(bkz: cankaya yolunda sahin k)
(bkz: karton)
otomotiv sanaayinde çok sık kullanılan çizim programı. milyondan fazla komutu olan, görsel açıdan çok şahane 3d olarak çalışılan, cam kısmını iyi bilen yetişmiş eleman fazla olmadığından, bilenin havada kapıldığı program.
futbol müsabakalarında kalecilerin hava toplarını elleriyle yakalamalarından sonra bazı spikerlerin yorumunda geçen cümledir.
türkiye’de olan biten hiçbir şeyi ciddiye almıyorum. kendisine olduğundan fazla önem vehmeden insanları, içi boş kurumları, değeri olmayan unvanları. özetle hiçbir şeyi. beni bu sonuca çok basit gözlemler götürdü.
ülkemizdeki kavşaklardan önemli bir kısmının neden sürekli karanlıkta kaldığını görüp; “bizim, milletçe zekamız kavşakları aydınlatmaya yetmiyor mu?” diye kendi kendime sordum..
sahip olduğumuz rejimin demokratik olmadığını bile bile “ülkede demokrasi varmış gibi..” yazılar yazan, konuşmalar yapan insanların algılama özürlü olup olmadıklarını merak ettim.
tarihe çok meraklı olup da yakın tarihimizi dahi bilmeyenlerin ukalalıklarını dinlemekten usandım.
cehalet, sığlık, ikiyüzlülük, aptallık beni yıldırdı.
okuduğunu, dinlediğini anlamayan insanlarla karşılaşmaktan bıktım usandım..
üstelik bunlar bu ülkenin güzel insanlarını aritmetik olarak ezecek yoğunluktalar. üstüne üstlük sayıları da geometrik olarak artıyor..
sözlükte yazılanlar konusunda bazıları türkiye nin ne kadar derdi varsa yazalım istiyor. sanki bu dertler bugüne kadar hiç yazılmamış, yazılan binlerce şikayetname bir şey değiştirmiş gibi.
kendi kendime, bu toplumdaki sorunlardan rahatsızlık duyan insanlar muhakkak vardır. onlar kendi değerlerini savunmak için parmaklarını kıpırdatmıyorlarsa ben neden onlar için kavga edeyim… diye düşünmeye başladım. hiçbir şeyi ciddiye almamaya başladım. beni sadece birebir tanıdıklarımın başına gelenler ilgilendiriyor. tanımadıklarım adına kavga etmeyi, tanımadıklarıma bırakıyorum..
ülkemizdeki kavşaklardan önemli bir kısmının neden sürekli karanlıkta kaldığını görüp; “bizim, milletçe zekamız kavşakları aydınlatmaya yetmiyor mu?” diye kendi kendime sordum..
sahip olduğumuz rejimin demokratik olmadığını bile bile “ülkede demokrasi varmış gibi..” yazılar yazan, konuşmalar yapan insanların algılama özürlü olup olmadıklarını merak ettim.
tarihe çok meraklı olup da yakın tarihimizi dahi bilmeyenlerin ukalalıklarını dinlemekten usandım.
cehalet, sığlık, ikiyüzlülük, aptallık beni yıldırdı.
okuduğunu, dinlediğini anlamayan insanlarla karşılaşmaktan bıktım usandım..
üstelik bunlar bu ülkenin güzel insanlarını aritmetik olarak ezecek yoğunluktalar. üstüne üstlük sayıları da geometrik olarak artıyor..
sözlükte yazılanlar konusunda bazıları türkiye nin ne kadar derdi varsa yazalım istiyor. sanki bu dertler bugüne kadar hiç yazılmamış, yazılan binlerce şikayetname bir şey değiştirmiş gibi.
kendi kendime, bu toplumdaki sorunlardan rahatsızlık duyan insanlar muhakkak vardır. onlar kendi değerlerini savunmak için parmaklarını kıpırdatmıyorlarsa ben neden onlar için kavga edeyim… diye düşünmeye başladım. hiçbir şeyi ciddiye almamaya başladım. beni sadece birebir tanıdıklarımın başına gelenler ilgilendiriyor. tanımadıklarım adına kavga etmeyi, tanımadıklarıma bırakıyorum..
boston da oyununu hızlı geliştirememesini yanında oynadığı adamlara baktığımda "gel de sen geliş" dediğim, "dallas ta olsa tam süper olur, tadından yenmez" ancak boston u izlemememizin yegane sebebi insan.
olsa olsa türkiye de olur.
devlet kilisesi pazar günleri kapalı olur büyük ihtimal. çalışanlar devlet memuru olup ; "zaten bir pazarımız var, ayıp yaa" şeklinde cümleler sık duyulur.
(bkz: cuma günleri kapalı cami)
devlet kilisesi pazar günleri kapalı olur büyük ihtimal. çalışanlar devlet memuru olup ; "zaten bir pazarımız var, ayıp yaa" şeklinde cümleler sık duyulur.
(bkz: cuma günleri kapalı cami)
"tabi tabi gerisi kolay. herkes okuyup mu adam oldu? okulların hali ortada." diye karşı çıkılabilecek hede.
halkımızın neden üç yüz, dört yüz kelimeyle konuştuğunu resmen çözdüm. daha doğrusu, kelime haznesini genişletmek yerine “kaş göz işaretleri” ya da “el kol hareketlerini” tercih ettiğini anladım. hafta sonu ya.. evde okumadığım gazeteler birikmiş. çayımı demledim. okumadığım gazete dergileri yanıma yığdım.
ilk elime gelen islamcı kanattan bir günlük gazete oldu. orasına burasına bakarken “anadoluculuk” başlıklı bir yazı gözüme ilişti. genel başlık da “türkiye kimliğine alternatif yorumlar..” başlığın altındaki spotu okudum. kelimesi kelimesine şöyle: “anadoluculuk, gerçekte globalleşme ile etnosentrizmin birarada yaşaması çelişkisinden kaynaklanan ansiyetik bir tepki görümündedir..”
amin! allah kabul etsin de ne demek şimdi bu? bir daha okudum çözmek mümkün değil. cümlenin ortasına geliyorum, daha öncekileri unutuyorum. içimde okuma aşkı var ya! direneceğim. evde ne kadar gazete kuponuyla toplanmış ansiklopedi, sözlük varsa içine daldık. enstrosentizm sözcüğünün ne demek olduğunu buldum: etnik merkezcilik, demekmiş..
ansiyektik ise bizimkilerin sonradan icat ettiği bir şey olmalı. fransızca ancien’i buldum. karşılığı : eskiden kalma, gibi bir şey. sonra gazeteyi elimden bıraktım.
bu sefer sol bir gazetenin eki geçti elime. “belirlenirlik , oluşsallık, kestirebilirlik..” başlıklı bir yazı çarptı gözüme. “eh, başlıkta ilgi çekmek istemiş olabilir “ dedim. yazıya geçtim. bir süre geçti , birden fark ettim ki okuduklarımdan bir şey anlamıyorum.
neden mi? bakın şu cümleye: “duyu organlarımızla algıladığımız ( atomlar , evrimsel süreç, psikoseksüel gelişme gibi) algılayamadığımız bölümlerini ve yönlerini de kurguladığımız empirik ya da olgusal dünyanın birtakım temel ilkelere göre işlediğini söyleyebiliriz”
al başına belayı.. biraz kültür araştırması sonunda yukarıdaki cümlenin “ allah’ın dediği olur” gibisinden bir anlama geldiğini çıkarabildim. ancak emin de değilim.
hemen telefonu açıp tanıdığım en kültürlü adamı aradım. ilkokul dörtte takdirname almış. ortaokulda sınıfta kalmışlığı yok.
-sana bir cümle okuyacağım dinle..
yukarıdaki cümleyi tane tane okudum.
-şimdi sana bunun anlamını sormuyorum. sadece aklında kalan beş kelime söyle..
karşıdan cevap geldi
-sen haplandın mı ?
uzatmayıp telefonu kapadım. ama ufaktan ufaktan da kompleks basıyor, kıllanıyorum. kendimi “anlama özürlü “ biri gibi düşünmeye başladım.
sonra durdum “ulan allah’ın gazetesi dergisi bir tek bunlar değil ya dedim. bir dergi geçti elime.. atilla ilhan hakkında bir yazı var.. severim atilla ilhan’ı. yazı sardı beni.. yazıya dayanmış bir ömür başlıklı yazıyı okumaya başladım.
“imgelem ve düşlemi öne çıkarışlarıyla, betimlemeden imge ve eğretilmeye geçişiyle garipçilerin ve kendisinin aktif realistler, diye adlandırdığı toplumcu gerçekçi şairlerin öykülemeye yaslı şiirini belirtmekte olan yeni kültürel, düşünsel, tinsel sorunların dışlaştırılması için yetersiz bulunan ve başka türden bir yazınsal, şiirsel, beklenti ufkuna doğru dönen….” yeter ben tükendim, cümle tükenmedi.. pes ettim. bu kadar tesadüf olamaz üst üste allah benim sabrımı deniyor olmalı.
ulan bu laflar cumhuriyet’in bulmacasında bile yok. yok yani..
boş adam da sayılmam. mesela sorun bana japon lirik dramı nedir , diye “no” diyeyim.. bir ingiliz birası “ale”.. galiba benim zorlanmam üç dört harfi aşan kelimelerde.. ama bu kadar belalılarını hiç okumamıştım.
ne yani türkçeyi böyle mi konuşacağız.. maçlarda “ psişik sapmalarla anne karnında meydana gelen fiziksel yöntemlerden dolayı karşı cinse ilgi duyan hakem..” diye mi bağıracağız?? bu sırada telefon çaldı arkadaş aradı , az evvelki.
-sen biraz önce ne demek istedin?
ben de elimin altındaki dergiyi çekip rastgele bir cümle okudum.
-bir şey demek istemedim.. belirlenirlik yada belirlenirliğin, çok yalın olarak neden – sonuç ilişkisi biçiminde görebileceğimiz nedenselliğin geleceğe uzantısı olduğunu söyleyebilir miyiz, diye sormak istedim…
ne cümle ama ?
karşıdan cevap
-ben de senin… dedi kapadı.
oda benim gibi “elinde olmayan aksamalardan dolayı” okuduklarımı anlamıyor.
cehaletin kıymetini bilin.. her zaman derim “ cehalet mutluluktur”..
ilk elime gelen islamcı kanattan bir günlük gazete oldu. orasına burasına bakarken “anadoluculuk” başlıklı bir yazı gözüme ilişti. genel başlık da “türkiye kimliğine alternatif yorumlar..” başlığın altındaki spotu okudum. kelimesi kelimesine şöyle: “anadoluculuk, gerçekte globalleşme ile etnosentrizmin birarada yaşaması çelişkisinden kaynaklanan ansiyetik bir tepki görümündedir..”
amin! allah kabul etsin de ne demek şimdi bu? bir daha okudum çözmek mümkün değil. cümlenin ortasına geliyorum, daha öncekileri unutuyorum. içimde okuma aşkı var ya! direneceğim. evde ne kadar gazete kuponuyla toplanmış ansiklopedi, sözlük varsa içine daldık. enstrosentizm sözcüğünün ne demek olduğunu buldum: etnik merkezcilik, demekmiş..
ansiyektik ise bizimkilerin sonradan icat ettiği bir şey olmalı. fransızca ancien’i buldum. karşılığı : eskiden kalma, gibi bir şey. sonra gazeteyi elimden bıraktım.
bu sefer sol bir gazetenin eki geçti elime. “belirlenirlik , oluşsallık, kestirebilirlik..” başlıklı bir yazı çarptı gözüme. “eh, başlıkta ilgi çekmek istemiş olabilir “ dedim. yazıya geçtim. bir süre geçti , birden fark ettim ki okuduklarımdan bir şey anlamıyorum.
neden mi? bakın şu cümleye: “duyu organlarımızla algıladığımız ( atomlar , evrimsel süreç, psikoseksüel gelişme gibi) algılayamadığımız bölümlerini ve yönlerini de kurguladığımız empirik ya da olgusal dünyanın birtakım temel ilkelere göre işlediğini söyleyebiliriz”
al başına belayı.. biraz kültür araştırması sonunda yukarıdaki cümlenin “ allah’ın dediği olur” gibisinden bir anlama geldiğini çıkarabildim. ancak emin de değilim.
hemen telefonu açıp tanıdığım en kültürlü adamı aradım. ilkokul dörtte takdirname almış. ortaokulda sınıfta kalmışlığı yok.
-sana bir cümle okuyacağım dinle..
yukarıdaki cümleyi tane tane okudum.
-şimdi sana bunun anlamını sormuyorum. sadece aklında kalan beş kelime söyle..
karşıdan cevap geldi
-sen haplandın mı ?
uzatmayıp telefonu kapadım. ama ufaktan ufaktan da kompleks basıyor, kıllanıyorum. kendimi “anlama özürlü “ biri gibi düşünmeye başladım.
sonra durdum “ulan allah’ın gazetesi dergisi bir tek bunlar değil ya dedim. bir dergi geçti elime.. atilla ilhan hakkında bir yazı var.. severim atilla ilhan’ı. yazı sardı beni.. yazıya dayanmış bir ömür başlıklı yazıyı okumaya başladım.
“imgelem ve düşlemi öne çıkarışlarıyla, betimlemeden imge ve eğretilmeye geçişiyle garipçilerin ve kendisinin aktif realistler, diye adlandırdığı toplumcu gerçekçi şairlerin öykülemeye yaslı şiirini belirtmekte olan yeni kültürel, düşünsel, tinsel sorunların dışlaştırılması için yetersiz bulunan ve başka türden bir yazınsal, şiirsel, beklenti ufkuna doğru dönen….” yeter ben tükendim, cümle tükenmedi.. pes ettim. bu kadar tesadüf olamaz üst üste allah benim sabrımı deniyor olmalı.
ulan bu laflar cumhuriyet’in bulmacasında bile yok. yok yani..
boş adam da sayılmam. mesela sorun bana japon lirik dramı nedir , diye “no” diyeyim.. bir ingiliz birası “ale”.. galiba benim zorlanmam üç dört harfi aşan kelimelerde.. ama bu kadar belalılarını hiç okumamıştım.
ne yani türkçeyi böyle mi konuşacağız.. maçlarda “ psişik sapmalarla anne karnında meydana gelen fiziksel yöntemlerden dolayı karşı cinse ilgi duyan hakem..” diye mi bağıracağız?? bu sırada telefon çaldı arkadaş aradı , az evvelki.
-sen biraz önce ne demek istedin?
ben de elimin altındaki dergiyi çekip rastgele bir cümle okudum.
-bir şey demek istemedim.. belirlenirlik yada belirlenirliğin, çok yalın olarak neden – sonuç ilişkisi biçiminde görebileceğimiz nedenselliğin geleceğe uzantısı olduğunu söyleyebilir miyiz, diye sormak istedim…
ne cümle ama ?
karşıdan cevap
-ben de senin… dedi kapadı.
oda benim gibi “elinde olmayan aksamalardan dolayı” okuduklarımı anlamıyor.
cehaletin kıymetini bilin.. her zaman derim “ cehalet mutluluktur”..
psişik sapmalarla anne karnında meydana gelen fiziksel yöntemlerden dolayı karşı cinse ilgi duyan hakemdir..
etnik merkezcilik demekmiş.
(bkz: anani da al git)
oyuncak mağazalarında çokça karşılaşılan, özellikle bebeklerin orasında burasında yazan üzerine basınca bebeğin oynamasına, ağlamasına veya türlü şaklabanlık yapmasına yarayan yazı.
telafuz edilirken "puşt it" hem puşt hem it manasına gelebilir ayrıca.
telafuz edilirken "puşt it" hem puşt hem it manasına gelebilir ayrıca.
senin en güzel yerin, kahpe rengi gözlerin.
sözlüğün orasında burasında çıkan reklamların sahibi webmasterların kazanç kapısı googleın reklam hizmeti.
(bkz: http://www.habergenc.com )
edirneli klarnet ustası. romandır kendisi. yurt dışında konserler vermişliği bile vardır abimizin.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?