
kıskanıyor insan bazen basıp gidenleri
yalnızlaşmışız iyice
üstelik de alışmışız
hiç beklentimiz kalmamış dosttan bile
korkular basmış dünyayı, korkular
şimdi bir semtin adı vefa
kutsal kavgalardan bile kaçan kaçana
anlaşılır gibi değiliz
tek bedende kaç kişiyiz
hem yok eden, hem de tanık
esaslı karmaşa
ben sana küsüm aslında
haberin yok
koyup gittiğin yerde kötülük çok
kime kızayım
nazım senden başka kime geçer
benim sensiz kolum, bacağım, ocağım yok
sen başka alemi seçtiğinden beri
ben o saniyede bittiğimden beri
dünya bildiğin dünya, dönüp duruyor
uzun uzun konuşuruz bir gün "son istanbul beyi"
ben sana küsüm aslında
haberin yok
koyup gittiğin yerde kötülük çok
kime kızayım
nazım senden başka kime geçer
benim sensiz kolum, bacağım, ocağım yok
yol arkadaşım..
nerdesin..
"bebeğim, oğlum doğduğunda ben de çocuktum henüz
biz beraber büyüdük aslında
ne kadar neşeli bir kızdım
yıkılmamıştı dünya daha başıma
ki çok da yalnızdım
bebeğim işte hepsi bu kadar
deniz yıldızının hikayesidir hayat
ne kadar kurtarırsan kár
kaç hayat kurtarırsan kár" şeklinde söleri olan sezen aksu şarkısı...
biz beraber büyüdük aslında
ne kadar neşeli bir kızdım
yıkılmamıştı dünya daha başıma
ki çok da yalnızdım
bebeğim işte hepsi bu kadar
deniz yıldızının hikayesidir hayat
ne kadar kurtarırsan kár
kaç hayat kurtarırsan kár" şeklinde söleri olan sezen aksu şarkısı...
2 hafta sonra çıkacak olan sezen aksu albümünün ve bu albümde olan yeğeni için yazdığı bir şarkının adı.
1- deniz yıldızı
2- yol arkadaşım ()
3- on ay ()
4- hala haber bekliyorum senden
5- kırık vals
6- güvercin ()
7- roman
8- izmir in kızları
9- kutlama
10- sor beni
11- memet
12- tanrının gözyaşları
13- menajer
14- beşik
"ilk kez bu kadar kişisel bir albüm yaptım" diyor sezen bu albümü için.öyle ki albüm kapağında yer alan çiçekli işlemeler bile sezen aksu’ya anneannesinin annesinden kalan 200 yıllık bir yatak örtüsünden...
1- deniz yıldızı
2- yol arkadaşım ()
3- on ay ()
4- hala haber bekliyorum senden
5- kırık vals
6- güvercin ()
7- roman
8- izmir in kızları
9- kutlama
10- sor beni
11- memet
12- tanrının gözyaşları
13- menajer
14- beşik
"ilk kez bu kadar kişisel bir albüm yaptım" diyor sezen bu albümü için.öyle ki albüm kapağında yer alan çiçekli işlemeler bile sezen aksu’ya anneannesinin annesinden kalan 200 yıllık bir yatak örtüsünden...
(bkz: ebru aydoğdu)
süreyya ayhan’ın 15 yaşında yaptığı derecenin daha iyisini 13 yaşında yapmayı başaran 1993 doğumlu bolu’lu atlet. umarız sonu süreyya’ya benzemez.
http://www.seyfialp.net/seyfialp/viewpage.php?page_id=9
http://www.boluolay.com/news.php?id=19843
http://www.seyfialp.net/seyfialp/viewpage.php?page_id=9
http://www.boluolay.com/news.php?id=19843
(bkz: hayat beklemez)
elidor için hayat beklemez şarkısını seslendirmiştir...
elidor’un yeni reklam sloganı ve bu reklam için sezen aksu’nun yazıp bestelediği, sertab erener’in yorumladığı enfes şarkının adı...
hayat cepte değil
kenarında köşesinde
alaaddinin şişesinde
beklemez beklemez
değiştirir değişir
ne kışın güneşinde
ne yazın ateşinde
takılıp da teklemez
“bir tane daha yok şu andan
her an yeganedir tektir
tut yakala saçlarından
kaçırma vakit nakittir
dört nala dolu dizgin atlar
gibi çağdan çağa atlar
ne kadar anlamlı yaşarsan
kendini sonsuza katlar”
hayatı biblo gibi
vitrinde saklayamazsın
kırarsan omurgasını
çakıl taşı gibi toplayamazsın
durulur mu önünde
duramaz durduramazsın
bir kez kaybedersen
bir hayat daha olduramazsın
(nakarat)
söz müzik sezen aksu
hayat cepte değil
kenarında köşesinde
alaaddinin şişesinde
beklemez beklemez
değiştirir değişir
ne kışın güneşinde
ne yazın ateşinde
takılıp da teklemez
“bir tane daha yok şu andan
her an yeganedir tektir
tut yakala saçlarından
kaçırma vakit nakittir
dört nala dolu dizgin atlar
gibi çağdan çağa atlar
ne kadar anlamlı yaşarsan
kendini sonsuza katlar”
hayatı biblo gibi
vitrinde saklayamazsın
kırarsan omurgasını
çakıl taşı gibi toplayamazsın
durulur mu önünde
duramaz durduramazsın
bir kez kaybedersen
bir hayat daha olduramazsın
(nakarat)
söz müzik sezen aksu
deyimin öyküsü osmanlı tarihine dayanır. yavuz sultan selimin yemen’i osmanlı topraklarına katmasından bir süre sonra yemen’de isyan çıkmış, uzun uğraşmalar sonunda yemen fatihi sinan paşa duruma hakim olmuş; yemen bundan sonra 400 yıl osmanlı egemenliğinde kalmıştı.
söylentiye göre sinan paşanın askerleri bir gün çölde konaklamış. yemek pişirmek üzere hasır torbalar içindeki mısır pirinçlerini yere serdikleri büyük bir çadırın üstüne dökmüş ve taşlarını ayıklamaya başlamışlar.
bu sırada bir fırtına çıkmış ve rüzgarın savurduğu bir kum bulutu pirinçlerin üstüne inerek, ufak bir tümsek halinde yığılmış.
kumların altında kalan pirinçlere bakakalan yeniçeriler arasından şakacı bir asker, arkadaşlarına:
-biz allah’ın nimetini taşlı diye beğenmiyorduk, bizim gibi günahkar kullara üç beş taş az bile gelir. asıl şimdi ayıklayın bakalım pirincin taşını. ulu tanrımız, kabe’ye hücum eden fil sahiplerinin başına ebabil kuşlarından taş yağdırmıştı. bizim başımıza da daha büyük taş yağdırmadan hemen tövbe edelim, diyerek arkadaşlarını güldürmüş.
söylentiye göre sinan paşanın askerleri bir gün çölde konaklamış. yemek pişirmek üzere hasır torbalar içindeki mısır pirinçlerini yere serdikleri büyük bir çadırın üstüne dökmüş ve taşlarını ayıklamaya başlamışlar.
bu sırada bir fırtına çıkmış ve rüzgarın savurduğu bir kum bulutu pirinçlerin üstüne inerek, ufak bir tümsek halinde yığılmış.
kumların altında kalan pirinçlere bakakalan yeniçeriler arasından şakacı bir asker, arkadaşlarına:
-biz allah’ın nimetini taşlı diye beğenmiyorduk, bizim gibi günahkar kullara üç beş taş az bile gelir. asıl şimdi ayıklayın bakalım pirincin taşını. ulu tanrımız, kabe’ye hücum eden fil sahiplerinin başına ebabil kuşlarından taş yağdırmıştı. bizim başımıza da daha büyük taş yağdırmadan hemen tövbe edelim, diyerek arkadaşlarını güldürmüş.
bu deyim, kışın karlı ve soğuk havalarda inine kapanarak, tabanlarının altını yalamak suretiyle karın doyurmaya uğraşan ayıların hareketinden alınmadır.
çünkü ayılar kışın arasa da yiyecek bulamaz hareket edecek olsa da, boşuna enerji tüketmiş olur. bunu iyi bilen ayılar kış uykusuna yatar. ayağını yalamakla yetinir yazın gelmesini bekler. başka yapacak bir şeyi yoktur
çünkü ayılar kışın arasa da yiyecek bulamaz hareket edecek olsa da, boşuna enerji tüketmiş olur. bunu iyi bilen ayılar kış uykusuna yatar. ayağını yalamakla yetinir yazın gelmesini bekler. başka yapacak bir şeyi yoktur
söyleşi yapan : gülden aydin - hürriyet
pkk’lı dilaram (29), 1991’de dağa çıktı. örgüt eylemlerinde yer aldı. kalaşnikof’uyla, roketatar ve el bombasıyla kaç kişi öldürdü, bilmiyor. 1996’dan itibaren kandil dağı’ndaki pkk radyosunda çalıştı. 2003’te üç arkadaşıyla birlikte ölümü göze alarak pkk’dan kaçtı. üç yıldır irak’ta yaşıyor. kendisi gibi pkk’dan kaçan kadınlara ulaşması zor olmadı.
o güne kadar hiç konuşulmayan, üstü örtülen gerçekler, bu buluşmalar sırasında karşılıklı itiraf edildi. pkk’dayken bire bir tanık olduğu, birinci ağızlardan öğrendiği abdullah öcalan ve komutanlarının tecavüzleri ile örgüt içi infazları yazmaya karar verdi. anı-roman olarak yazdığı kitabın adı, "özgürlüğe kaçış."
dilaram’la irak’ta görüştüm. kendisi gibi, "örgüt bulduğu anda öldürecek" dediği 100 eski pkk’lıyla diyalog halinde olduğunu öğrendim. irak’ta bulunduğum beş günde 14 kadınla tanıştım, bazılarıyla kitapta geçen olayları konuşma imkanı buldum.
içlerinden sadece dördü yüzlerini gizlemek kaydıyla fotoğraflarını çekmemi kabul etti. abdullah öcalan’la birlikte olduğunu anlatan iki kadın da sadece konuşmayı kabul etti. biri öcalan’ın dayağına ve üç kez tecavüzüne maruz kalmıştı. diğeri ise başkanına itiraz etmeyi aklından bile geçirmemişti.
onları dört gün ve gece boyunca, gaz lambasının aydınlattığı soğuk bir odada sabahlara kadar dinledim. sokakta yankılanan ayak seslerinin pkk’lıya ait olup olmadığını nasıl anladıklarına, nasıl tedirgin olduklarına tanık oldum.
hepsi, pkk ve öcalan’dan nefret ediyordu.
bingöllü sorgûl’ün pkk idam mangası tarafından kurşuna dizilirken söylediği ağıdı hep bir ağızdan ve ağlayarak söylediler. türkiye’yi, köylerini, anne babalarını, kendileri dağa çıktıktan sonra doğan kardeşlerini özlemişlerdi. ama hiçbiri itirafçı olmak istemiyordu.
hepsi cumhurbaşkanı, başbakan ve içişleri bakanı’ndan af bekliyordu. hepsi öcalan’ın 1999’da yakalanmasından sonra pkk’dan kopan 5 bin kişinin çıkacak bir af kanunuyla türkiye’ye döneceğine, iyi vatandaş ve iyi anne baba olacağına inanıyordu.
kadınların çoğu, örgütten birlikte kaçtığı erkek arkadaşıyla evlenmişti. çocuklarına; barış, özlem, umut adını vermişlerdi. artık vatandaşı oldukları irak topraklarında hayatta kalmaya çalışıyorlardı.
hepsinin ortak korkusu, pkk tarafından infaz edilmekti. hepsi kararlıydı. "silah mı, kürdistan mı? asla! bu kadar kandırıldık, bu kadar ihanete uğradık. bir daha asla tetikçi olmayacağız."
dilaram, pkk tarafından öldürüleceğini bile bile yazdığı kitabında geçen ve hálá sağ olan arkadaşlarına pkk’dan bir zarar gelmesin diye kod adlarını değiştirdi. röportaj sırasında bana da örgütte bilinen kod adlarını değiştirerek konuştular.
dilaram, şu günlerde bitirmek üzere olduğu kitabını başta kürtçe yazmaya başladı ama sonra türkçe devam etti. çünkü kitap türkiye’de yayınlansın istiyor.
neden dağa çıktınız?
- 1991 baharıydı. 13 yaşında, kıpır kıpırdım. bir gün ablamla dağa pancar toplamaya gittik. pkk’lıları ilk o zaman gördüm. kadınlar da vardı. önce korktum. çünkü köylüler onlar için dağdaki mahkumlar, diyorlardı. o an, kaderimin değişeceği yer burası, dedim. mutlaka onlarla olmalıydım. tarihini okumuştum ama kürdistan neresi, bilmiyordum. babam, yaşadığımız köy, derdi. pkk’lılar "kürdistan için savaşıyoruz. siz niçin bize katılmıyorsunuz" dediler. akşam dönüşte düşündüm. anneme, dağdaki mahkumlara katılacağımı söyledim. sonra köye gelip bayrak açtılar. muhtarın evinde toplandılar. o gün kararımı verdim. nöbetçi pkk’lıya ben de geliyorum, dedim. yaşın küçük, dedi. amcamın oğlu welad’la katıldık. welad sonra mayına bastı, öldü.
aralarına katıldığınız ilk gün neler oldu?
- evden gizlice kaçmıştım. altınlarımı, en güzel, rengarenk elbiselerimi, çoraplarımı yanıma almıştım. bir de babamın en güzel kalemlerini, misafir odasının duvarındaki heybeyi ve kardeşimin mekabını çalmıştım. heybeye yiyecek doldurmuştum. yüküm ağırdı. benimle alay ediyorlardı. sarı pembeli giysilerim kilometrelerce öteden seçiliyordu. kamuflaj nedir bilmiyordum ki. alacakaranlıktan sabahın 5’ine kadar yürüdük. ikinci gün elime kalaşnikof verdiler. 15 gün sonra babam haber yollamış, kızımı vermezseniz sizi buralarda barındırmam, diye. babam zengin ve sözü geçen bir adamdı. pkk her ay babamdan 50 milyon alıyordu. beni amcama teslim ettiler.
ama tekrar gitmişsiniz.
- beyni yıkanmış gibiydim. babam heder olacaksın dağlarda, dedi. 15 gün sonra halamın, amcalarımın oğullarını topladım, altı akrabamı yanıma alıp tekrar dağa gittim. sonraları ölen bir doktor vardı, kendal. başkanın abdullah öcalan olduğunu söyledi. anlattı şöyle böyle, peygamber diye. kafamda hayal ettim öcalan’ı. elini uzatsa güneşi tutabiliyordu. ayağa kalktığında dağlar, ayaklarının dibinde olacaktı. ilk aylarımda kafamda apo’yu uçan mitolojik bir karakter olarak çizdim. mantıklı düşünecek yaşta değildim. köyden çıkmış, ilkokul mezunu bir kızdım. ancak böyle hayal edebildim. 13 yıl boyunca hep önderlik gerçeğini yani apo’nun çocukluğunu, babasına isyanını, hayatını öğrettiler.
abdullah öcalan’la karşılaştınız mı?
- onlara katıldığım yılın sonbaharında bekaa vadisi’ne eğitime gittim. apo akademide kalmıyordu. evi barliya’daydı. merakla mitolojik kahramanı görmeyi bekledim. apo’yu ne kadar tanrılaştırırsam, örgüte o kadar bağlanmış olacaktım. beni tembihlediler. ne kadar hakaret ederse etsin, doğrudur başkanım, diyeceksin dediler. bekliyordum, hayatımdaki en önemli insanı görecektim. apo’yu görenler bayılırmış. ben de bayılmaktan korkuyordum. derken elli m16’lı koruma ordusuyla geldi. aramızda neden korunduğunu anlayamadım. açık havada, bekaa’da tek sıra halinde diziliydik. afganistan komünistleri, ermeniler, avrupa’dan gelenler de vardı. apo’yu görünce çok şaşırdım. hiç hayalimdeki lider tipine benzemiyordu. iriyarılığı idare ederdi ama göbekliydi.
êkonuştu mu sizinle?
- bana ilk söylediği, "senin baban bir alçak, senin baban bir düşman ajanı, senin baban bir reformist, senin evin bir düşman karakolu. senin kafandaki düşman karakolunu yıkacağız" oldu. öyle bir sevindim ki. kocaman başkan beni, ailemi tanıyor, dedim. eğitim bitti, apo evine gitti. küfürleri iltifat gibiydi. şimdi babam ve ailem benim için kutsal ama o zaman emir verseydi git, babanın kafasına kurşun sık, diye, gözümü kırpmadan babamı, annemi yere sererdim. şimdi silahım olsa kime yönelteceğimi bilirim ama bir daha elime silah almam. geriye baktığımda o hayatı yaşamadım sanki. o dilaram ben değildim.
kaç insan öldürdünüz?
- bilmiyorum.
örgüt içinde yargılandınız mı?
- üç kez. yönetimle zıtlaştım. üç gün sosyal tecrite alındım. kimse benimle konuşmuyordu. birinde çok zorlanmıştım. 1995’ti. yukarıdan gelen, ayrıcalıklı ve çatışmaya hiç katılmayanlar bize iş buyurup duruyorlardı. şunu getir, bunu taşı, diye. hayat çekilmez hale gelmişti. saldırıya yazmışlardı beni zagroslar’daki. mektup yazdım. gideceğim, kafama kurşun sıkıp öleceğim, dedim. zayıf biri değildim. her gün ceset görüyordum, yaralı taşıyordum. ama bu yaşamdan kurtuluşum yoktu. ölmekten başka çarem yoktu. mektubu verdiğim arkadaşım sonucu göze alamayıp yönetime vermiş. telsizle çağrıldık, geri dönün diye. hemen anladım olanları. tabur komutanı bana hakaret etmeye başladı. 15 gün tutuklu kaldım. kimse konuşmuyordu benimle, yemeği ayrı yiyordum. sonra özür dilediler, tepkili olmayayım diye. eski kadroların tepkisinden korkuyorlar.
ayrılmaya o zaman mı karar verdiniz?
- kendimi bir hiç olarak görüyordum. dünyalı değildim. ne mektup, ne haber. ne anne, ne baba... kaçmayıp ne yapacaktım. ama nereye gidecektim?
ne zaman, nasıl kaçtınız?
- 1996’dan itibaren savaşa gitmedim. şemdinli’deki yaralanmadan sonra bir yıl yatalak kaldım. pkk doktorları altı kez ameliyat etti. kandil’de radyoda çalıştım. 1999 ocak’ında ecevit’in konuşmasını duydum. bu sırada eğitim veriyordum. radyonun sesini açtım. işin ciddiyetini anladık. "bu iş bitti" dedik. sonra rehavet başladı. örgüt içi sistem, kadına yaklaşım, infazlar tartışılmaya başladı. bazılarına itibarları, mertebeleri iade edilmeye başladı. bir yerlere kaçsam, kurtulacağımı düşünmeye başladım. iki kadın, şimdiki eşim dahil iki erkek; dört kişi kaçmaya karar verdik. 21 nisan 2001 gecesinde iran tarafına kaçtık. arkamızdan atlarla geldiler ama yakalayamadılar. gizlendiğimiz yerden gördük onları. dört yıldır irak’tayız.
günlük, sıradan yaşama uyumda zorlandınız mı?
- hálá tek başıma alışverişe gidemiyorum. yanımda kimse olmadan dışarı çıkamıyorum. kalabalıklarda başım dönüyor, bayılacak gibi oluyorum. korkularımdan dolayı herhalde.
sizi bulduklarında öldürürler mi?
- onlara karşıt bir pozisyon alırsam, konuşursam elbette.
kitap yazıyor, örgüt içinde olan bitenleri anlatıyorsunuz...
- bu yazdığım kitaptan dolayı hayatım tehlikede. birkaç kez karşılaştım onlarla. henüz yazdığım kitaptan haberleri yok. burada öldürdükleri insanlar var. iran ve suriye kürtlerinden iki kişi örgütten kaçmıştı. yedi ay önce evlerini bastılar. kafalarına kurşun sıkıp gittiler. geçen yıl da pkk’dan kaçan merkez komitesi üyesi sipan’ı öldürdüler.
ne yapacaksınız?
- bilmiyorum. gidip birilerinden koruma talep etmem. irak’ın durumu malum. yeterince kendi güvenlik sorunu var.
yazmamanız için baskı yapanlar oldu mu?
- oldu. ama eşim hep destekledi. işin ucunda ölüm var. fakat sen infaz edilen, tecavüze uğrayan arkadaşlarına kendini borçlu hissediyorsan yazmalısın, diyor. yazarsam bu psikolojiden kurtulacağımı biliyorum.
sizin gibi kaçanlar çok mu burada? hayat şartları nasıl?
- çok var. dört yıl önce 300 kişi kaçıp geldi irak’a. hepsi kandil’den kaçtı. erkekler çoğunlukta. kadınlar daha ürkek. o nedenle kadınlar erkeklerle birlikte kaçıyor. bir kısmı burada evlendi. kaçanlardan bazıları sınır kapılarında insan kaçakçıları tarafından öldürüldü. çoğunun yiyecek ekmeği yok.
dilaram
bu kitabi neden yazdim?
kaçarken mayınlı topraklardan geçtim. yıllarca aynı mevziyi, yemek kabını paylaştığım yoldaşlarım tarafından vurulmayı göze aldım. yaşadıklarımı, acılarımı bir kenara bırakıp kendi sade hayatımı yaşayacaktım. ama vicdanım adına, delirdikten sonra infaz edilen yoldaşlarımın gözlerindeki son çaresiz bakışın borcunu ödemek, apo ve komuta kademesindeki erkeklerin tecavüzüne uğrayan kadınlar için yazmaya başladım. 1992’de en yakın arkadaşlarım, pkk’nın insanlık dışı gaddar sistemine karşı çıktıkları için, aynı gün mahkeme edilip ertesi gün hepimizin gözleri önünde kurşuna dizildiler. iki avuç toprakla cesetlerinin üstü örtüldü. sabah gittiğimizde tilkiler, kurtlar tarafından parçalanıp yendiklerini gördüm. öldürülen her arkadaşımla birlikte benim ruhum ölüyordu. ben o dağların ardında yaşananları yazıyorum. 40 bin kişi öldürüldü diyorlar. bir bakın, eski kadrolardan kimse yok. iç infazlar tahmin edilemeyecek kadar kabarık.
röportajdan sonra gelen vasiyet
biliyorum beni öldürecekler
bu kitaptan sonra beni öldüreceklerini çok iyi biliyorum. ama benim kaybedeceğim bir şey yok ki. insan ölümü aştığında kaybedecek bir şeyi kalmıyor. ben de ölümü birçok kere aştım. bu nedenle korkmuyorum. pkk’da kendime ait olmamamın acizliğinden dolayı intiharı çok düşündüm. ama cesaret edemedim, arkamdan korkak, zayıf ve iradesiz kadın, demelerini istemedim. intiharlar da infazlar kadar çok pkk’da. özellikle kadın intiharları... sana bir vasiyetim var. eğer bu röportajdan sonra bana bir şey olursa, muhakkak yaz. onların yanına bırakmayın. onların birer katil olduğunu bir ben biliyorum bir de onların kendileri. apo için işlemeyecekleri cinayet yok. bir de hiçbir yoldaşımın infazına katılmadım, yoldaşıma kurşun sıkmadım, bu açıdan vicdanım rahat, bu da bilinsin.
habur’u aşsam topraği öpeceğim
köye dönmek istiyorum. annemi, kız kardeşlerimi 15 yıldır görmedim. babamı almak için geçen yıl sınıra gittim. ülkeme uzanan uzun yolları solumak için ağladım. yıllar sonra ilk kez türkiye’ye giden yolları gördüm. içimde bir ses, git, ucunda ölüm olsa bile git, ülkende yaşa, dedi. ben türk düşmanı değildim, ülkeyi bölmek gibi bir hayalim yoktu. durumum netleşecekse, hapse girmeyeceksem gelirim. örgüt üyeliğinden aranıyorum. "dön" çağrısına güvenmediğim için gelmedim. af çıkarılırsa ibrahim halil’i (habur) aştığımda toprağı öpeceğim. türkiye’de işlenmiş bir suçum yok. türkiye’ye hiç inmedim, orada kimseyi öldürmedim. bir gün döneceğimi biliyorum.
tecavüze uğrayan şirnakli evin çildirip kayalara tirmaniyordu
evin, çok güzel, fakir bir köylü kızıydı. masmaviydi gözleri. gece yarısı nöbette pkk’lı bir komutan tecavüz etti. akli dengesini kaybetti. çok tedavi gördü, elektrik şoku verildi. gece yarısı oldu mu kızcağız çıldırıp kayalara tırmanıyordu. herkes biliyordu. tecavüzcü, irak kürdü’ydü. en sonunda evin kaçtı ama kaçarken de mayına bastı. iki bacağını kaybetti. köylüler bulup ailesine teslim ettiler. evin, örgüt içindeki kadının trajik öyküsüdür.
son beş yilda beş bin kişi pkk’dan koptu
türkiye’de af çıkarsa pkk çözülür. çok insan yararlanır bu aftan. herkes evine dönmek, yeni bir hayat kurmak istiyor. burada tanıdığım o kadar çok insan var ki. af çıksa pkk’nın içyüzü ortaya çıkar. toplum rahat nefes alır. itirafçılık olursa insanlar zarar görürler, kimse kimseye güvenmez. af çıkarsa kimi köyünde çiftçilik yapar, kimi ailesine döner. son beş yılda 5 bin kişinin pkk’dan koptuğunu biliyorum. hepsi avrupa’da değil. kimi kayboldu, kimi kaybettirildi, kimi bulaşıkçı, kimi inşaatçı, kimi tuvalet temizliyor. irak’takilerin özel korunması durumu yok. zor durumdalar. memlekete gitmek isteyip de gidememek büyük çöküş. odtü mezunu ama burada inşaatta çalışıyor. bunları kazanmak, türkiye’ye kazandırır.
birbirimize o kadar düşmandik ki başka düşmana ihtiyacimiz yoktu
artık hiçbir şey ve insan uğruna o hayatı bir daha yaşamam. öcalan’a tapmıştım. insanlar yaşadıkça akıllanıyor. onun (abdullah öcalan) kurduğu sistemde birbirimize o kadar düşmandık ki başka düşmana ihtiyacımız yoktu. birbirimizi yok etmek için psikolojik savaş, hakaretin haddi hesabı yok. kadınlar arasında yapılmadık hakaret, dedikodu, ayakoyunu, kariyer uğruna insanları kullanma kalmamıştı. yazdığım, herkesin öyküsü. bana iyi davranmazsan, karşında ateş topu olurum.
bize apo tecavüz etti
birinci kadin
şiddet kullanarak tecavüz eden apo’dan intikamımı komutanlarıyla yatarak aldım
öcalan’ın şam’daki evine yoğunlaştırma evi denir. yoğunlaştırma evi’ne bakire, genç ve güzel kadınlar alınır. vahşi, "çöl güzeli" kızlardan hoşlanırdı ama sarışınlara daha çok ilgi duyardı. ben de yoğunlaştırma evi’ne çağrıldım. apo bir gün beni masaja çağırdı. gittim, ılık su dolu leğendeki ayaklarını yıkadım. hani köy ağaları gibi. beni azarlamaya başladı, bilmiyorum diye. sırtüstü uzandı, şimdi bütün vücuduma, dedi. anladım neler olacağını. çünkü cinsel istek uyandığını gördüm. soyun, dedi. soyundum. iç çamaşırlarını da çıkar, dedi. ayağa kalkıp sarılıp sıkınca korktum. kendimi savunmak için apo’ya vurdum. üç yumruk attı yüzüme ve kafama. küfretti bana. "düşkün, fahişe, rezil kadın. seni özgürleştirmeye, tabulaştırdığın zincirleri kırmaya çalışıyorum" dedi. titrediğimi görünce kovdu beni. "sen kesire’sin. beni onun gibi yok etmek istiyorsun. sen köle kalacaksın!" diye bağırdı. ama bu daha ilk denemeydi. dışarıda bekleyen tecrübeli kadınlar, beni psikolojik olarak hazırlama toplantısına çağırdı. ağladım. içlerinden biri, osmanlı sarayı’ndaki valide sultan gibiydi. beni azarladı. "başkan bizi özgürleştiriyor. sen özgürleşmek istemiyor musun? başkana erkek gözüyle bakıyorsun. o başkan, o zincirlerimizi kıran bir peygamber." beni akşam yemeğinden sonra yine çağırdı apo. bu kez çözümsüzdüm. kime derdimi anlatacaktım? o ana kadar ölüme hiç bu kadar yaklaşmamıştım. bekaretimi aldı. sonraki günlerde iki kez daha sevişti benimle. ben de öcalan’dan intikamımı komutanlarıyla yatarak aldım. çünkü beni gönderirken dağa, "sakın bir erkekle ilişkini duymayayım. benim yetiştirdiğim kadınlar, hiçbir erkekle ilişkiye girmemeli, sonuna kadar bana bağlı kalmalı" dedi. beni infaz etmemelerinin nedeni, öcalan’ın evinde kaldığım için rütbe verilmesi. bu yüzden dokunmadılar bana.
ikinci kadin
meğer özel kadını değilmişim
ben de apo’nun şam’daki yoğunlaştırma evi’nden geçtim. ben direnmedim, karşı koymayı aklımdan geçirmedim. apo, benimle birlikte olduktan sonra çok vaatlerde bulundu. kendimi hep onun için özel, başkanın kendisiyle birlikte olmaya layık gördüğü kadın sandım. çok safmışım. güya gözdesiydim, ayrıcalıklıydım. yıllarca böyle sandım. haber geldi, başkan beni suriye’deki evine çağırıyordu yine. hazırlandım. heyecanlıydım. yolda baktım, başka kadınlar da katıldı. hepsi de güzel ve gençti. o uzun yolculukta birbirlerine anlattıklarına inanamadım. çok sarsılmıştım. bir mola sırasında su içeceğimi söyleyip kaçtım. dağa döndüğümde bana bir şey yapmadılar. ne de olsa başkanla yatma şerefine nail olmuş ayrıcalıklı bir kadın komutandım.
tanıklar anlatıyor
kadinlari kadinlar kurşuna diziyordu
bir insanın doğasına, benliğine aykırı davranması ne kadar zorsa, pkk’da kadın olmak da o kadar zor. çok doğal bir kahkaha, bir erkeğe bakış, bir söz ya da davranış, "kadınlığını pazarlıyor" töhmeti altında kalmak için yeter. kendimizi hep baskı altına alıyorduk.
"erkek işbirlikçisi" deyimi, pkk’da son yıllarda çok yaygındı. yukarıdan gönderilen bir kavram. omuz omuza verdiğin erkek arkadaşlarınla samimi olursan bu suçlamaya maruz kalırsın. cezası ölüme varacak yaptırımlar uygulanır. ama kadınlar öldürülürken erkekler ödüllendirilir. taliban sistemi gibi. karşılıklı bir aşk yaşandığında dişi olan suçludur.
gönüllü kadınlardan idam mangası oluşturuluyordu mahkemeden sonra. idama mahkum edilenin elleri bağlanıyor. kurşuna dizilmeden az önce de gözleri. kadınları kadınlar öldürüyordu.
merkez komitesi’ne ve komutanlığa getirilen kadınların hemen hepsi, kendi cinsine ihanet edenler. her şeyi biliyorlar. hepsi apo’nun evinde kaldı. en çok ezen, hakaret eden de o kadınlardı. yıllarca savaşıp çocuk yaşta evinden ayrılan çok kadın infaz edildi. aşık olduğu için "hain" damgası yiyip öldürüldü.
mardinli rojin hamile birakildi, idam edildi
mardinli rojin’in bir eli yoktu. hamile bırakıldı, üst düzey bir komutan tarafından. sonra da idam edildi. tecavüzcü ise şu an osman öcalan’ın partisinde.
ölmeden önce son isteği çocuğunu doğurmak oldu
yedi aylık hamile ronahi’nin zele’de infaz edildiğini osman öcalan da cemil bayık da iyi biliyor. çünkü onlar karar verdi. 1991’den beri arkadaşımdı. suriye-kamışlılı’ydı. son isteğini sordular. "çocuğumun hayatını bağışlayın. o doğduktan sonra beni idam edin" dedi. suçu, biriyle ilişki kurmasıydı. babasına dokunmadılar. ronahi, karnını kuşakla bağlıyordu ama büyüyünce gizleyemedi. açığa çıktı. infaz manga komutanı, cemil bayık’a, ronahi’nin son isteğini söyledi. cemil bayık, "hayır, idam edin" dedi. karnında bebeğiyle öldürüldü.
mardinli hevidan’a mezarini kazdirdilar
korucu kızı hevidan, çok küçüktü, 12 yaşındaydı. baho ağa’nın aşiretindendi. apo’nun çıkardığı "korucu çocuklarını kaçırıp pkk’lı yapma" kanunuyla kaçırılıp getirilmişti. 1997 temmuz’unda 16 yaşına basmıştı. kaçma planları yaptı ama anlaşıldı, tutuklandı. beni en çok etkileyen, yargılanıp infaz kararı verildikten sonra yapılanlardır. hevidan’ın eline kazma kürek verip mezarını kazdırdılar. temmuz sıcağında çukur açarken söylediği türkü dağlarda yankılanıyordu. son isteği sorulduğunda af dilemedi. "kahrolsun apo" dedi, o köylü kızı. "ahım sizin boynunuzda kalacak!" infaz mangasında tek bacağı protezli siirtli rengin, hevidan’ı gözünü kırpmadan taradı. ölmüyordu bir türlü. kadınlar başını taşlarla ezerek öldürdüler.
eylem intihar etti, sevdiği ’beni kişkirtti’ deyip komutan oldu
eylem’i hiç unutamıyorum. çok yakın arkadaşımdı. siirt, baykanlıydı. çok güzeldi, sarışındı. şakacıydı, bizi güldürürdü. sevdiği erkekle ilişkisi açığa çıktı. 1994 yılıydı. zagroslar’daydık. bahardı. birbirlerine kur yaparken yakalandılar. erkek kaçıp gitti. eylem, avaşin suyu’ndaki bir kayanın üzerine çıkıp beklemeye başladı. kaçıp gideceği, derdini anlatacağı kimse yoktu ki. eylem’i aramaya çıktık. erkekler öndeydi ve ellerinde silahlarla arıyorlardı eylem’i. baktım, eylem, elini yüzünü yıkıyor. kalktı, bize döndü. elinde bomba vardı. sevdiği erkek de aramızdaydı. tek tek yüzümüze baktı, sevdiği yüreksiz adamın gözlerinde durdu uzun uzun. sonra "yaklaşmayın, kimseye zarar vermek istemiyorum" dedi. biliyordu, sonunun ne olacağını. bombanın pimini çekip patlattı. havaya uçtu. vücudunun bazı parçalarını avaşin suyu alıp götürdü. yüreğini, hayallerini, sırlarını da. intihardan sonra yapılan toplantıda eylem’in dişiliğini kullandığı, erkeği ihanete sürüklediği söylendi. o sevdiği erkek ise ayağa kalktı. "beni kışkırttı. beni yoldan çıkarmak için cezbeden bir şeytandı. düzelmem için bir fırsat verilmesini talep ediyorum" dedi. "şak şak" alkışladılar. apo hakkında sloganlar attılar. ben de alkışlayıp sloganlara katıldım. katılmasaydım sonumun ne olacağı belliydi. sevdiği erkek, özeleştiriden sonra ödüllendirildi. eline çok güzel bir silah verildi, komutan oldu. eylem, benim içimde büyük bir yara.
tecavüzcülerin cezalandirildiğini hiç görmedim
tecavüz edenlerin cezalandırıldığına hiç tanık olmadım. tecavüze uğrayan kadın hep susmak zorundaydı. eğer susmazsa erkek, yetkisine yaslanıyordu. merkez komitesi üyelerinden biliyorum, yetkileri nedeniyle istediği kadınla birlikte oldular. kadın asla şikayetçi olamadı. kadın bir raporla bildirmek istese bile o rapor, ancak tecavüzcü komutanının eliyle suriye’ye ulaştırılabilirdi. komutan hiç kendi tecavüzünü yukarıya bildirir mi!
pkk’lı dilaram (29), 1991’de dağa çıktı. örgüt eylemlerinde yer aldı. kalaşnikof’uyla, roketatar ve el bombasıyla kaç kişi öldürdü, bilmiyor. 1996’dan itibaren kandil dağı’ndaki pkk radyosunda çalıştı. 2003’te üç arkadaşıyla birlikte ölümü göze alarak pkk’dan kaçtı. üç yıldır irak’ta yaşıyor. kendisi gibi pkk’dan kaçan kadınlara ulaşması zor olmadı.
o güne kadar hiç konuşulmayan, üstü örtülen gerçekler, bu buluşmalar sırasında karşılıklı itiraf edildi. pkk’dayken bire bir tanık olduğu, birinci ağızlardan öğrendiği abdullah öcalan ve komutanlarının tecavüzleri ile örgüt içi infazları yazmaya karar verdi. anı-roman olarak yazdığı kitabın adı, "özgürlüğe kaçış."
dilaram’la irak’ta görüştüm. kendisi gibi, "örgüt bulduğu anda öldürecek" dediği 100 eski pkk’lıyla diyalog halinde olduğunu öğrendim. irak’ta bulunduğum beş günde 14 kadınla tanıştım, bazılarıyla kitapta geçen olayları konuşma imkanı buldum.
içlerinden sadece dördü yüzlerini gizlemek kaydıyla fotoğraflarını çekmemi kabul etti. abdullah öcalan’la birlikte olduğunu anlatan iki kadın da sadece konuşmayı kabul etti. biri öcalan’ın dayağına ve üç kez tecavüzüne maruz kalmıştı. diğeri ise başkanına itiraz etmeyi aklından bile geçirmemişti.
onları dört gün ve gece boyunca, gaz lambasının aydınlattığı soğuk bir odada sabahlara kadar dinledim. sokakta yankılanan ayak seslerinin pkk’lıya ait olup olmadığını nasıl anladıklarına, nasıl tedirgin olduklarına tanık oldum.
hepsi, pkk ve öcalan’dan nefret ediyordu.
bingöllü sorgûl’ün pkk idam mangası tarafından kurşuna dizilirken söylediği ağıdı hep bir ağızdan ve ağlayarak söylediler. türkiye’yi, köylerini, anne babalarını, kendileri dağa çıktıktan sonra doğan kardeşlerini özlemişlerdi. ama hiçbiri itirafçı olmak istemiyordu.
hepsi cumhurbaşkanı, başbakan ve içişleri bakanı’ndan af bekliyordu. hepsi öcalan’ın 1999’da yakalanmasından sonra pkk’dan kopan 5 bin kişinin çıkacak bir af kanunuyla türkiye’ye döneceğine, iyi vatandaş ve iyi anne baba olacağına inanıyordu.
kadınların çoğu, örgütten birlikte kaçtığı erkek arkadaşıyla evlenmişti. çocuklarına; barış, özlem, umut adını vermişlerdi. artık vatandaşı oldukları irak topraklarında hayatta kalmaya çalışıyorlardı.
hepsinin ortak korkusu, pkk tarafından infaz edilmekti. hepsi kararlıydı. "silah mı, kürdistan mı? asla! bu kadar kandırıldık, bu kadar ihanete uğradık. bir daha asla tetikçi olmayacağız."
dilaram, pkk tarafından öldürüleceğini bile bile yazdığı kitabında geçen ve hálá sağ olan arkadaşlarına pkk’dan bir zarar gelmesin diye kod adlarını değiştirdi. röportaj sırasında bana da örgütte bilinen kod adlarını değiştirerek konuştular.
dilaram, şu günlerde bitirmek üzere olduğu kitabını başta kürtçe yazmaya başladı ama sonra türkçe devam etti. çünkü kitap türkiye’de yayınlansın istiyor.
neden dağa çıktınız?
- 1991 baharıydı. 13 yaşında, kıpır kıpırdım. bir gün ablamla dağa pancar toplamaya gittik. pkk’lıları ilk o zaman gördüm. kadınlar da vardı. önce korktum. çünkü köylüler onlar için dağdaki mahkumlar, diyorlardı. o an, kaderimin değişeceği yer burası, dedim. mutlaka onlarla olmalıydım. tarihini okumuştum ama kürdistan neresi, bilmiyordum. babam, yaşadığımız köy, derdi. pkk’lılar "kürdistan için savaşıyoruz. siz niçin bize katılmıyorsunuz" dediler. akşam dönüşte düşündüm. anneme, dağdaki mahkumlara katılacağımı söyledim. sonra köye gelip bayrak açtılar. muhtarın evinde toplandılar. o gün kararımı verdim. nöbetçi pkk’lıya ben de geliyorum, dedim. yaşın küçük, dedi. amcamın oğlu welad’la katıldık. welad sonra mayına bastı, öldü.
aralarına katıldığınız ilk gün neler oldu?
- evden gizlice kaçmıştım. altınlarımı, en güzel, rengarenk elbiselerimi, çoraplarımı yanıma almıştım. bir de babamın en güzel kalemlerini, misafir odasının duvarındaki heybeyi ve kardeşimin mekabını çalmıştım. heybeye yiyecek doldurmuştum. yüküm ağırdı. benimle alay ediyorlardı. sarı pembeli giysilerim kilometrelerce öteden seçiliyordu. kamuflaj nedir bilmiyordum ki. alacakaranlıktan sabahın 5’ine kadar yürüdük. ikinci gün elime kalaşnikof verdiler. 15 gün sonra babam haber yollamış, kızımı vermezseniz sizi buralarda barındırmam, diye. babam zengin ve sözü geçen bir adamdı. pkk her ay babamdan 50 milyon alıyordu. beni amcama teslim ettiler.
ama tekrar gitmişsiniz.
- beyni yıkanmış gibiydim. babam heder olacaksın dağlarda, dedi. 15 gün sonra halamın, amcalarımın oğullarını topladım, altı akrabamı yanıma alıp tekrar dağa gittim. sonraları ölen bir doktor vardı, kendal. başkanın abdullah öcalan olduğunu söyledi. anlattı şöyle böyle, peygamber diye. kafamda hayal ettim öcalan’ı. elini uzatsa güneşi tutabiliyordu. ayağa kalktığında dağlar, ayaklarının dibinde olacaktı. ilk aylarımda kafamda apo’yu uçan mitolojik bir karakter olarak çizdim. mantıklı düşünecek yaşta değildim. köyden çıkmış, ilkokul mezunu bir kızdım. ancak böyle hayal edebildim. 13 yıl boyunca hep önderlik gerçeğini yani apo’nun çocukluğunu, babasına isyanını, hayatını öğrettiler.
abdullah öcalan’la karşılaştınız mı?
- onlara katıldığım yılın sonbaharında bekaa vadisi’ne eğitime gittim. apo akademide kalmıyordu. evi barliya’daydı. merakla mitolojik kahramanı görmeyi bekledim. apo’yu ne kadar tanrılaştırırsam, örgüte o kadar bağlanmış olacaktım. beni tembihlediler. ne kadar hakaret ederse etsin, doğrudur başkanım, diyeceksin dediler. bekliyordum, hayatımdaki en önemli insanı görecektim. apo’yu görenler bayılırmış. ben de bayılmaktan korkuyordum. derken elli m16’lı koruma ordusuyla geldi. aramızda neden korunduğunu anlayamadım. açık havada, bekaa’da tek sıra halinde diziliydik. afganistan komünistleri, ermeniler, avrupa’dan gelenler de vardı. apo’yu görünce çok şaşırdım. hiç hayalimdeki lider tipine benzemiyordu. iriyarılığı idare ederdi ama göbekliydi.
êkonuştu mu sizinle?
- bana ilk söylediği, "senin baban bir alçak, senin baban bir düşman ajanı, senin baban bir reformist, senin evin bir düşman karakolu. senin kafandaki düşman karakolunu yıkacağız" oldu. öyle bir sevindim ki. kocaman başkan beni, ailemi tanıyor, dedim. eğitim bitti, apo evine gitti. küfürleri iltifat gibiydi. şimdi babam ve ailem benim için kutsal ama o zaman emir verseydi git, babanın kafasına kurşun sık, diye, gözümü kırpmadan babamı, annemi yere sererdim. şimdi silahım olsa kime yönelteceğimi bilirim ama bir daha elime silah almam. geriye baktığımda o hayatı yaşamadım sanki. o dilaram ben değildim.
kaç insan öldürdünüz?
- bilmiyorum.
örgüt içinde yargılandınız mı?
- üç kez. yönetimle zıtlaştım. üç gün sosyal tecrite alındım. kimse benimle konuşmuyordu. birinde çok zorlanmıştım. 1995’ti. yukarıdan gelen, ayrıcalıklı ve çatışmaya hiç katılmayanlar bize iş buyurup duruyorlardı. şunu getir, bunu taşı, diye. hayat çekilmez hale gelmişti. saldırıya yazmışlardı beni zagroslar’daki. mektup yazdım. gideceğim, kafama kurşun sıkıp öleceğim, dedim. zayıf biri değildim. her gün ceset görüyordum, yaralı taşıyordum. ama bu yaşamdan kurtuluşum yoktu. ölmekten başka çarem yoktu. mektubu verdiğim arkadaşım sonucu göze alamayıp yönetime vermiş. telsizle çağrıldık, geri dönün diye. hemen anladım olanları. tabur komutanı bana hakaret etmeye başladı. 15 gün tutuklu kaldım. kimse konuşmuyordu benimle, yemeği ayrı yiyordum. sonra özür dilediler, tepkili olmayayım diye. eski kadroların tepkisinden korkuyorlar.
ayrılmaya o zaman mı karar verdiniz?
- kendimi bir hiç olarak görüyordum. dünyalı değildim. ne mektup, ne haber. ne anne, ne baba... kaçmayıp ne yapacaktım. ama nereye gidecektim?
ne zaman, nasıl kaçtınız?
- 1996’dan itibaren savaşa gitmedim. şemdinli’deki yaralanmadan sonra bir yıl yatalak kaldım. pkk doktorları altı kez ameliyat etti. kandil’de radyoda çalıştım. 1999 ocak’ında ecevit’in konuşmasını duydum. bu sırada eğitim veriyordum. radyonun sesini açtım. işin ciddiyetini anladık. "bu iş bitti" dedik. sonra rehavet başladı. örgüt içi sistem, kadına yaklaşım, infazlar tartışılmaya başladı. bazılarına itibarları, mertebeleri iade edilmeye başladı. bir yerlere kaçsam, kurtulacağımı düşünmeye başladım. iki kadın, şimdiki eşim dahil iki erkek; dört kişi kaçmaya karar verdik. 21 nisan 2001 gecesinde iran tarafına kaçtık. arkamızdan atlarla geldiler ama yakalayamadılar. gizlendiğimiz yerden gördük onları. dört yıldır irak’tayız.
günlük, sıradan yaşama uyumda zorlandınız mı?
- hálá tek başıma alışverişe gidemiyorum. yanımda kimse olmadan dışarı çıkamıyorum. kalabalıklarda başım dönüyor, bayılacak gibi oluyorum. korkularımdan dolayı herhalde.
sizi bulduklarında öldürürler mi?
- onlara karşıt bir pozisyon alırsam, konuşursam elbette.
kitap yazıyor, örgüt içinde olan bitenleri anlatıyorsunuz...
- bu yazdığım kitaptan dolayı hayatım tehlikede. birkaç kez karşılaştım onlarla. henüz yazdığım kitaptan haberleri yok. burada öldürdükleri insanlar var. iran ve suriye kürtlerinden iki kişi örgütten kaçmıştı. yedi ay önce evlerini bastılar. kafalarına kurşun sıkıp gittiler. geçen yıl da pkk’dan kaçan merkez komitesi üyesi sipan’ı öldürdüler.
ne yapacaksınız?
- bilmiyorum. gidip birilerinden koruma talep etmem. irak’ın durumu malum. yeterince kendi güvenlik sorunu var.
yazmamanız için baskı yapanlar oldu mu?
- oldu. ama eşim hep destekledi. işin ucunda ölüm var. fakat sen infaz edilen, tecavüze uğrayan arkadaşlarına kendini borçlu hissediyorsan yazmalısın, diyor. yazarsam bu psikolojiden kurtulacağımı biliyorum.
sizin gibi kaçanlar çok mu burada? hayat şartları nasıl?
- çok var. dört yıl önce 300 kişi kaçıp geldi irak’a. hepsi kandil’den kaçtı. erkekler çoğunlukta. kadınlar daha ürkek. o nedenle kadınlar erkeklerle birlikte kaçıyor. bir kısmı burada evlendi. kaçanlardan bazıları sınır kapılarında insan kaçakçıları tarafından öldürüldü. çoğunun yiyecek ekmeği yok.
dilaram
bu kitabi neden yazdim?
kaçarken mayınlı topraklardan geçtim. yıllarca aynı mevziyi, yemek kabını paylaştığım yoldaşlarım tarafından vurulmayı göze aldım. yaşadıklarımı, acılarımı bir kenara bırakıp kendi sade hayatımı yaşayacaktım. ama vicdanım adına, delirdikten sonra infaz edilen yoldaşlarımın gözlerindeki son çaresiz bakışın borcunu ödemek, apo ve komuta kademesindeki erkeklerin tecavüzüne uğrayan kadınlar için yazmaya başladım. 1992’de en yakın arkadaşlarım, pkk’nın insanlık dışı gaddar sistemine karşı çıktıkları için, aynı gün mahkeme edilip ertesi gün hepimizin gözleri önünde kurşuna dizildiler. iki avuç toprakla cesetlerinin üstü örtüldü. sabah gittiğimizde tilkiler, kurtlar tarafından parçalanıp yendiklerini gördüm. öldürülen her arkadaşımla birlikte benim ruhum ölüyordu. ben o dağların ardında yaşananları yazıyorum. 40 bin kişi öldürüldü diyorlar. bir bakın, eski kadrolardan kimse yok. iç infazlar tahmin edilemeyecek kadar kabarık.
röportajdan sonra gelen vasiyet
biliyorum beni öldürecekler
bu kitaptan sonra beni öldüreceklerini çok iyi biliyorum. ama benim kaybedeceğim bir şey yok ki. insan ölümü aştığında kaybedecek bir şeyi kalmıyor. ben de ölümü birçok kere aştım. bu nedenle korkmuyorum. pkk’da kendime ait olmamamın acizliğinden dolayı intiharı çok düşündüm. ama cesaret edemedim, arkamdan korkak, zayıf ve iradesiz kadın, demelerini istemedim. intiharlar da infazlar kadar çok pkk’da. özellikle kadın intiharları... sana bir vasiyetim var. eğer bu röportajdan sonra bana bir şey olursa, muhakkak yaz. onların yanına bırakmayın. onların birer katil olduğunu bir ben biliyorum bir de onların kendileri. apo için işlemeyecekleri cinayet yok. bir de hiçbir yoldaşımın infazına katılmadım, yoldaşıma kurşun sıkmadım, bu açıdan vicdanım rahat, bu da bilinsin.
habur’u aşsam topraği öpeceğim
köye dönmek istiyorum. annemi, kız kardeşlerimi 15 yıldır görmedim. babamı almak için geçen yıl sınıra gittim. ülkeme uzanan uzun yolları solumak için ağladım. yıllar sonra ilk kez türkiye’ye giden yolları gördüm. içimde bir ses, git, ucunda ölüm olsa bile git, ülkende yaşa, dedi. ben türk düşmanı değildim, ülkeyi bölmek gibi bir hayalim yoktu. durumum netleşecekse, hapse girmeyeceksem gelirim. örgüt üyeliğinden aranıyorum. "dön" çağrısına güvenmediğim için gelmedim. af çıkarılırsa ibrahim halil’i (habur) aştığımda toprağı öpeceğim. türkiye’de işlenmiş bir suçum yok. türkiye’ye hiç inmedim, orada kimseyi öldürmedim. bir gün döneceğimi biliyorum.
tecavüze uğrayan şirnakli evin çildirip kayalara tirmaniyordu
evin, çok güzel, fakir bir köylü kızıydı. masmaviydi gözleri. gece yarısı nöbette pkk’lı bir komutan tecavüz etti. akli dengesini kaybetti. çok tedavi gördü, elektrik şoku verildi. gece yarısı oldu mu kızcağız çıldırıp kayalara tırmanıyordu. herkes biliyordu. tecavüzcü, irak kürdü’ydü. en sonunda evin kaçtı ama kaçarken de mayına bastı. iki bacağını kaybetti. köylüler bulup ailesine teslim ettiler. evin, örgüt içindeki kadının trajik öyküsüdür.
son beş yilda beş bin kişi pkk’dan koptu
türkiye’de af çıkarsa pkk çözülür. çok insan yararlanır bu aftan. herkes evine dönmek, yeni bir hayat kurmak istiyor. burada tanıdığım o kadar çok insan var ki. af çıksa pkk’nın içyüzü ortaya çıkar. toplum rahat nefes alır. itirafçılık olursa insanlar zarar görürler, kimse kimseye güvenmez. af çıkarsa kimi köyünde çiftçilik yapar, kimi ailesine döner. son beş yılda 5 bin kişinin pkk’dan koptuğunu biliyorum. hepsi avrupa’da değil. kimi kayboldu, kimi kaybettirildi, kimi bulaşıkçı, kimi inşaatçı, kimi tuvalet temizliyor. irak’takilerin özel korunması durumu yok. zor durumdalar. memlekete gitmek isteyip de gidememek büyük çöküş. odtü mezunu ama burada inşaatta çalışıyor. bunları kazanmak, türkiye’ye kazandırır.
birbirimize o kadar düşmandik ki başka düşmana ihtiyacimiz yoktu
artık hiçbir şey ve insan uğruna o hayatı bir daha yaşamam. öcalan’a tapmıştım. insanlar yaşadıkça akıllanıyor. onun (abdullah öcalan) kurduğu sistemde birbirimize o kadar düşmandık ki başka düşmana ihtiyacımız yoktu. birbirimizi yok etmek için psikolojik savaş, hakaretin haddi hesabı yok. kadınlar arasında yapılmadık hakaret, dedikodu, ayakoyunu, kariyer uğruna insanları kullanma kalmamıştı. yazdığım, herkesin öyküsü. bana iyi davranmazsan, karşında ateş topu olurum.
bize apo tecavüz etti
birinci kadin
şiddet kullanarak tecavüz eden apo’dan intikamımı komutanlarıyla yatarak aldım
öcalan’ın şam’daki evine yoğunlaştırma evi denir. yoğunlaştırma evi’ne bakire, genç ve güzel kadınlar alınır. vahşi, "çöl güzeli" kızlardan hoşlanırdı ama sarışınlara daha çok ilgi duyardı. ben de yoğunlaştırma evi’ne çağrıldım. apo bir gün beni masaja çağırdı. gittim, ılık su dolu leğendeki ayaklarını yıkadım. hani köy ağaları gibi. beni azarlamaya başladı, bilmiyorum diye. sırtüstü uzandı, şimdi bütün vücuduma, dedi. anladım neler olacağını. çünkü cinsel istek uyandığını gördüm. soyun, dedi. soyundum. iç çamaşırlarını da çıkar, dedi. ayağa kalkıp sarılıp sıkınca korktum. kendimi savunmak için apo’ya vurdum. üç yumruk attı yüzüme ve kafama. küfretti bana. "düşkün, fahişe, rezil kadın. seni özgürleştirmeye, tabulaştırdığın zincirleri kırmaya çalışıyorum" dedi. titrediğimi görünce kovdu beni. "sen kesire’sin. beni onun gibi yok etmek istiyorsun. sen köle kalacaksın!" diye bağırdı. ama bu daha ilk denemeydi. dışarıda bekleyen tecrübeli kadınlar, beni psikolojik olarak hazırlama toplantısına çağırdı. ağladım. içlerinden biri, osmanlı sarayı’ndaki valide sultan gibiydi. beni azarladı. "başkan bizi özgürleştiriyor. sen özgürleşmek istemiyor musun? başkana erkek gözüyle bakıyorsun. o başkan, o zincirlerimizi kıran bir peygamber." beni akşam yemeğinden sonra yine çağırdı apo. bu kez çözümsüzdüm. kime derdimi anlatacaktım? o ana kadar ölüme hiç bu kadar yaklaşmamıştım. bekaretimi aldı. sonraki günlerde iki kez daha sevişti benimle. ben de öcalan’dan intikamımı komutanlarıyla yatarak aldım. çünkü beni gönderirken dağa, "sakın bir erkekle ilişkini duymayayım. benim yetiştirdiğim kadınlar, hiçbir erkekle ilişkiye girmemeli, sonuna kadar bana bağlı kalmalı" dedi. beni infaz etmemelerinin nedeni, öcalan’ın evinde kaldığım için rütbe verilmesi. bu yüzden dokunmadılar bana.
ikinci kadin
meğer özel kadını değilmişim
ben de apo’nun şam’daki yoğunlaştırma evi’nden geçtim. ben direnmedim, karşı koymayı aklımdan geçirmedim. apo, benimle birlikte olduktan sonra çok vaatlerde bulundu. kendimi hep onun için özel, başkanın kendisiyle birlikte olmaya layık gördüğü kadın sandım. çok safmışım. güya gözdesiydim, ayrıcalıklıydım. yıllarca böyle sandım. haber geldi, başkan beni suriye’deki evine çağırıyordu yine. hazırlandım. heyecanlıydım. yolda baktım, başka kadınlar da katıldı. hepsi de güzel ve gençti. o uzun yolculukta birbirlerine anlattıklarına inanamadım. çok sarsılmıştım. bir mola sırasında su içeceğimi söyleyip kaçtım. dağa döndüğümde bana bir şey yapmadılar. ne de olsa başkanla yatma şerefine nail olmuş ayrıcalıklı bir kadın komutandım.
tanıklar anlatıyor
kadinlari kadinlar kurşuna diziyordu
bir insanın doğasına, benliğine aykırı davranması ne kadar zorsa, pkk’da kadın olmak da o kadar zor. çok doğal bir kahkaha, bir erkeğe bakış, bir söz ya da davranış, "kadınlığını pazarlıyor" töhmeti altında kalmak için yeter. kendimizi hep baskı altına alıyorduk.
"erkek işbirlikçisi" deyimi, pkk’da son yıllarda çok yaygındı. yukarıdan gönderilen bir kavram. omuz omuza verdiğin erkek arkadaşlarınla samimi olursan bu suçlamaya maruz kalırsın. cezası ölüme varacak yaptırımlar uygulanır. ama kadınlar öldürülürken erkekler ödüllendirilir. taliban sistemi gibi. karşılıklı bir aşk yaşandığında dişi olan suçludur.
gönüllü kadınlardan idam mangası oluşturuluyordu mahkemeden sonra. idama mahkum edilenin elleri bağlanıyor. kurşuna dizilmeden az önce de gözleri. kadınları kadınlar öldürüyordu.
merkez komitesi’ne ve komutanlığa getirilen kadınların hemen hepsi, kendi cinsine ihanet edenler. her şeyi biliyorlar. hepsi apo’nun evinde kaldı. en çok ezen, hakaret eden de o kadınlardı. yıllarca savaşıp çocuk yaşta evinden ayrılan çok kadın infaz edildi. aşık olduğu için "hain" damgası yiyip öldürüldü.
mardinli rojin hamile birakildi, idam edildi
mardinli rojin’in bir eli yoktu. hamile bırakıldı, üst düzey bir komutan tarafından. sonra da idam edildi. tecavüzcü ise şu an osman öcalan’ın partisinde.
ölmeden önce son isteği çocuğunu doğurmak oldu
yedi aylık hamile ronahi’nin zele’de infaz edildiğini osman öcalan da cemil bayık da iyi biliyor. çünkü onlar karar verdi. 1991’den beri arkadaşımdı. suriye-kamışlılı’ydı. son isteğini sordular. "çocuğumun hayatını bağışlayın. o doğduktan sonra beni idam edin" dedi. suçu, biriyle ilişki kurmasıydı. babasına dokunmadılar. ronahi, karnını kuşakla bağlıyordu ama büyüyünce gizleyemedi. açığa çıktı. infaz manga komutanı, cemil bayık’a, ronahi’nin son isteğini söyledi. cemil bayık, "hayır, idam edin" dedi. karnında bebeğiyle öldürüldü.
mardinli hevidan’a mezarini kazdirdilar
korucu kızı hevidan, çok küçüktü, 12 yaşındaydı. baho ağa’nın aşiretindendi. apo’nun çıkardığı "korucu çocuklarını kaçırıp pkk’lı yapma" kanunuyla kaçırılıp getirilmişti. 1997 temmuz’unda 16 yaşına basmıştı. kaçma planları yaptı ama anlaşıldı, tutuklandı. beni en çok etkileyen, yargılanıp infaz kararı verildikten sonra yapılanlardır. hevidan’ın eline kazma kürek verip mezarını kazdırdılar. temmuz sıcağında çukur açarken söylediği türkü dağlarda yankılanıyordu. son isteği sorulduğunda af dilemedi. "kahrolsun apo" dedi, o köylü kızı. "ahım sizin boynunuzda kalacak!" infaz mangasında tek bacağı protezli siirtli rengin, hevidan’ı gözünü kırpmadan taradı. ölmüyordu bir türlü. kadınlar başını taşlarla ezerek öldürdüler.
eylem intihar etti, sevdiği ’beni kişkirtti’ deyip komutan oldu
eylem’i hiç unutamıyorum. çok yakın arkadaşımdı. siirt, baykanlıydı. çok güzeldi, sarışındı. şakacıydı, bizi güldürürdü. sevdiği erkekle ilişkisi açığa çıktı. 1994 yılıydı. zagroslar’daydık. bahardı. birbirlerine kur yaparken yakalandılar. erkek kaçıp gitti. eylem, avaşin suyu’ndaki bir kayanın üzerine çıkıp beklemeye başladı. kaçıp gideceği, derdini anlatacağı kimse yoktu ki. eylem’i aramaya çıktık. erkekler öndeydi ve ellerinde silahlarla arıyorlardı eylem’i. baktım, eylem, elini yüzünü yıkıyor. kalktı, bize döndü. elinde bomba vardı. sevdiği erkek de aramızdaydı. tek tek yüzümüze baktı, sevdiği yüreksiz adamın gözlerinde durdu uzun uzun. sonra "yaklaşmayın, kimseye zarar vermek istemiyorum" dedi. biliyordu, sonunun ne olacağını. bombanın pimini çekip patlattı. havaya uçtu. vücudunun bazı parçalarını avaşin suyu alıp götürdü. yüreğini, hayallerini, sırlarını da. intihardan sonra yapılan toplantıda eylem’in dişiliğini kullandığı, erkeği ihanete sürüklediği söylendi. o sevdiği erkek ise ayağa kalktı. "beni kışkırttı. beni yoldan çıkarmak için cezbeden bir şeytandı. düzelmem için bir fırsat verilmesini talep ediyorum" dedi. "şak şak" alkışladılar. apo hakkında sloganlar attılar. ben de alkışlayıp sloganlara katıldım. katılmasaydım sonumun ne olacağı belliydi. sevdiği erkek, özeleştiriden sonra ödüllendirildi. eline çok güzel bir silah verildi, komutan oldu. eylem, benim içimde büyük bir yara.
tecavüzcülerin cezalandirildiğini hiç görmedim
tecavüz edenlerin cezalandırıldığına hiç tanık olmadım. tecavüze uğrayan kadın hep susmak zorundaydı. eğer susmazsa erkek, yetkisine yaslanıyordu. merkez komitesi üyelerinden biliyorum, yetkileri nedeniyle istediği kadınla birlikte oldular. kadın asla şikayetçi olamadı. kadın bir raporla bildirmek istese bile o rapor, ancak tecavüzcü komutanının eliyle suriye’ye ulaştırılabilirdi. komutan hiç kendi tecavüzünü yukarıya bildirir mi!
son günlerde yaşanan terör olayları ve güneş harekatı’nın ardından tanrının kuruyan gözyaşları adında bir şiir yazmıştır.
sezen aksu’nun son günlerde yaşanan terör olayları ve tsk’nın kuzey irak’a başlattığı kara harekatının ardından yazdığı şiir..
bu korkunç kuraklık
boynu bükük buğday başakları
bu çorak toprak, bu susuzluk
tanrı’nın kuruyan gözyaşları
*
bir büyük gözaltı hayatımız
ölü çocuklar coğrafyasında
kayıplar destanı hikayemiz
melekler anaların dilsiz yasında
*
bebeler ergen doğuyor
ninniler kahramanlık masalları
yaşayan bu kanlı haritada
taşırken iki büklüm onca yası
*
bu korkunç bataklık
yutuyor körpe tomurcukları
dört kitap yazıyor
bu korkunç kuraklık
boynu bükük buğday başakları
bu çorak toprak, bu susuzluk
tanrı’nın kuruyan gözyaşları
*
bir büyük gözaltı hayatımız
ölü çocuklar coğrafyasında
kayıplar destanı hikayemiz
melekler anaların dilsiz yasında
*
bebeler ergen doğuyor
ninniler kahramanlık masalları
yaşayan bu kanlı haritada
taşırken iki büklüm onca yası
*
bu korkunç bataklık
yutuyor körpe tomurcukları
dört kitap yazıyor
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?