confessions
  1. toplam entry 747
  2. takipçi 1
  3. puan 16207

cumhuriyetçilik

evrendeki en mutevazi insanim
cumhuriyetcilik
cumhuriyet bir devlet bicimidir. cumhuriyette esas olan ilk oge, devlet baskaninin belli bir sure icin secilerek is basina gelmesidir. bu bakimdan cumhuriyet, basta bir hukumdarin bulundugu devlet bicimlerinden (monarsilerden) ayrilir. monarsilerde devletin basi, belli bir aile icinden cikar, normal kosullar altinda, olunceye kadar is basinda kalir. yerine gene ayni aileden bir baskasi gelir. her monarside, aile icinden kimin hukumdar olacagi belli bazi kurallara gore saptanir. cumhuriyette devlet baskani belli bir sure icinde secimle is basina gelince, ileri gelen diger kisilerin de secimle belirlenmesi gerekir. bunlar genellikle o toplumda yasa koyacak kimselerdir.

gerek devlet baskaninin, gerek yasa koyma yetkisine sahip olanlarin secimle is basina gelmesi sartinin kabulu ile cumhuriyet tam anlamiyla belirmis sayilmaz. simdi sorun secim uzerinde dugumlenecektir. secime kimler katilacaktir? belli bir grup vatandasa secme ve secilme hakki verilirse belki dis gorunusu bakimindan bir cumhuriyetle karsilasilir. boyle cumhuriyetler ilkcag yunan kent devletlerinde, bazi ortacag italyan ve alman bolgelerinde (venedik, ceneviz cumhuriyetleri, hansa kentleri gibi) gorulmustur. bu tur eski cumhuriyetlerde secime katilma hakki sadece belli bir grup vatandasa verilmisti. onlar, yaptiklari secimle is basina gelen kadroya dayanarak tum toplumu yonetiyorlardi. bugunku anlayisimiza gore bu tur cumhuriyetler amaca uygun birer rejim degillerdir. onlara aristokratik veya oligarsik cumhuriyetler denilir.
demek ki, cumhuriyet biciminin amaca uygun olarak gerceklesmesi icin, belli bir olgunluk yasina gelmis her vatandasin secime katilmasi gerektir. bu anlamiyla cumhuriyetler amerika birlesik devletleri’nin kurulmasi ile dogmaya ve ancak buyuk fransiz inkilâbindan sonra yayilmaya baslamistir. gerci unlu dusunurler cumhuriyeti cok onceden kafalarinda kurmus ve tanimlamislardir. ancak uygulama xix. yuzyilin sonuna dogru ortaya cikmistir. secme ve secilme hakkinin tum vatandaslara taninmasi ve uygulamaya gecilmesiyle gercek cumhuriyet kurulmus ve islemeye baslamistir. ancak bu devlet bicimini daha iyi ve koklu olarak yasatmak, secimin demokrasi sartlan icinde yapilmasi ile mumkundur. yukarida demokrasinin tanimi gorulmustu, iste gercek cumhuriyet demokratik hayatla gerceklesir.
osmanli devleti, bir cumhuriyet degildi. padisahlar osmanli ailesi icinden cikarlardi. devleti ve milleti yonetme yetkisi kesinlikle padisahindi. gerci mesrutiyet doneminde halkin oyu ile secilmis meclisler vardi. ancak bu meclisler padisahin ustunde degildi, tersine, padisah bunlarin, yani millet isteginin uzerinde idi. son karar, son soz kesinlikle padisahindi.
bu yonetim biciminin sakincalarini yasanilan turlu olaylar gostermistir. ataturk, cumhuriyet ilâni ile devlet icinde karar verecek en yetkili ve son makam olarak milletin tanindigini belirtmistir.
ataturk, bir cumhuriyet âsigi idi. daha kimse bu kelimeyi agzina alamazken, genc mustafa kemal, padisahlik rejimine karsi cekinmeden saltanatin kaldirilip cumhuriyetin kurulmasi geregini soyleyebiliyordu. hele millî mucadeleye baslarken bunu acikca belirtmisti. erzurum kongresi’nin acilacagi gunlerde yakin arkadaslarina cumhuriyetin kurulacagini anlatiyordu. nihayet bilinen asamalardan sonra cumhuriyet rejimine kavustuk. kisisel saltanata son verildi.
ataturk, cumhuriyeti demokrasi icinde isleyen en ideal bir rejim olarak gormektedir. o soyle soyluyor: "demokrasinin butun anlamiyla ideali, milletin tamaminin ayni zamanda yoneten durumda bulunabilmesi, hic olmazsa devletin son iradesini yalniz milletin ifade etmesini ve belirtmesini ister. ne yazik ki, milletlerin nufus coklugu, dusunce egitimi duzeyleri, idealin uygulanmasinda, idealden busbutun yoksunluga yol acacak ihtiyatsizliklardan kacinmayi gerektirmektedir. su duruma gore demokrasi ilkesinin en modern ve mantiksal uygulamasini saglayan hukumet bicimi, cumhuriyettir. cumhuriyette son soz, milletce secilmis meclisindir. millet adina kanunlari o yapar. hukumete guven oyu verir, ya da vermez, onu dusurur. millet vekillerinden hosnut kalmazsa baskalarini secer. cumhuriyette meclis, cumhurbaskani ve hukumet bilirler ki, kendilerini iktidar ve yetki yerine belli bir zaman icin getiren, irade ve egemenligin sahibi olan millettir. gucunun ve yetkisinin tanridan geldigini ve yalniz ona karsi ahirette hesap verebilecegini varsayan ve devleti, ulkeyi kendine mirasla kalmis bir malikane kabul eden bir hukumdar, kendini her turlu sinirlamadan uzak gorur. boyle bir yonetimde milletin benligi, ozgurlugu soz konusu dahi olamaz. su duruma gore, yetkileri sinirli dahi olsa, hukumdarlik bicimi demokrasiye, millî egemenlik ilkesine uygun degildir".
pek iyi anlasiliyor ki, ataturk, halkin kendini dogrudan dogruya yonetmesi demek olan demokrasiyi en ideal devlet bicimi kabul etmektedir. ancak butun bilginlerin de soyledikleri gibi, halk kendini dogrudan dogruya yonetemez, cunku bugun milyonlarca kisinin bir araya gelerek her zaman devlet islerini yurutmeleri mumkun degildir. oyle ise demokrasiyi gerceklestirmek ancak cumhuriyetle mumkundur. cumhuriyette millet, yoneticileri belirli bir zaman icin secer, belli bir sure gecince, hosnut kalmamissa, onlari gorevden uzaklastirir, iste cumhuriyet demokrasisi budur. bu rejimin kisisel saltanattan cok daha iyi oldugu kuskusuzdur.
ataturk, belli kisilerin secimle is basina gelip, bir daha iktidardan ayrilmamasi demek olan fasizm ile, milletin tumune degil de, sadece birkac tabakaya dayanarak millet egemenligini reddeden bolsevizm’e karsi cok acik bir cephe almistir. her iki rejimin gelistigi bir donemde millet egemenligine dayali cumhuriyete siki sikiya bagli kalmasi, yalniz bizim icin degil, tum insanlik icin bir kivanc kaynagidir.
ataturk’e gore, "turk ulusunun tabiatina ve geleneklerine en uygun olan yonetim, cumhuriyet yonetimidir". ataturk, demokrasinin osmanli saltanati icinde yeseremedigini acikca gormustur. demokrasi ancak cumhuriyetle koklesip gelisebilirdi. bunun icindir ki, turk devriminin bas ilkeleri arasinda cumhuriyetcilik sayilmistir. ulusun kendi yonetimi olan cumhuriyete icten baglilik, yucelme yolunu asmanin bas sartidir.

devletçilik

evrendeki en mutevazi insanim
ataturk ilkelerinin arasinda bulunan devletcilik, bir ekonomi siyasetidir.
devletcilik, temel anlamiyla devletin ekonomik hayatin icine girmesidir. ama bu yapilirken sosyalist model benimsenemez. elinde sermayesi olan vatandaslar, birkac alan disinda, diledikleri bicimde uretime katilabilirler. devlet bunlara engel olmadigi gibi ustelik gereken tedbirleri alarak islerini kolaylastirir, kisileri uretim ve ticaret isine ozendirir.
ancak bilindigi gibi, hizla sanayilesme cumhuriyetin ilk hedeflerindendi. buyuk temel sanayi kuruluslari yapmak icin ozel ellerde sermaye yoktu. bu yuzden devletcilik dogdu. devlet pek cok sanayi isletmesini kendisi kurdu, calistirdi ve gelistirdi. bir yandan da uyguladigi para ve kredi politikasi ile ozel kisileri basibos birakmadi. boylece devlet ile vatandas, uretim isini birlikte duzenlediler. bu isbirligi sonucu turkiye ornek bir ulke durumuna gelmisti. son arastirmalar, turkiye’nin 1930 yilina kadar uyguladigi devletcilik siyaseti ile en hizli kalkinan uc ulke arasina girdigini gostermektedir. 1929 yilinda, 100 olan turkiye ve dunya sanayi uretim indeksi, 1939’da turkiye’de 196’ya erismistir. dunya ortalamasi ise 119’dur. bu gelisme tablosunda turkiye’nin yeri, rusya ve japonya’dan sonra gelmektedir. boylece 1927’de 1000 olan ulusal gelirimiz, hizli nufus artisina ragmen, 1939’da 1625’e yukselmistir.
sermayesi olmayan, disaridan yardim almayan, kaynaklari sinirli, teknolojisi geri turkiye’nin 1939 yilina kadar sagladigi bu gelisme ataturk’un akilci ve uluscu goruslerinin bir eseridir. o, ozel girisimleri desteklerken, devleti de ekonomik hayata katmis, her iki alan birbirlerini tamamlamislardir.
ikinci dunya savasi’nin cikmasi uzerine bu gelisme durdu. savas sonrasinda ise devletcilik ilkesi yeniden ve amaca uygun bicimde isletilip ihtiyaclara gore duzenlenmedi, politika araci yapildi. bu yuzden ozel alanla devlet alani arasindaki denge bozuldu ve ekonomik hayata bir karga sa geldi.
ataturk’un bas ilkelerinden devletcilik, turkiye’yi ekonomik bakimdan kalkindiracaktir, yeter ki gerektigi gibi uygulanabilsin.

halkçılık

evrendeki en mutevazi insanim
bir ulusu olusturan, cesitli mesleklerin ve toplumsal gruplarin icinde bulunan insanlara halk denir. bu akimdan halkcilik ilkesi hem
cumhuriyetcilik hem de ulusculuk ilkelerinin zorunlu bir sonucudur.
ataturk’e gore ulus ile halk aslinda tek anlama gelmektedir. halkcilik ise millet icindeki cesitli insan gruplarinin cikarina ve yararina bir siyaset izlenmesi, halkin kendi kendini yonetmeye alistirilmasidir.
halkcilik, cumhuriyetciligin dogal bir sonucudur denildi ki, bu cok dogrudur. cumhuriyet, halkin kendi yoneticilerini kendi icinden secmesi anlamina gelmektedir. boylece cumhuriyet rejimi, bir halk rejimi olmaktadir.
ayni bicimde, halkcilik, ulusculugun de bir sonucudur. ulus halktan olustuguna gore, ulusculuk, turk halkinin mutlulugu icin calismak, ortak gecmise ve gelecege halkla birlikte baglanmak demektir.
ataturk, daha tbmm acilir acilmaz, yeni kurulan devletin bir halk devleti oldugunu belirten pek cok konusmalar yapmistir. artik halk, bir kisi tarafindan yonetilmemekte, kendi kendini yonetmektedir.
halkcilik ilkesinin uygulanmasi ayrica, toplumda hic kimsenin digerinden ustun olmamasinin, kanun onunde kesin esitligin kabulu anlamina da gelmektedir. gercek halkcilikta hicbir toplumsal gruba, zumreye ayricalik taninmaz. halk her bakimdan birbirine esit kimselerden olusur.
bugun bazi rejimler halki yalniz belli bir grup insandan ibaret saymaktadirlar. bu rejimlerin adi olan halk cumhuriyeti yanilticidir. cunku sadece belli bir grup halkin devleti anlamina gelmektedir. gercek budur. ama ataturkcu halk devletinin uzaktan yakindan boyle bir anlam tasimadigi ve belirtmedigi hemen soylenmelidir.
ataturkcu halk devleti, turk halkinin tumunu, yani turk ulusunu kapsamina alir. boyle bir halkcilik anlayisi, gercek demokrasinin kurulmasi icin gerekli olan ortami en iyi bicimde hazirlar.

ulusculuk

evrendeki en mutevazi insanim
ait oldugu ulusun varligini surdurmesi ve yuceltmesi icin diger bireylerle birlikte calismaya, bu calismayi ve bilinci, diger kusaklara da yansitmaya "ulusculuk" denilir. su tanima gore ulusculugun en onemli ogesi "ulus" olmaktir. oyle ise ulus nedir?
bir insan topluluguna ulus diyebilmek icin bazi niteliklerin o toplumda olup olmadigi saptanmalidir. bazi anlayis bicimlerine gore, bir toplulugun ulus sayilabilmesi icin irk birligi yetisir. bu eksik bir gorustur. ayni irktan olmadiklari halde bugun ulusluklari tartisilmaz topluluklar vardir, isvicreliler ve amerikalilar gibi, bazilarina gore ise ulus olmanin bas sarti ayni dili konusabilmektir. bu da her zaman dogru sayilamayacak bir gorustur. isvicre’de uc ayri dil konusulur ama butun isvicreliler bir ulusturlar. buna karsilik ayni dili konusan pek cok arap ulusu vardir. iraklilar ile faslilar ayni dili konustuklari halde aralarinda buyuk farklar bulunur, ikisi de ayri birer ulus sayilabilirler.
kimileri de ulus olmanin bas sarti olarak din birligini kabul ederler. kuskusuzdur ki, artik bu da savunulamaz bir gorustur. bugun dunyanin en buyuk milletlerinden sayilan japonlarin icinde cok cesitli dinler vardir. gene ayri birer din gibi kabul edilebilecek katoliklik ile protestanlik almanya’da, amerika’da yan yana yasamaktadir. ama ayni dinden olduklari halde muslumanlar hicbir zaman tek ulus sayilamamislardir.
oyle ise sayilan butun bu sartlar bir insan toplulugunun ulus olmasina yetmemektedir. ayni toprak parcasi ustunde yasayan insanlarin ulus olmasi icin ilk sart, ortak bir gecmise, kader birligine, ortak bir gelecek hedefine sahip olmaktir. bu, en tutarli ve gecerli gorustur. ulus bagi boylece maddi olmaktan cok manevi bir iliskidir. bu gorusu benimseyen ataturk, ulusu soyle tanimlamaktadir: bir insan toplulugunun ulus sayilabilmesi icin "zengin bir hatira mirasina, birlikte yasamak hususunda ortak istekte samimi olmaya, sahip olunan mirasin korunmasini birlikte surdurebilmek konusunda iradelerin ortak bulunmasina, gelecekte gerceklestirilecek programin ayni olmasina, birlikte sevinmis, birlikte ayni umitleri beslemis olmaya" ihtiyac vardir, iste bu ana sartlari tasiyan bir insan toplulugu ulus sayilir. gene ataturk’e gore, bu sartlarin dogal sonucu, ortak ulusal bir dusunce, ideal ve en onemlisi ortak dilin ortaya cikmasidir. gerci dil birligi ulus olmanin bas sarti degildir ama insanlari dusunce, ruh ve kultur acisindan birbirine baglayan ana dilin, pek cok ulusta tek oldugunu da unutmamak gerekir.
goruluyor ki, ataturk, turk ulusunu irk veya din esasi uzerine oturtmamistir. zaten akilci bir yaklasimla buna imkân da yoktur, ozellikle anadolu’daki turk topluluklari baska irklarla, yuzlerce yildan beri kaynasmis durumdadirlar. anadolu’nun uygarliklari birbirine baglayan bir bag olmasi bu sonucu dogurmustur.
ataturk’un ulus anlayisi akilci ve insancildir. ataturk’e gore bir ulusu baska uluslardan ayiran nitelikler vardir. her ulus kendi yetenekleri, kulturu ve imkânlari cercevesinde kendini digerlerine kabul ettirmek ve mutlu yasamak zorundadir, iste bir ulusun bireylerinin bu bicimdeki davranislari ulusculuktur. turk ulusculugunun amaci, turk’un her alanda yukselmesi, yucelmesidir.
ataturk’e gore, "asil olan ulustur, ilham ve guc kaynagi ulusun kendisidir. bir ulus icin mutluluk olan bir sey, diger bir ulus icin felâket olabilir. ayni sebepler ve sartlar birini mutlu ettigi halde, digerlerini mutsuz kilabilir", oyle ise, her ulus akil ve bilim yolu ile yalniz kendi degerlerini ve cikarlarini bulmalidir. "turk uluscusu, gelisme ve ilerleme yolunda ve uluslararasi iliskilerde butun cagdas uluslara paralel olarak, onlarla bir uyum icinde yuruyecektir. ama bunu yaparken turk ulusunun ozelliklerini, bagimsiz kisiligini koruyacaktir. turk uluscusu diger uluslarin hakkina, bagimsizligina saygi gosterecektir. ancak boylelikle diger uluslardan de saygi gorecektir. kimsenin yurdunda gozumuz yoktur. cunku her ulusun yurdu kutsaldir. turk, buyuk gucunu ancak haklarina saldiri oldugu zaman kullanacaktir".
ataturk, butun uluslara saygi duyar, ama onlarin hepsinin ustunde kendi ulusunu gorur. ataturk, tarih alanindaki olaganustu calismalariyla turk’un gecmisini aydinlatarak bu goruse erismistir. boylesine ustun bir ulusun yurdu da kutsaldir. vatan sevgisi, ulusculugun onde gelen ogelerindendir; "vatanimiz, turk ulusunun eski ve yuksek tarihi ve topraklarinin derinliklerinde varliklarini surduren eserleri ile bugunku yurttur. vatan hicbir kayit ve sart altinda ayrilik kabul etmez ve butundur".
mademki vatan kutsaldir ve bir butundur, oyle ise "memleketi dogu ve bati diye ikiye ayirmak dogru degildir". cunku yurdumuz kutsaldir. "yurt topragi, sana her sey feda olsun. kutlu olan sensin. hepimiz senin icin fedaiyiz. fakat sen, turk ulusunu ebedi hayatta yasatmak icin feyizli kalacaksin".
ataturk’un turk ulusculugu uzerinde bu kadar cok durmasinin derin sebepleri vardir. bu sebepler de gene tarihten kaynaklanmaktadir.
turklerin dunya tarihine ve uygarliklara yaptigi hizmetler azimsanamaz. ama, turklerin kurdugu en buyuk, en gorkemli devletlerden osmanli imparatorlugu’nun yapisi, tam bir ulusculuk anlayisinin dogmasina imkân vermemistir.
osmanli imparatorlugu’nda her bakimdan birbirinden farkli cok cesitli uluslar yasardi. bunu biliyoruz. xviii. yuzyil sonlarina kadar dunyada ulus ilkesi pek bilinmiyordu. gerci devletler kuran uluslar, kendi yasama bicimlerini, kulturlerini, anlayislarini gelistiriyor, dillerini kullaniyorlardi, bagimsizliklarini koruyorlardi. ancak bunlari belli bir ulusa bagli olma bilinci icinde degil, belki toplumsal bîr zorunluluk olarak yapiyorlardi. ulusa benlik veren ulusculuk degil, din idi. her ulus mensup oldugu dinin buyruklarina ve kaliplarina uyarak yasiyordu.
xvii. yuzyildan itibaren bati’da iyice guclenen akilcilik, ayni zamanda ulusculugu dogurmustur. sermayenin feodaliteye sigmamasiyla birlikte ulusculuk da bati’da geliserek siyasal hayata girdi. xviii. yuzyil sonunda cikan fransiz ihtilâl ve onu izleyen buyuk devrimle, ulus devlet ve dolayisiyle ulusculuk hizla butun dunyaya yayilmaya basladi.
ozellikle cok uluslu devletler icin ulusculuk akimi bir felâketti. ulusculuk akiminin cok uluslu bir devlet olan osmanli imparatorlugu icin onem tasimis, imparatorluk sinirlan icinde yasayan ve turk olmayan cesitli uluslar bagimsizlik istegi ile ayaklandilar. osmanli devlet adamlari buna karsi bir care aradilar: din ayrimini kaldirarak ulkede yasayan herkesi "osmanli" ilân ettiler. ama bu kesin bir cozum yolu degildi. ulusculuk bir buyuk akimdi ve bu hareketi boyle bir davranisla onlemek mumkun degildi. nitekim ulkede yasayan uluslar birer ikiser ayaklanarak osmanli yonetiminden kopuyor, kendi ulus devletlerini kurarak bagimsizliklarini ilân ediyorlardi.
bu durum karsisinda bazi turk dusunurleri ulusculuk akiminin onlenemeyecegini anlamaya basladilar. simdi yapilmasi gerekli olan, elde kalan ve uzerlerinde turklerin yasadigi vatan topraklarim, yeni ulusal devletlerin satasmalarindan kurtarmakti. hic degilse bundan sonra turk vatanina sahip cikmaliydi. boylece, imparatorluk sinirlan icinde yasayan cesitli uluslar arasinda en son, turklerin ulusculuk anlayisi dogmustur. bu da xx. yuzyil baslarina denk dusmektedir.
turk ulusculugu dogarken, yalniz turklerin degil, butun muslumanlarin tek ulus olmasi geregini ileri surenler de cikti. ama musluman osmanli vatandasi olan araplarin birinci dunya savasinda, dusmanlarimizla is birligi yaparak bizi arkadan vurmalari, ulusun dine dayandirilamayacagini cok acik ve aci bicimde gostermistir.
ataturk, yeni turk devleti’ni kurdugu vakit durum bu idi. butun ulusa turklugunu anlatmak, gostermek, bu cok onemli konu uzerinde durmak gerekiyordu. artik cok uluslu osmanli devleti tarihe karismisti. anadolu’da ve dogu trakya’da yalniz turkler yasiyordu. onemli bir tarihe sahip olan turkler, artik turkiye’de en yuksek oranda cogunlukta idiler. ulus devlet kurulabilirdi. bu bolumun basinda belirtildigi gibi, her ulus kendi yucelmesini, kendi yetenekleriyle saglar. bunun icin de katiksiz bir ulusculuk gereklidir.
ataturk, yasadigi surece hep turk ulusculugunu gelistirmeye calismistir. "ne mutlu turkum diyene" sozu, milletimiz yasadikca anlami yucelecek cok ustun bir gorusun simgesidir.

devrimcilik

evrendeki en mutevazi insanim
devrim, bir toplumun onemli kurumlarini kisa bir sure icinde degistirip kendini yenilestirmesi atilimidir. tarihte onemli, buyuk inkilâplar gorulmustur. ataturk yonetimindeki turk ulusu da tarihteki en onemli inkilâplardan birini gerceklestirmistir.
bir toplumda durup dururken inkilâp yapilmaz, inkilâplarin tarihten gelen buyuk sebepleri vardir. turkler bir zamanlar cagin onemli devletlerinden birini kurmuslardi. bu devlet yuzlerce yil dunyanin sayili guclerinden biri olarak kaldi. ama bati’da gelisen akil ve bilim cagina ayak uyduramadigi icin geride kalmaya, gucsuzlesmeye basladi. cok uluslu bir yapida oldugundan milli bir birlik kuramadi. devleti kurtarmak isteyenler, hep eski duzen ve belli kaliplar icinde degisiklikler yaptilar. oysa yapiyi degistirmek gerekti ve bu kacinilmazdi.
birinci dunya savasi sonu yenilgi ve parcalanma, ataturk’e, turk milletini bir araya getirip mucadele etme ve yapiyi yenileme dusuncesini ve bunu gerceklestirme azmini vermistir. eski yapiyi yeniden kurmak mumkun olmadigi icin ardarda buyuk inkilâplar yapilmistir.
ataturk’e gore "inkilâp milletin esenligi icin halk adina yapildi". "yaptigimiz ve yapmakta oldugumuz inkilâplarin amaci, turkiye cumhuriyeti halkini tamamen modern ve butun anlami ve bicimiyle uygar bir toplumsal heyet durumuna getirmektir". oyleyse inkilâp, modernlesme ve cagdas uygarlik duzeyine ulasmak icin yapilacaktir. gercekten, gordugunuz buyuk yenilik hareketleri, hep inkilâpci bir tutum ve davranisla yapilmistir.
turk milleti iyiye, dogruya, guzele daha fazla yaklasmak, bunlara erismek icin inkilâpciliga bagli ve tam bir inkilâpci olarak kalmalidir. oyleyse inkilâpcilik nedir? ataturk’e gore, "gercek inkilâpcilik onlardir ki, ilerleme ve yenilesme inkilâbina sevk etmek istedikleri insanlarin, ruh ve vicdanlarindaki gercek egilime nufuz etmesini bilirler".
demek ki, inkilâpci, ruhlara ve vicdanlara seslenecek, insanlari bu yolda yonlendirecektir. ataturk inkilâbini surdurebilmek, inkilâpci ruh ve yapiyi, coskuyu her zaman duymakla, hedefleri belirleyip bu hedeflere ulasma yolunda calismakla olur.
turk inkilâbinin ustun ve yuce amacini her zaman kavramaya calismalidir. durmadan ve her zaman yenilik yolunda ileriye dogru gidilecektir, iste ataturk’un temel ilkelerinden biri de budur. turk inkilâbinin korunmasi, gelistirilmesi ve ilerletilmesi sarttir. ataturk bundan emindi ve soyle diyordu: "inkilâbin hedefini kavramis olanlar, daima onu muhafazaya muktedir olacaklardir".
evet, bu ozlu sozlerin isiginda, bilincli inkilâpcilik turk milletinin gelecegi olmalidir.

ataturk’un inkilâpcilik ile ilgili bazi sozleri

yaptigimiz ve yapmakta oldugumuz inkilaplarin gayesi, turkiye cumhuriyeti halkini tamamen cagdas ve butun anlam ve gorunusuyle uygar bir toplum haline ulastirmaktir. (1925)

biz buyuk bir inkilap yaptik. memleketi bir cagdan alip yeni bir caga goturduk. (1925)
devrimcilik

bu kavram bati dillerine bazan „revolution“ bazan da „reform“ olarak cevrilmektedir. osmanli doneminde „devrim“ kavramindan once „ihtilal“ ve „inkilap“ kavramlari kullanilmistir. „ihtilal, kurulu bir hukumeti guc kullanarak yikip, yerine bir baska hukumet kurma“ anlamina gelmekteydi. „inkilap ise, parlamento, hukumet ve cesitli kurullarca saptanarak uygulanmasi dusunulen, ekonomik, kulturel v.b. alanlarda yapilacak degisiklikler“ anlaminda kullaniliyordu. yani, „inkilap“ kurulu bir devlet duzenine ya da hukumet bicimine karsi cikarak, onu degistirme, kaldirma anlaminda degil, tam tersine, gerceklesmesi devletin, hukumetin araciligi ile istenen degisiklikler getirilmesi anlamini tasiyordu. bu kavramin, bati dillerinde kullanilan „reform“ kavramina yakin bir anlam tasidigi soylenilebilir.

„devrim“ kavrami ise, var olan toplumsal duzeni temelden degistirmek, yeniden organize etmek anlamina kullanilmaktadir. bati dillerindeki karsiligi da „revolution“ kavramidir. icerik bakimdan siyasal devrim, sosyal devrim, kultur devrimi gibi farkli tanimlari vardir.

ataturk’un gerceklestirdigi turk devrimi sozkonusu olunca, „ulusal kurtulus savasi kazanildiktan sonra demode olmus geleneklere donerek, onlara bagli kalarak kendilerini gelismis uluslarin somurusune birakan uluslar, geri kalmisliktan kurtulamazlar“ dusuncesini anlamak gerekir. ozgurlugune ve bagimsizligina kavusan uluslar, kendi geleceklerinin sorumluluklarini kendileri tasiyacaklardir. bu uluslar, kendi istekleriyle, kendi gucleriyle kendilerini her alanda yenileme yollarini bulmak
zorundadirlar.

turk devrimi, kaynagini siddetten almayan, zorbaliktan almayan bir devrimdir. 1789 ve 1917 devrimlerinin temelinde siddet vardir. ataturk, bundan kacinmak icin cok buyuk gayret sarfetmis ve basarmistir. buna karsin, turkiye’de 1920‘lerde ve 1930‘larda yapilan devrimler buyuk capta devrimlerdir ve tarihte cok onemli bir yer tutmaktadirlar.

bu ilkenin son ilke olarak alinmasinin nedeni kavramsal bir ozellikten kaynaklanmaktadir: turk devrimi, daha onceleri yapilmis olan fransiz ve rus devrimlerinde oldugu gibi, sadece (ulusculuk, cumhuriyet ya da iktisadiyat gibi) siyasî acidan degerlendirilmemelidir. diger ilkeler de dikkate alinarak, surekli devrimin her alanda gecerli olmasini mumkun kilacak bir devrimler butununden sozetmek yerinde olacaktir. (ataturk, butun basarilarinin kaynaginin turk ulusu olduguna inanan bir devlet
adamiydi. o, „devrimler“ yerine „turk devrimi“ denmesini istemistir.)

osmanli zamanindaki kati kuralcilik karsisinda, ozellikle devletcilik ilkesinde goruldugu gibi, cagin gerektirdigi olcude gelistirici onlemlerin alinmasi gereklidir.

devrimcilik ilkesinin gosterdigi ana hedeflerden birisi de, turkiye’nin cagdas uluslarin duzeyine cikarilmasidir. ayni zamanda, bireyin ozgurlugu ve mutlulugu konusundaki gelismeler turk ulusunun yasamina da gecirilmelidir. ataturk bu konuda sunu soyluyor: „yaptigimiz ve yapmakta oldugumuz devrimlerin amaci, turkiye halkini, tamamen yeni ve butun anlam ve bicimleriyle uygar bir sosyal toplum durumuna ulastirmaktir. devrimlerimizin asil amaci budur.“ , „ulke mutlaka cagdas, uygar ve yepyeni bir ulke olacaktir.“

laiklik

evrendeki en mutevazi insanim
laikligin kisa tanimi, daha once belirlenmisti. yeniden ozetleyecek olursak, laiklik; devlet duzeninin ve hukuk kurallarinin dine degil, akla ve bilime dayandirilmasidir.
cok uzun bir zaman hemen hemen butun insan topluluklari, dinlerin koydugu esaslara gore yonetilmislerdir. cunku insanlarin akil ve bilim alanlarinda olgunlasmasi kolay olmamis, uzun bir zaman almistir. bu donemde insanlar, kendi akil ve iradeleri disinda kalan birtakim gucler tarafindan yonetildiklerini kabul ederek rahatlamislardir. bu sebeple, devletlerle ozdesleyen dinler ve din adamlari, giderek buyuk olcude guclenmis, gelisen insan zekisinin onune engeller koyarak varliklarini surdurmeye calismislardir.
dinler, inanc kavramina dayanirlar, ister ilkel olsun, ister gelismis, her dinin temeli belli varliklara ve olgulara tartismadan inanmaktir, insanlar ozellikle olum gibi en urkutucu olay karsisinda inanc dunyalarini zenginlestirmis, dinsiz yasayamaz duruma gelmislerdir. insanoglunun evren ve olum karsisindaki caresizligi, zengin inanc sistemleri dogurmustur. bu caresizlige karsi tek siginilacak yerin din olusu, dinlerin insanlari yonetmesi sonucunu vermistir, ilk zamanlar icin bu bir zorunluluktu. insanlar arasinda duzen ve barisi saglamak icin dinin buyruklarina ihtiyac vardi. olumsuzluge erismek isteyen insanlari, hayatta iyi davranislara yonlendirmek icin dinler hukuk kurallari da koydular ve bu kurallarin uygulanmasina titizlik gosterdiler.
ozellikle ileri dinlerin koydugu bas hukuk kurallari, ayni zamanda evrensel ahlâki da yansitir. hicbir din, insanlara erdemsiz yasamayi, hirsizligi, yalanciligi, zinayi, adam oldurmeyi buyurmaz. tersine, butun dinler ahlâkli ve erdemli yasamayi buyururlar. dinler arasindaki farkliliklar, tanri ve ibadet anlayisindan kaynaklanmaktadir. boylece her din, tek ve ustun gercegi temsil ettigini ileri surdugunden dinler arasinda bir birlik gorulmemektedir.
cok ileri ve ustun bir din olan islâmlik, kisa surede inanc sistemini bircok ulusa benimsetmistîr. hazreti muhammed’in olumunden sonra muslumanlik hizla gelisti. buyuk islâm bilginleri, ilkcagin akilci filozoflarini yeniden gun isigina cikardilar, oyle ki, batili bilginler bu filozoflari muslumanlardan ogrendiler. muslumanlik bu akil caginda buyuk asamalar yapti. tanrinin insanlara dogru yolu gormesi icin akil verdigini soyleyen bilginler, islâm dininin ilerlemesinde buyuk rol oynamislardir. onlari destekleyen halifeler de cikmistir. boylece muslumanlik asagi yukari uc yuz yil tanrinin gosterdigi yolda gelismistir. akla dayanan bu gelisme sirasinda islâm hukuku da gunluk hayata uydurulmustur. ne yazik ki, bir sure sonra bu gelisme durdu, islâm dunyasinda aklin yerini, tutucu ve durgun bir inanc kapladi. bu gorusun sahipleri, akil yolu ile degil, sadece inancla yasamak gerektigini savunuyorlardi. bu gorus kisa surede yayginlasti, islâm dini ve hukuku donup kaldi. buna karsilik akil yolunu muslumanlardan ogrenen batililar, bu esaslari gelistirmekteydiler.
iste turkler musluman olduklari vakit, islâm dunyasinda durgunluk baslamisti. turkler, ustun yetenekleriyle kisa surede islâm dunyasina egemen oldular. cok icten inandiklari muslumanligi hiristiyanlara karsi korudular, islâmligi anadolu’ya ve balkanlar’a yaydilar, ama onlar guclerinin dorugunda iken bati’da da akil cagi baslamisti. buyuk akilcilar, bir zamanlar musluman bilginlerin dedikleri gibi tanrinin insanlara verdigi en buyuk hazine olarak akili gorduler. boylece bati’da bilim ve hukuk akla dayandirilmaya basladi. burada hemen sunu belirtmekte yarar vardir: bu buyuk akilci akima karsi, orada da kilise direnmistir. ancak bu direnme yeni mezheplerin (protestanlik) dogmasina yol acmistir. bu yuzden hiristiyan dininin bir butun olarak akilciliga karsi durmasi imkâni kalmadi. kilise giderek yenilikleri kabul etmeye basladi. nihayet xviii. yuzyil sonunda cikan fransiz ihtilâli ile laiklik, devlet ve hukuk duzenine egemen oldu. yani devlet, dinin etkisinden aritildi. ama ayna zamanda din ozgurlugu de kabul edilerek, devletin vatandasin vicdanina karismayacagi, herkesin inancinda serbest oldugu esasi konuldu.
osmanli devleti’nin bu gelismenin disinda kaldigini biliyoruz. ataturk belki de islâmligin parlak cagina donus yaparak, zamana ve akla uymayan, eskiyen hukuk kurallarini bir yana birakarak devleti laiklestirmistir. ama islâmligin inanc ve ibadete dayanan kurallarina hic dokunmamistir.
ataturk kesinlikle dinsiz degildi. su sozleri soyleyen ataturk’un dinsiz oldugu, laiklikle dinsizligi getirdigi soylenebilir mi? :"tanri birdir, buyuktur. bizim dinimiz en makul (akla uygun) ve tabii (dogal) bir dindir. ve ancak bundan dolayi da son din olmustur. bir dinin tabii olmasi icin akla, fenne, ilme ve mantiga uymasi gerektir. bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur... ey millet, allah birdir, sani buyuktur. peygamberimiz, efendimiz cenabi hak tarafindan insanlara dinin gerceklerini bildirmeye memur ve elci olmustur... insanlara feyz ruhu vermis olan dinimiz akla, mantiga, gercege tamamen uyuyor. bu sebeple en mukemmel dindir... varlik dunyasinin butun kanunlarini yapan cenab-i haktir... dinime, gercegin kendisine nasil inaniyorsam buna da oyle inaniyorum". ataturk bunlar gibi daha bircok soz soylemistir.
ataturk’un akla uygun bir uygulama istedigini belirten su sozleri, ne derin anlamlar tasimaktadir: "buyuk dinimiz, calismayanin insanlikla ilgisi olmadigini bildiriyor. bazi kimseler modern olmayi kâfir olmak saniyorlar. asil kufur onlarin bu zanni (dusunce)dir. bu yanlis yorumu yapanlarin amaci; islamlarin kâfirlere tutsak olmasini istemek degil de nedir?"
"bizim dinimiz milletimize, duskun, miskin ve hor gorulmeyi tavsiye etmez. tam tersi, allah da peygamber de insanlarin ve milletlerin yucelik ve serefini korumalarini buyuruyor... bizim dinimiz icin herkesin elinde bir miyar (olcut) vardir. bu miyar ile hangi seyin dine uygun olup olmadigini kolayca takdir edebilirsiniz. hangi sey ki, akla, mantiga, toplumun cikarlarina uygundur, biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur, o sey dinîdir. eger bizim dinimiz aklin, mantigin uydugu bir din olmasaydi, en mukemmel ve en son din olmazdi".
goruluyor ki, ataturk bilgisiz ve cikarci kimselerin milleti din adina somurmesine karsidir. o, devlete, hukuka ve bilime can verecek kurallarin akla, mantiga uygun olmasini istemektedir. ataturk, daha 1927 yilinda dinin siyaset araci olarak kullanilmasindan dogacak sakincalari ve cikar duskunlerini soyle anlatmistir: "masum halka bes vakit namazdan baska, geceleri de namaz kilmayi vaaz etmek ve ogutlemek, belki de omrunde hic namaz kilmamis olan bir politikaci tarafindan vâki olursa, bu hareketin hedefi anlasilmaz olur mu?" ataturk’un yillarca once soyledigi bu sozler ne kadar dusundurucudur.
laiklik devletin temeli olunca, akla dayanan uygulamalarla millet zaman yitirmeden calisma ve kalkinma imkâni bulur. devlet vatandasin inancina karisamaz; daha once de belirtildigi gibi inanclar cesitlidir. herkesi bir dogrultuda inanca zorlamak olmaz. bu herseyden once demokrasiye aykiridir. demokrasi, bir ozgurluk rejimidir. bu sebeple demokrasilerde devletin tek bir dini vatandaslara benimsetmeye calismasi dusunulemez. bu davranis demokrasi kavramina uymaz. hem kur’an "dinde zorlama yoktur" diyor. bundan baska kur’an ve hazreti muhammed devlet yonetiminde akla dayanilmasini isteyen pek cok buyruklar vermistir.
demek ki, laiklik vatandas inancinin en saglam guvencesi oluyor. inanc ozgurlugu devletce saglaniyor. herkes inancinda ve ibadetinde serbesttir. laikligi, resmi politikasi dinsizlik olan rejimlerden kesinlikle ayri tutmak gerekir. o tur rejimlerde devlet dine karsidir. vatandasin dinsiz olarak yetismesi icin gereken her turlu tedbiri alir. ataturkcu laiklikte ise, devlet islerine karistirilmamasi kosulu ile tam bir din ve inanc ozgurlugu vardir.
turk devleti ayni zamanda nufusumuzun yuzde doksan besinden fazlasinin inanc sahibi musluman oldugu gercegini de gormustur. muslumanlarin inanc ve ibadet hizmetlerini devlet yuklenmistir. din egitim ve ogretimi yapan kurumlar acilmis, buralarda ataturkcu, aydin, akilci, laik din adamlari yetistirmeye hiz verilmistir. hicbir donemde anadolu’da cumhuriyet donemindeki kadar cami yapilmamistir.
turk milleti ve devleti varligini ancak inanc ozgurlugu icinde, cagin geregi olan akil ve bilim kavramlarinin yolunda, insancil bir laikligi benimseyerek surdurebilir. geriye donus mumkun degildir. boyle bir tutum zamana ayak uyduramamak, cagin disinda kalmak olur.

ataturk’un laiklik ile ilgili bazi sozleri

laiklik, yalniz din ve dunya islerinin ayrilmasi demek degildir. butun yurttaslarin vicdan, ibadet ve din hurriyeti demektir. (1930)

laiklik, asla dinsizlik olmadigi gibi, sahte dindarlik ve buyuculukle mucadele kapisini actigi icin, gercek dindarligin gelismesi imkanini temin etmistir. (1930)
din bir vicdan meselesidir. herkes vicdaninin emrine uymakta serbesttir. biz dine saygi gosteririz. dusunuse ve dusunceye karsi degiliz. biz sadece din islerini, millet ve devlet isleriyle karistirmamaya calisiyor, kasit ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakiniyoruz. (1926)
laiklik

en etkili ve onemli ilke kesinlikle bu ilkedir. aslinda bu sozcugun anlami din ile siyaseti ve dolayisiyla da din ile kamu yasamini birbirinden ayirmaktir. osmanli imparatorlugu zamaninda siyaset dinin emrine sokulmustu. hatta bazan din de siyasetin emrine sokulabiliyordu. bunun boyle olmasindaki tarihsel neden, islam dininin kurucusunun hem siyasî ve hem de dinî lider olmasindan ve bunun yillardan beri bir gelenek haline getirilmis olmasindan kaynaklanmaktadir

akla hemen su soru gelebilir: „mustafa kemal’in kamu yasamiyla dini birbirinden ayirmasi karari nereden kaynaklanmistir?“ diye. burada bir din dusmanligindan sozetmek tamamen yanlis olur. cunku laiklik din karsiti bir ilke degildir. din, kisinin ozel yasaminin bir parcasidir. laiklige gore, insan yasaminda ibadetin disinda her turlu tasarruf, dîne, daha dogrusu kutsal kitaba gore d e g i l, anayasaya, yasalara ve kurallara gore yapilir.

devlet yasaminda, hukukta, aile yasaminda, kulturde, egitimde v.s. artik laiklik ilkesi ana temeldir. o’nu bu karara iten amac dinî degil, siyasîdir. bunun gerceklesmesi icin de once siyasetin dinin emrinden kurtarilmasi zorunluydu. mustafa kemal henuz genc bir subayken su kanaate varmisti: „mevzuatini ve hareket tarzini kuran’dan ve hadisten alan bir devlet, bilimin ve cagdasligin gerisinde kalir.“

bir ulkenin, cagi yakalamis olan ulkelerle boyolcusebilmesi, onlarin arasinda surekli olarak sesini duyurabilmesi, o ulke yurttaslarinin aklini kullanmasina ve bilime oncelik vermesine engel teskil eden kurum ve kurallarin ortadan kaldirilmasiyla mumkun olabilirdi. mustafa kemal bu gercegi gozonunde bulundurmus ve bazi cagdaslik degerlerini - savasta dusmani olmasina karsin - batili ulkelerden almistir.

o, 1924 yilinda yaptigi bir konusmada „dunya yuzundeki her sey icin, maddî ve manevî her sey icin, yasam icin ve basari icin en dogru yol gosterici bilimdir, tekniktir“. „bilimin ve teknigin disinda yol gosterici aramak, dusuncesizliktir, bilgisizliktir, yanlistir“, demistir.

bilime ve teknige oncelik verme konusunda asil engeli olusturan hilafet, halife‘nin sahsinda siyasî ve dinî temsilcilik bulmustu. bunu ortadan kaldirma plani, hem yurt icinde ve hem de yurt disinda karsit guclerin direnisiyle karsi karsiya kalmistir.

cumhurbaskani mustafa kemal, dis guclerin bu konudaki planlarinin turkiye’nin icislerine karismak oldugunu saptayarak, 1 kasim 1922‘de saltanatin kaldirilmasinda oldugu gibi, enerjik bir sekilde hilafet yanlilarina karsi cikmasi sonucu, 3 mart 1924‘te hilfet’in kaldirilmasi buyuk bir cogunlukla gerceklestirilmistir.

boylece, seyhulislamlik, dinî mahkemeler ve fetva usulu, dervislik nisani, medreseler de kaldirilmistir.

1928 yilinda, anayasa’daki „turkiye cumhuriyeti devletinin dini islamdir“ maddesi kaldirilmistir. boylece din ve mezhep ayriligini kurumlastiran yasalara son verilmis ve once devlet laiklestirilmistir. yani, laik devlet, bundan boyle mesrulugunu ne tanri’dan ne de kisiden alacaktir; ancak ve sadece ulusal yonetimden alacaktir; planlanan devrimler birer birer gerceklestirilecektir: esit haklar, uygarliga giden yolun acilmasi, egitim birliginin saglanmasi, tek evlilik v.s.

ozellikle latin harflerinden olusan yeni turk alfabesi uc amaca hizmet edecektir:

yazi ve konusma dilinin herkes icin ayni olmasi,
sesli harfler acisindan zengin olan turk diline en uygun yazi cesidinin secilmis olmasi,
dunyanin buyuk bir bolumuyle iletisimin kolayca saglanabilmesi...
bu yenilikler olaganustu bir tempoyla ama sadece okulda degil, okul disi alanlarda da gerceklestirildi. mustafa kemal’in egitim ve ogretime verdigi onem o kadar aciktirki, kendisi bizzat yeni harflerle dersler vermistir.

turk dilinin yabanci sozcuklerden arindirilmasi 1932 yilinda kurulan „turk dil kurumu“ ile akademik bir seviyede de desteklendi. bir yil once de „turk tarih kurumu“ gerceklestirilmisti. bu kurumlar gerek „kulturel kimlik“ ve gerekse „ulusal kimlik“ bakimindan da onemli gorevler yapmislardir, ve mustafa kemal’in ozel vasiyetnamesinde yer almislardir.

laik devlete giden yolda en buyuk engellerden birini seriat mahkemeleri olusturmustur. bu mahkemelerin kaldirilmasindan sonra, turk medenî kanunu, turk ceza kanunu, turk ticaret kanunu ve borclar kanunu cikartilarak, devletin temeli bati hukuk sistemine oturtulmustur.

bundan boyle, turkiye cumhuriyeti’nde bireylerin iliskisini, yurttas-devlet iliskisini duzenleyen hukumlerin yasalastirilmasi tbmm’ne, uygulamasi da t.c. hukumetine ait olmustur.

artik her bakimdan ozgurlugune kavusturulan bir toplumun fertlerinin dis gorunusuyle de uygar olmasi gerekirdi. bu nedenle turk toplumu, fes, sarik, carsaf, pece gibi dinsel oldugu sanilan bas ve beden giysilerinden de kurtarildi. ayrica laikligin sekulerizm ile karistirilmamasi gerekir.

avrasya

evrendeki en mutevazi insanim
avrasya’nin uc tanimi vardir. birincisi tum avrupa ve asya kitalarini kapsar, ikincisi dogu avrupa’dan altaylara kadar kapsar, ucuncusuyse orta dogu ve avrupa’yi icine alir; ancak turkiye’de avrasyacilik, salt doguculuk gibi algilaniyor.
dogu bizim kulturumuzun, tarihimizin, medeniyetimizin basladigi yerdir; yani dogdugumuz yerdir; ancak bugun icinde bulundugumuz, kulturel olarak beslendigimiz, tarihini yazdigimiz ve tarihimizi yazan, medeniyetimizin ilerledigi yer batidir. tarihi boyunca anadolu asla sadece bir tarafin olmamis, her zaman dogu’nun ve bati’nin karsilastigi ve sentez olusturdugu yer olmustur, helen medeniyeti buna ornek olarak verilebilir. bugun bizde anadolu’da yasayan bir halkiz ve anadolu’nun tarihi ve cografyasi bize bir tarafa yonelmeye izin vermez. bu baglamda turkiye icin avrupa birligi de bir hedeftir, avrasya da. ikisinin de turkiye’ye sunabilecekleri cok sey vardir. serbest dolasimi yasaklayan, tarim politikamizi belirleyen bir avrupa birligi bizim icin ekonomik bir cozum olmasa da, kulturu ve kulturumuz dolayisiyla toplumsal gelismemizi saglayacak bir projedir. avrasya ise bize kulturel olarak verebilecegi cok fazla deger olmamakla beraber ekonomik acidan bize bircok yarar saglayabilir. bu saptamalar isigi altinda ne sadece doguculugun ne de sadece baticiligin bizi eksik birakacagi asikârdir. ataturk de dis politikasini buna gore olusturmustur. batida balkan paktini kurarken, doguda da sabadad paktini kurmustur. bagimsizligi icin emperyalist batiyla savasip, savastan sonra batinin toplumsal degerlerini benimsemistir. ataturk “ biz batinin emperyalizmi ve militarizmiyle savastik, kulturuyle degil demistir.”
bugune gelirsek bugun avrasya turkiye icin dikensiz gul bahcesi degildir. ornegin rusya kendi icersindeki turk kokenli gruplarin olusturdugu ozerk bolgelerin potansiyelinden cekindigi icin turkiye’yi aslinda merkez olmamiz gereken avrasyaci olusumlarda disarida birakmaktadir. bundan dolayi rusya avrasya politikasini berlin-moskova-tahran-sanghay-yeni delhi ekseninde olusturmaktadir. bir diger sorunda turk, arap, pers toplumlarinin celiskileri ve ciddi denilebilecek bir sunni, sii ayrimciligi ile ataturk turkiye’sinin onem verdigi, duyarli oldugu laiklik ilkesidir. ama en onemli sorun, demokratik bir turkiye’nin icinde bulundugu ve siki iliskiler kurabilecegi bu ulke halklarinin turkiye’nin demokrasi anlayisindan etkilenme olasiligi o halklarin yonetimlerini urkutecek bir olgudur. bu da dogunun toplumsal ve kulturel olarak geri olmasindan kaynaklanmaktadir. goruldugu gibi avrupa birligi bize karsi ikiyuzlu davranirken, avrasya da bize kucak acip bizi beklemiyor.
gurcistan’da baslayan ukrayna ve kirgizistan’la devam eden amerikan destekli darbeler turkiye ve iran’i kuzeyden rusya’yi ise guney’den kusatma harekâtinin bir parcasidir. amerika birlesik devletleri bu harekâtla avrasya’nin kilit ulkelerini kusatmakta ve etkisizlestirmektedir. bu sebeple turkiye az once saydigim sorunlara ragmen bolgesel isbirliklerine gitmeye her zamankinden cok ihtiyac duymaktadir. buyuk ortadogu projesine ancak bu bolgesel isbirligi ile karsi durabiliriz. tabi burada insan kendi ulkesini bile dogru durust yonetemeyen, kendi halkini secim cikarlari icin bolen, guneyinde kurulan amerikan kuklasi kurt devletine bile karsi cikamayan hukumetlerle mi bunlar olacak dusunmeden edemiyor.
dogu’da ki bolgesel isbirligi turk politikasinin bir ayagini olustururken bati’da ki iliskiler de diger ayagini olusturmaktadir. eger salt dogu ile isbirligine gider bati’yla isbirligini kesersek devamli ve dengeli bir politika izleyemeyiz.
turkiye’nin hedefi muasir medeniyetler seviyesidir ve bu gun muasir olan medeniyetler bati medeniyetleridir. bu yuzden turkiye asla sirtini batiya donemez. turkiye dogu’ya da asla sirtini donemez cunku dogu’da da yasamsal cikarlari vardir. bu yasamsal cikarlar nelerdir? bunlarin en onemlileri enerji kaynaklarinin doguda olmasi, dogunu bati ile iliskilerde bir denge unsuru olmasi ve onlarca islenmis yani katma degerini kendimiz yarattigimiz urunlerin ihracini daha rahat-cunku onlar uretemiyor- yapabilmemizdir. avrasya’nin bir ayagi da avrupa dolasiyla avrupa birligidir. bu durumda bizim ulusal cikarimiz avrupa birligine uye olmaktir. avrupa birligine uye olurken de bu cikarlarin unutulmamasi gerekir. eger siz yetkilerinizin cogunu avrupa birligi karar organlarina birakirsaniz, bu ne serbest dolasim hakkini kazanirsiniz ne de tarim politikanizi siz belirlersiniz; hepsi avrupa birligi ulkelerini yoneten cikarlari dogrultusunda belirlenir. ornegin serbest dolasim hakki neden ispanya’ya ve portekiz’e oldugu gibi 7 yil ya da yeni uyelerde oldugu gibi 5 yil icinde verilirken, bu sure turkiye’ye verilen metinde tam kisitlama ihtimalini icerir-serbest dolasim hakki uye devletlerin onayina bagli-. bunun sebebi aciktir; avrupa’nin cok uluslu sirketlerinin ucuz isgucu gereksinimi. eger sermaye serbest dolasirken, insan serbest dolasmazsa bu o insanin emegini ve dolayisiyla kendisinin somurulmesine yol acar. turkiye’nin serbest dolasamayan calisani ayda 300 avro’ya uretim yaparken avrupa birligi uyesi ulkelerin serbest dolasabilen calisani ayda 3000 avro’ya uretim yapiyor. 300 avro disinda bir alternatifi olamayan turk vatandasida sermayenin buraya akmasiyla kurulan fabrikalarda mecburen calisir. bu koleligin bugunku halidir. ya da tarim politikasi; eger bir yil bir ulke bir urunu cok uretmisse o urunu satmak icin turkiye’nin bahsi gecen urun uretimine sinir ihracina da kota koyabilmektedir. bu nedenle turkiye gercekten avrasyaci olan -avrasya’yi doguya hapsetmeyen- bir politika izlemek zorundadir. amerika birlesik devletleri bu bolgedeki guclerine ‘merkez kuvvetler’ demesi aslinda bir gercegin amerika birlesik devletleri tarafindan da ifade edilmesidir ki bu gercek bu bolgenin dunya’nin merkezi oldugu gercegidir. bu bolgenin lider ulkesi olma iddiasinda olmak istiyorsak kisilikli bir politikamiz olmali, ne bati’ya ne de dogu’ya baglanmaliyiz. cunku turkiye bunlardan birine sigamayacak kadar buyuktur.
27 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol