confessions

carleone89

- Uçurulmuş -

  1. toplam entry 70
  2. takipçi 2
  3. puan 7562

selçuk yöntem'in tostçuya açtığı dava

carleone89
söz konusu haber : http://www.hurriyet.com.tr/selcuk-yontem-tost-yedi-350-bin-aldi-40066053

selçuk yöntem bir tostçuya fotoğrafını izinsiz kullandıkları için dava açıyor. dava sonucu da mahkeme tostçuya 350.000 lira ceza kesiyor. yöntem'in açtığı davanın saçmalığı bir tarafa, bir mahkeme nasıl oluyor da sadece bir fotoğrafı izinsiz kullandığı için bu kadar ceza kesebiliyor? tostçu akıllı davranmış ve oynadığı çikolata reklamından ne kadar aldığını sormuş. cevap da 200.000 tl olmuş. cezanın orantısızlığı böyle çok daha iyi ortaya çıkıyor. toplamda belki saatlerce gözüktüğü reklamdan 200 bin, izinsiz olan ama sadece bir fotoğraf olan ''reklam''dan 350 bin. ülke adaletinin yine kafası güzel.

türkiye'de laikliğin yenilemeyeceği gerçeği

carleone89
türkiye'de çoğu şey kötüye gidiyor olabilir ancak aynı oranda da aydınlanma olduğu göz ardı edilemez. zaten bu yüzden insanlar birbirinden bu derece ayrıldılar.

bilimden, sanattan kendini soyutlayıp orta çağ kafasında kendi çalıp kendi söyleyenler ne kadar çok olursa olsun. ne farkeder? rusya amerika önünden kaçtı deyince gerçek mi oluyor? kaldı ki koyun sürüsü milyon tane de olsa ne farkedecek? ne etki yapabilecek?

türkiye'de de, tüm dünyada olduğu gibi insanlar özellikle kafası çalışan gençler, sorguluyor. batıldan uzaklaşıyor.

pişman olmak istemeyenlere tavsiyeler

carleone89
1- wasabi yemeyin.
2-lens solisyonunuzu temiz tutun insanın gözünden sümük akması diye bir şey varmış.
3-bence bir insanın en değerli şeyi sözüdür. basit bir şey bile olsa sözünü tutmayan insanlara karşı temkinli olun.
4-turuncu kokteyller içmeyin.
5-ketılın fişini çekin.
6-başkasına yapıyorsa, size de yapar.
7-bir kere yaptıysa, yine yapar.
8-mikrodalga fırına yumurta koymayın. ya da koyun ya. temizlerken beni hatırlarsınız.
9- (bkz: narsisistik kişilik bozukluğu) öğrenin, bilinçlenin, uzak durun.
10- yirmilik diş çektirirseniz sonrasında doktorun söylediği her şeyi yapın.
11- sevmiyorsanız seviyorum demeyin.
12- seviyorsanız seviyorum diyin.
13-son olarak kimsenin size ne yapacağınızı söylemesine izin vermeyin.

esen kalın efenim.

resmileşti dikkat

carleone89
tanım: facebook safsatası.

"resmileşti dikkat" ile başlayan yazıyı inceleyelim. hani şu kopyalayıp yapıştırıp bunu çıkaran dangozu eğlendiriyorsunuz ya, o yazı:

t.c. başbakanlık personel ve prensipler genel müdürlüğünün 16.02.2016 tarih ve 69471265-010-06/1955 sayılı milli güvenliği tehdit eden örgüt ve yapılarla irtibatlı kamu çalışanları hakkındaki genelge (2016/4) resmi gazetede yayınlanmıştır.

meali: devlet memurları ve terör örgütü ilişkisi hakkında genelge yayınladık. hani pkk ile ilişkisi olanlar memuriyetten atılacak, onunla alakalı.

devlet memuru musunuz? çoğunuz hayır. olsanız bile bunun sosyal medya ile ilgisinden bahsediyor mu? hayır.

devam edelim:

ayrıca mit müsteşarlığı sosyal ağ bildirgesi
***(araya gireyim, böyle bir bildirge yok)***
doğrultusunda facebook'un güvenlik açığından ötürü hesabım üzerinde bulunan tüm verilerimin (ıp, fotoğraflarım, paylaşımlarım vs.) çarpıtma yolu ve yasa dışı bir şekilde sahte kişilerce kullanılmasından ve doğabilecek tüm zararlardan ilgili türk ceza kanunu maddeleri gereğince facebook sorumludur.

üye olurken kabul ettiğimiz eula (son kullanıcı kullanım ilkeleri ve lisans sözleşmesi) ile götünüzü mark'a teslim etmişken böyle paylaşımların sizi yasal yükümlülükten kurtarmadığını artık anlayın amk!

bu hesabımdan başka bir hesabım olmadığını bildirir ve gereğinin buna göre yapılmasını tarafınıza arz ederim.

tam bir öğretmen emeklisi anne/baba paylaşımı. arz ederim'le bitmesi ayrı yarar.

http://www.ntv.com.tr/turkiye/sosyal-medyada-resmilesti-dikkat-uyarisina-kanmayin,osbvy8vupea1povh-hgxng

öküz gibi yiyip zayıf kalan insanlar

carleone89
3 kilo alabilmek için hayvan gibi yiyip, sadece göğüs ve karın böblgesinde 1cm yağ uluşturabilen insandır. tabi metabolizma sırf yağlanmaya odaklanınca bıraktım o halleri. şimdi adam gibi yiyip spor yapıyorum, sıkılaşarak kilo almaya çalışıyorum ama şeytan diyor ki başla protein tavkviyesina yap lombur lombur kasları, sonra sarksın moruk avratlar gibi...

intihar edecek adama atlayacaksan atla diyen kadın

carleone89
boğaziçi köprüsünde intihar teşebbüsünde bulunan bir adama "saatlerce senin yüzünden trafikte bekliyoruz. atlayacaksan atla" diyen kadın. nitekim adam, bu tepkiden hemen sonra kendini boğazın sularına bıraktı ve öldü.

http://www.haberaktuel.com/koprudeki-intiharda-sok-gelisme-haberi-993928.html

kadın gözaltına alınıp tutuklandı. arkası sağlamsa yırtacak, değilse biraz hapis yatacak. polislerin ifadesine göre adam intihardan vazgeçirilmek üzereydi. bu sözlerden sonra kendini öldürmeyi seçti.

işte biz bu kadarız. yazıklar olsun.

iftarlık gazoz

carleone89
“bütün üçüncü dünya metinleri, (…) ulusal alegoriler olarak okunmalıdır.” (fredric jameson)

türkiye toplumu, 1980'li yıllardan bu yana bir kimlikler savaşı yaşıyor. yüzyıllık modernleşme ve uluslaşma süreci içinde bastırılmış ve dışlanmış kimlikler, toplumun yapıtaşlarını yerinden oynatacak şiddette sarsıntılar yaratarak birbiri ardına geri dönüyor.

son aylarda, ülkenin güney sınırlarına gelip dayanmış olan iç savaş ortamı, kanlı çatışmalar ve katliamlarla içeriye doğru yayılıyor.

yıkılıp yakılan kasabalar, yerle bir edilen kentler; tank ve top bombardımanına tutulan mahalleler, evler; kanlı çatışmalar ve katliamlarla göçe zorlananan binler… türkiye toplumu, adeta (siyaset felsefecisi) thomas hobbes'un “doğal durum” tanımına uygun,”herkesin herkese düşman olduğu bir savaş” iklimine doğru hızla sürükleniyor.

böyle bir şiddet atmosferi içinde bir türlü geçmek bilmeyen bu soğuk kış günlerinde, yüksel aksu'nun bizi 1970'li yıllara, bir ege kasabasında sıcak bir yaz mevsiminde yaşanmış bir ramazan ritüeline davet etmesi oldukça anlamlı.

başka bir dünyanın ve başka bir hayatın mümkün, çünkü yaşanmış ve belki hala yaşanmakta olduğunu hatırlatması açısından anlamlı.

ve… film başlıyor

bir avm sinema salonunda patlamış mısırlarımızı alıp koltuklarımıza yayılıyoruz. uzun ve gürültülü bir reklamlar faslının ardından nihayet ışıklar kararıyor.

film, anlam veremediğimiz bir cezaevi sahnesiyle açılıyor.

siyasi mahkumlar açlık grevinde.

fonda, siyah-beyaz bir televizyon ekranında üzerine bayraktan bir elbise dikilmiş bir şarkıcı, 12 eylül 1980 darbesinin ısmarlama şarkısı “türke türkten başka dost yok”u icra ederken, bobby sands (irlanda cumhuriyetçi ordusu ıra'nın cezaevindeyken milletvekili seçilip açlık grevinde ölen üyesi) misali saçı sakalı birbirine karışmış bir grevci mahkum sedyeyle taşınıyor ve çatlamış dudaklarıyla “gazoz, gazoz” diye sayıklıyor.

ne oluyor?

sonrasında, yönetmenin üst üste bindirdiği kasaba hayatı ve bu hayatın içinde ilkokuldan “hepsi pekiyi” karnesi ile mezun olup yaz tatiline başlayan çakır gözlü adem'in hikayesi, bize bu kaotik açılışı unutturacak.

adem: kemalist-modern öğretmeninin gözbebeği, anne ve babasının “büyük adam olacak” diye üzerinde titrediği, arkadaşlarının sevip gıptayla baktığı – ve tabii ki sınıfın en güzel (ve zengin) kızının da gönlünü çalmayı başarmış – bir güzel adem işte.

öğretmeni, anne-babası ve müstakbel sevgilisinden sonra hayatına başka “önemli ötekiler” ya da “ego-idealler” girdiğine hep birlikte tanık oluruz.

ilk açlık grevi

önce, ustası cibar kemal: adem, ilk açlık grevini, yaz tatilini yerel gazoz imalatçısı ve satıcısı cibar kemal'e çıraklık etme kararını verdiğinde yapar ve sonuç alır. yaz sıcağında plajdaki turistlere ve akşam orucunu açtıktan sonra yazlık sinemada toplanan kasaba halkına gazoz satmaya çalışır ustasıyla birlikte.

cibar kemal nezdinde orta sınıfların hile, fırsatçılık ve kaypaklık üzerine kurulu hayatları kadar, dayanışmanın ve dürüstlüğün önemi de adem'in gözleri önüne serilecektir.

bu bağlamda, aksu'nun bir stand-up komedyen olarak bilinen cem yılmaz'ın içindeki dramatik oyuncuyu çıkarıp bize sunmaktaki başarısına şapka çıkarıyoruz.

sonra hasan: ankara'da üniversite okuyan, kasabanın zengin ve muhafazakar ağasının solcu oğlu. dönemin dev-genç hareketi içinde kasabanın okuyan gençlerini halkevi çatısı altında örgütlemeye ve kasaba halkını sosyalist fikirleriyle etkilemeye çalışmaktadır.

hasan ve bir avuç arkadaşı bir gece duvarlara anti-faşist ve anti-kapitalist sloganlar yazmaya çıktıklarında adem onlara gözcülük yapacak ve polis olay yerine geldiğinde devrimci ağabeylerini ele vermeyecektir.

'sosyalist' olma kararı

adem böylelikle “sosyalist” olur. oysa ustası cibar kemal, “oğlum solcu olacaksan işte chp, bunların aşırısı, komünisti falan bize uymaz” demiştir (ve bu o kadar gerçekçidir ki aynı yıllarda ve belki hala bu ülkede yaşayan her sol eğilimli genç, bu sözleri mutlaka bir büyüğünden işitmiştir ).

bu öğüde rağmen, tütün tarlasında ırgatlık yapmak zorunda olan yoksul bir ailenin oğlu olan adem, hasan ağabeyinin “aşırı” fikirleri içinde özdeşleşecek çok şey bulmuştur bile.

ve son olarak imam: türkiye sinemasının dev oyuncusu macit koper'in büyük bir tevazuyla canlandırdığı bu karakter, adem'in hayatına tam bir süperego olarak girer.

imam güçlüdür; çünkü diğer “önemli ötekilerden” farklı olarak metafizik bir gücün bu dünyadaki temsilcisidir.

imam, adem'in hafızasından hiç çıkmayacak iki şey söyler. biri, ismet özel'n solculuktan islamcılığa geçişinin manifestosu olan “amentü” şiirinin ilk dizesidir: “insan eşref-i mahlukattır”. ikincisini az sonra aktaracağız.

ikinci açlık grevi

işte bu özdeşleşme karmaşası içinde adem'in ikinci “açlık grevi” başlar.

imam, anne-baba, usta, hasan… bütün büyüklerinin itirazlarına rağmen adem oruç tutmaya karar verir ve illegaliteye geçer: orucu, onlara fark ettirmeden, gizli gizli tutmaktan başka çaresi yoktur. çünkü sınıfın en güzel kızı, oruç tuttuğunu söylemiştir ona.

sonuçta, plajdaki yarı çıplak turistler, ustasının oruç yediğini keşfetmek ve çok daha önemlisi, uğruna oruç tutmaya karar verdiği kızın aslında oruç tutmadığını öğrenmek; hepsinin üzerine de ege'nin dayanılmaz sıcağı, açlık ve susuzluk nedeniyle halüsinasyonlar görmeye başlayan adem'e yapacağını yapar:

niyet etmiş olmasına rağmen sözünde duramayıp iftar vaktinden önce birkaç şişe gazozu arka arkaya mideye yuvarlayarak büyük bir günaha girecektir.

işte bu bağlamda, imam'dan öğrendiği ikinci ders öne çıkmaya başlar; arzuları, dürtüleri ve ihtiyaçları terbiye etme; inanç, pişmanlık ve kefaret:

“nefsine hakim olacaksın. bir kez niyet ettiğinde eğer orucunu bozarsan 61 gün kefaret orucu tutacaksın”.

adem, her iki mesajı da ziyadesiyle ciddiye alacaktır. o, eşref-i mahlukat, yani yaratılmış varlıkların en şereflisidir ve o halde verdiği sözden dönerse kefaret ödeyecektir.

on dakika ara

ışıklar yanıyor, çok susadık. ama çocukluğumuzun sinemalarındaki gibi gazoz ya da “alaska” ve “frigobuz” satıcıları yok etrafta.

yutkunup susuzluğumuzu bastırıyoruz. yalnızca aksu'nun yapıtına saygımızdan değil ve belki daha çok cibar kemal'in içimizde tetiklediği anti-emperyalist damara hürmeten yapıyoruz bunu.

1970'lerin dünyasında, kahvehaneler, bakkallar, kafeler vb. bütün satış noktalarını ele geçirmekte olan coca-cola karşısında nefes almaya çalışan yerel gazoz imalatçısının hikayesiyle özdeşleştik çünkü…

bir kez daha yutkunuyoruz.

travma ve tragedya

“edebi bir eserde siyaset, bir konserin ortasında patlayan tabanca gibi kaba ama göz ardı edemeyeceğimiz bir şeydir. şimdi çok çirkin şeylerden söz edeceğiz.” (stendhal).

travmatik dönüş anı, dışarıdan, ankara'dan gelir. muhtemelen derin devlet ve aşırı sağ ortaklığında gönderilen bir 'faşist tim', birden bire ortaya çıkar, silahlar patlar; hasan kanlar içinde yere yığılır.

dile aktarılması mümkün olmayan bir travma anıdır bu. o ana kadar anlatının gerçekliğinden dışlanmış 1970'li yıllar türkiye'sinin siyasal gerçeği (“kaba ama gözardı edemeyeceğimiz bir şey”), aniden ve bütün şiddetiyle dışarıdan içeriyi zorlar.

ramazanı bütün farklılıklarıyla harmonik ve karnavalesk bir ritüel olarak yaşadığına şahit olduğumuz o ege kasabasında artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak biçimde altüst olmuştur.

komedya buraya kadardır.

nitekim hasan'ın tragedyası, on yıl sonra adem'de tekrarlanacak ve askeri cuntanın cezaevi rejimine tam altmış bir gün ölüm orucuyla direnen devrimci adem, kurumuş dudaklarıyla can verecektir.

kefaret ödenmiş, masumiyet korunmuştur. adem (ya da insanlık) yürek parçalayan bir cenaze sahnesiyle bütün “önemli ötekilerinin” elleriyle toprağa verilir.

ışıklar yanar gözyaşları saklanır

ışıklar yandığında, bütün izleyenlerle birlikte gözyaşlarımızı saklama telaşı içinde gövdemizi dışarı atıyoruz. kendimize geldiğimizde, önce siyasi eleştiriler çalınıyor kulağımıza.

islamcılara göre bu film, islami değerleri kullanarak komünizm propagandası yapmakta; ortodoks marksistlere göre ise, sol değerlerin islami muhafazakarlığa teslimiyetini vazetmektedir.

birbirinin muadili bu iki argümandan uzaklaşıp sakin kafayla birkaç noktaya değinmek en doğrusu olacak.

filmin orta yerinde yaşanan trajik dönüşün niteliğini saptamak için buraya kadar kurulan dünyanın birkaç temel özelliğini ele almak gerekiyor.

'insan, özünde dayanışmacıdır'

bu film öncelikle, hobbes'un “herkesin herkesle savaşı” tasviri karşısına jean jacques rousseau'nun “doğal durum” tanımını getirerek içimizi serinletiyor; tıpkı cibar kemal'in gazozu gibi.

rousseau'ya göre, insan özünde rekabetçi değil dayanışmacıdır; medeniyet ve modernleşme, bu “doğal insanı” yozlaştırarak günümüzdeki herkesin bireysel çıkar ve kazanç peşinde koştuğu, herkesin herkesle savaşı noktasına getirmiştir.

bu çerçeveden bakıldığında, aksu bizim bugünümüze bir “altın çağ” alternatifi sunmaktadır.

özellikle islam'ın kendini topluma dayatmak yerine, içine sirayet ettiği topluma uyum sağlamak durumunda olduğu (dünya kupası finali için teravih namazı iptal edilmese de hızlı kılınır ve bunun karşılığında cibar kemal içkiyi bırakmaya söz verir) bugünden bakarak anlamamızın imkânsız olduğu başka bir dünyadır bu.

patronun oğlunun lüks arabasıyla üzerimize çamur sıçratmak yerine devrimci olup bizi babasına karşı isyana teşvik ettiği, hatta bu uğurda ölümü göze aldığı başka bir çağdır.

folk islam, siyasi islam

mikhail bakhtin'in (edebiyat ve dil kuramcısı) deyişiyle, sınıf ve statü farklarının göz ardı edilerek eşitlendiği karnavalesk ruhtur bu “yitirilmiş cennete” egemen olan.

on beş yıldır türkiye'yi yönettiğini artan dozlarla hissettiğimiz siyasal islamın, işte tam da bu karnavalesk ruha karşı sistematik bir saldırı içinde olduğu iddia edilebilir.

bireylerin gündelik hayatına giderek daha fazla karışan muhafazakar otoriterlik, inançlı ile inançsız ya da dindar ile seküler arasındaki uçurumları derinleştiriyor.

aynı islamcı iktidar, neo-liberal dünya ekonomisine entegre bir vahşi kapitalizmin ve rant ekonomisinin peygamberliğine soyunarak, zengin ile yoksul ayrımını da en şiddetli biçimde empoze etmektedir.

bu, 1970'lerin o ege kasabasında yaşanan ramazan pratiğiyle kıyaslandığında, anlaşılır ya da kabullenilebilir bir durum değildir.

folk islam ile siyasallaşmış islamcılık ya da devletleşmiş islamcı rejim arasındaki farktır söz konusu olan. islamcı çevrelerin filme yönelik rahatsızlıkları işte bu noktada anlaşılır hale gelecektir.

sonuçlar: yüksel aksu sineması

yüksel aksu, anlatmak istediği her şeyi, beyazperdede bize kelimesi kelimesine aktarmayı başarmış.

tornatore'nin cinema paradiso'su, fellini'nin amarcord'u gibi bir tatla bizi evlerimize uğurluyor. ama, en önemlisi, jameson'ın deyişiyle, bu ülkenin ulusal alegorisini gözlerimizin önüne seriyor.

bugünlerde kaybettiğimiz büyük yazar umberto eco, bize ağır felsefi ya da politik mesajlarla yüklü çok katmanlı metinlerin milyonlarca okura ulaşmasının yani hem best seller hem de zeka sahibi olmanın aynı anda mümkün hatta zorunlu olduğunu öğretmişti.

işte aksu da bunu yapabilme becerisine sahip olduğunu gösteriyor. bol metaforlu, ödüllü, fakat kıt gişeli “festival filmleri” yapmak yerine; yüzeyde basit, güldürmeyi ve ağlatmayı aynı derecede beceren, fakat derine indikçe kendini tekrar ve tekrar izleten katmanlı metinler kurmayı başarıyor.

en önemlisi de, anlattığı hikayenin gerçekliği: adem, hasan ve cibar kemal ve dahi ula halkı o kadar gerçek ve o kadar bizden ve hikayeleri o kadar sahici ki; bu samimiyet, naif, ortalama “müşteri” kadar marksist, islamcı ya da liberal bütün entelektüel izleyici ve yorumcu camiasını da içine çekiyor; sarıp sarmalıyor.

bir hikayeden başka ne bekleyebiliriz ki?

yrd. doç. zafer f. yörük'ün güzel yorumuna sahip sinemada izlenmeye değer güzel filmlerden birisidir.

medreseler legalleşmeli

carleone89
tanım: bir mehmet görmez açıklaması daha.

diyanet işleri başkanı mehmet görmez, doğu ve güneydoğu'daki kadim medrese geleneği konusunda bakanlar kurulu'na bilgi verdiğini, bu medreselerin tekrar legal yapıya kavuşmasının doğru olacağını belirtti.

özetle tüm devrimleri tek tek geri götüreceğiz, amınıza koyacağız deseniz de biz de yorulmasak dediğim açıklama.
3 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol