sen hiç gördün mü üç kulaklı bir adam şarkısının teknolojiyi takip eden çocuk korosu tarafından söylenmiş hali.
(bkz: bereket)
pttde çalışmayı " ırakta ateş hattında savaşmak " zanneden birinin söyleyebileceği cümle.
böyle bir şey yapan adam hep sözlük’e hem de okuyana saygısızlık yapar. zira kendisini msn messenger’da zanneden bir adamın buraya ne şartlar altında geldiğini de merak etmekteyim. çünkü burası insanların birbirlerine msn tadında bkz verecekleri veya msn dilinde entry girecekleri bir yer değil. burda türkçe adam gibi yazılır, yazılmalıdır. seni okuyana saygın yoksa çek git burdan.
genellikle böyle entry’leri giren insanlar cevap vermekten acizdirler. çünkü böyle bir bkz veren, hele hele msn messenger da konuşuyormuş gibi entry giren birinin yazılarını bilgi sözlük’te kimse görmek istemez. he görmek isterlerse bu işte bir yalnızlık var demektir.
örneğin,
#634414 ki siz baktıktan sonra silinir bunlar.
genellikle böyle entry’leri giren insanlar cevap vermekten acizdirler. çünkü böyle bir bkz veren, hele hele msn messenger da konuşuyormuş gibi entry giren birinin yazılarını bilgi sözlük’te kimse görmek istemez. he görmek isterlerse bu işte bir yalnızlık var demektir.
örneğin,
#634414 ki siz baktıktan sonra silinir bunlar.
artık diğer faturaların da alınması ile beraber daha da suratlarını astıkları hadisedir. oturduğu yerden para kazanan birlerinin müşteriye karşı bu kadar da asık suratlı olması çok enteresan. " iş yerinde oturup evde ayakta mı yatıyorlar? " sorusunu kafama getiriyor.
iyi de o zaman bunun sebebi ne?
rahat bir çalışma ortamları mı yok?
itin kopuğun çalıştığı bir mekân mı?
maaşını mı geç yatırıyorlar?
yemek paranı mı vermiyorlar?
sigortanı mı iplemiyorlar?
sen bir devlet çalışanı olduğun için mekânında it kopuk çalışmıyor.
sen bir devlet çalışanı olduğun için maaşın geç yatmıyor.
sen bir devlet çalışanı olduğun için yemek paranı veriyorlar.
sen bir devlet çalışanı olduğun için sigortanı vakti, zamanında, iplemezlik yapmadan yatırıyorlar.
peki, sen daha ne istiyorsun?
neden müşterilere asık suratlı davranıyorsun?
seni şikâyet etmemelerinden mi korkuyorsun?
sırtını ve oturmaktan koskocaman olan büyük götünü devletin kapısına dayadığın içim mi kendine bu kadar güven duyuyorsun? söylesene senin derdin ne?
sana fatura yatırmaya gelenler hiç mi çalışmamışlar?
ya da hiç düşündün mü hangi zorluklar altıda çalışıyorlar ya da buraya gelmeden önce başından neler geçti?
sen görevini bilmiyor musun?
müşteri her zaman güzel karşılanacak, güle güle gönderilecek.
ptt şubelerinde her zaman bir gerginlik vardır. sanki bir an evvel bitse de gitsek çalışanları ile müşteriyi geren bir kuruluş, nasıl olur da bunca zaman ayakta kalır. nasıl olur da ayakta kalması gereken onca ticarethane varken bunlar ayakta kalır. devlet ne zaman görevini yaptı ki? devlet ne zaman doğru düzgün çalışanı takip etti ki? ne zaman çalışanlarını doğru düzgün kontrol etti ki?
peki, iş yerinde bunca sorunu olmayan insanlar nasıl olur da hep asık suratlı oluyorlar. yoksa devlet bunları özenle seçip mi yerleştiriyor. 40’ından sonra bilgisayar kullanmayı öğrenen bir bayanın, space tuşuna basmadan işlem yapması, beni mi enterese eder, çalışanı mı yoksa devleti mi?
çalışmayacaksın o zaman kardeşim. çalışmayacaksın! bu kadar basit. aldığın paradan memnun değilsen git başka yerde çalış. ben güler yüzlü girdiğim yerde senin asık suratını görmek mecburiyetinde değilim. müşteriyi azarlar tarzda konuşan, asık suratlı ptt çalışanları hiçbir zaman hak ettikleri yerlere gelemeyecekler. çünkü asık suratlı davranan hiçbir insan kademesinde yükselemez. çünkü hiçbir şey olmadan, suçsuz, saf müşteri’ye kimse asık suratla davranamaz. davranırsa ilerleyemez.
suratlarını az görmek için
(bkz: otomatik ödeme talimatı)
iyi de o zaman bunun sebebi ne?
rahat bir çalışma ortamları mı yok?
itin kopuğun çalıştığı bir mekân mı?
maaşını mı geç yatırıyorlar?
yemek paranı mı vermiyorlar?
sigortanı mı iplemiyorlar?
sen bir devlet çalışanı olduğun için mekânında it kopuk çalışmıyor.
sen bir devlet çalışanı olduğun için maaşın geç yatmıyor.
sen bir devlet çalışanı olduğun için yemek paranı veriyorlar.
sen bir devlet çalışanı olduğun için sigortanı vakti, zamanında, iplemezlik yapmadan yatırıyorlar.
peki, sen daha ne istiyorsun?
neden müşterilere asık suratlı davranıyorsun?
seni şikâyet etmemelerinden mi korkuyorsun?
sırtını ve oturmaktan koskocaman olan büyük götünü devletin kapısına dayadığın içim mi kendine bu kadar güven duyuyorsun? söylesene senin derdin ne?
sana fatura yatırmaya gelenler hiç mi çalışmamışlar?
ya da hiç düşündün mü hangi zorluklar altıda çalışıyorlar ya da buraya gelmeden önce başından neler geçti?
sen görevini bilmiyor musun?
müşteri her zaman güzel karşılanacak, güle güle gönderilecek.
ptt şubelerinde her zaman bir gerginlik vardır. sanki bir an evvel bitse de gitsek çalışanları ile müşteriyi geren bir kuruluş, nasıl olur da bunca zaman ayakta kalır. nasıl olur da ayakta kalması gereken onca ticarethane varken bunlar ayakta kalır. devlet ne zaman görevini yaptı ki? devlet ne zaman doğru düzgün çalışanı takip etti ki? ne zaman çalışanlarını doğru düzgün kontrol etti ki?
peki, iş yerinde bunca sorunu olmayan insanlar nasıl olur da hep asık suratlı oluyorlar. yoksa devlet bunları özenle seçip mi yerleştiriyor. 40’ından sonra bilgisayar kullanmayı öğrenen bir bayanın, space tuşuna basmadan işlem yapması, beni mi enterese eder, çalışanı mı yoksa devleti mi?
çalışmayacaksın o zaman kardeşim. çalışmayacaksın! bu kadar basit. aldığın paradan memnun değilsen git başka yerde çalış. ben güler yüzlü girdiğim yerde senin asık suratını görmek mecburiyetinde değilim. müşteriyi azarlar tarzda konuşan, asık suratlı ptt çalışanları hiçbir zaman hak ettikleri yerlere gelemeyecekler. çünkü asık suratlı davranan hiçbir insan kademesinde yükselemez. çünkü hiçbir şey olmadan, suçsuz, saf müşteri’ye kimse asık suratla davranamaz. davranırsa ilerleyemez.
suratlarını az görmek için
(bkz: otomatik ödeme talimatı)
tatlıyı sanat için yaptığını zanneden sözde tatlıcı.
(bkz: tatlıcı lombak)
tatlıcı tombaka rakip olarak, lombak yazarları tarafından kurulması muhtemel tatlıcı.
her gün, bilimum hayvanın etlerini kesip satan bir kadının fantazilerini ve içgüdüsel duygularını ön plana koyarsak, elindeki satırla partnerini maxiumum zirveye çıkartacak olan sevişme stilidir. zira birçok porno filminde kasap hep erkek olur ama bir kadının kasap olması veya o ihtimal bile etler arasında sevişmenin, zincirlere vurulmanın ve kancalara takılmanın zevkini şimdiden tattırıyor.
çocukluğunda tokatlanmış, paranın getirdiği ağırlığı çocuğun suratında tartmaya çalışan, terbiyesiz iş adamıdır. " param var, dul değil, allahın oğluolsa tokatı basarım " felsefesini güden bir iş adamını, kariyerinin zirvesindeyken öldürmek, bir dul için kutsal bir görevdir. zira çocuğa atılan tokat, cennetten değil, cepten çıkmadır.
25 ağustosta tekrar sevenleri ile kuruçeşme arenada bir araya gelecek olan, türkiyenin gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından, sanat adamlarından birisi. boğazından dibinde de mis gibi gider, mis.
tatil bölgeleri turnesinden çıkıp tekrar istanbula gelerek, kuruçeşme arenada yine, yeniden gösteri yapacak olan harikalar kumpanyası. boğazın dibinde mis gibi gider, mis.
19 ekimde ülkemize gelip 3 gün gösteri yapacak olan dünyaca ünlü sihirbaz. lakabaı " uçan adam "
" kim kurdu " veya " neyin kurdu " sorusuna verilecek bir cevaptır.
(bkz: özel atafen koleji)
(bkz: vay be onlar ne günlerdi)
1992 senesinde tüysüzler tarafından kurulan, yıllarımı geçirdiğim okul. erhan ürüsü, yusuf çepili, yunus veziri benim için unutulmazdır. 1997–2000 arasında tam 3 senemi dolu dolu geçirdim. ama şimdiki aklım olsa daha fazla eserdim diye düşünüyorum. bazı konularda çok sığ bir okul. bence türkiye’deki her okul istese bütün öğrencilerini ingiltere’ye götürebilir. ama bunu mazeretmiş gibi göstermek pek de hoş değil. en güzel liselere, üniversitelere öğrenci hazırladığı, gönderdiği doğrudur. ama iyi bir devlet üniversitesi kazanan sayısı çok azdır. bazıları yeditepe, bilgiye gider. kimisi de koç, sabancı.
sınıflardaki öğrenci sıralarının tek kişilik olması, öğrenci hayatında kopya sistemini hem azaltıyor hem arttırıyor. ki ben hayatımda hiç kopya çekmeyen ve kopya çekmekten çok aciz biri olarak, bu sıralarda hep korka korka kopya çekiyordum. çünkü sınıfta o kadar azdık ki, öğretmenin gözü kapalı olsa, muhakkak bir titreşim hisseder.
güzel öğretmenleri vardı. çok da seksi öğretmenleri. hatta ben matematik hocama âşıktım fakat evliydi. sonradan boşandığını öğrendim fakat o zamanlar kız arkadaşım vardı benim, o yüzden bir etki olmadı, tepki de vermedim doğal olarak. aynı seksilikte ve güzellikte bir de sosyal bilgiler hocası vardı. tülay hocaydı. bir etek giyerdi bütün sınıf ağzımız açık kalır mıydık? kalırdık. fakat tek falsosu, konuşurken suratımı tükürükle boğmasıydı. acaba önde oturduğum için miydi? diye düşünüyordum. fakat arkaya geçsem de tükürük yerini buluyordu. kasıtlı mı? diye düşünmeye başladım sonra. tükürük bana gelene kadar birçok kişiye geliyormuş.
yusuf çepil, sert bakışları ile güldüğü zaman insanın içine ister istemez su serperdi. disiplin kurulu başkanıydı. başkandı.
vakti zamanında arkadaşlarla sıra sıra izlediğimiz patlarsan yanarsın adlı filmdeki görüntüleri sınıftaki kızlara gösteremeye çalışıyorduk. ama sadece elle. yani çıplaklık yok. bundan değil de bu gürültüden rahatsız olan vatandaşlık hocası bizi disiplin kuruluna sevk etmeden önce tam kapı girişinde bana bir tane tokat atmıştı. hayatımda yediğim ilk tokattı.. ve yediğim tokatı şans eseri kapının arasından bütün arkadaşlarım gördü. utanmadım. çünkü yaptığımdan da utanan birisi değildim. gayet normaldi. çünkü çocuktum.
disiplin kurulu başkanı yusuf çepil bize " ne yapıyorsunuz kızlara siz " diye sorduğunda " hocam, one, two, three, four " , , lakin onlardan yanıt gelmeyince aklıma " go " kelimesi geldi.
" hocam yani one, two, three, four, go. bunda bir şey yok yani " der demez herkes beni teyit etmeye başladı. yusuf çepil, erhan ürüye dönerek " hocam bunlar alman filmi izlemiş, belli " diyince kahkahayı patlattılar. tabi biz de olayın gevşekliği ile gülmeye başladık. içimiz rahatlamıştı ama uyarı almıştık.
bana tokat atan vatandaşlık hocası beni bir gün sonra öğretmenler odasına çağırıp ve özür dilemişti. ben de " hocam ne önemi var " demiştim. bir gün sonra hoca okulda yoktu. evet, bir gün sonra dersi yoktu ama iki gün sonra da yok değildi. ikinci gün gelmemişti. çünkü hocanın tayini çıkmıştı. maalesef sorun bende değil. çünkü böyle özel bir kurumda tokat atmanın cezası ağır olur. hem benim açımdan da unutulmaz bir anı olmuştu.
acısıyla, tatlısıyla farklı farklı arkadaşlıklar edindiğime inandığım bir yuva oldu burası. çok havalı insanlar vardı. izmit göt kadar bir şehir zaten. herkes kimin ne olduğunu biliyordu fakat herkesin zenginim rolü oynaması çok saçmaydı. kompleksi hocaları da vardı, öğrencileri de. o yüzden, özellikle yeni nesilin kültür ve bilgi birikimine hiç güvenmediğim için, orada okuyanlara dikkatli olmalarını tavsiye ediyorum. arkadaşlarını da iyi seçmelerini öneriyorum. çünkü birbirini ezmeye çalışan, üstün görünmeye çaba gösteren bir sürü insan var. atafen’den mezun olup, izmit’ten ayrılıp, istanbul’a yerleştiğim için çok mutluyum.
böyle insanların arasında okuyup, oradan mezun olduğum için aslında şanslıyım. çünkü bunlar bana bir ders oldu. çünkü ben " düşman kelimesinin anlamını, arkadaş sıfatı taşıyanlardan öğrendim ."
sınıflardaki öğrenci sıralarının tek kişilik olması, öğrenci hayatında kopya sistemini hem azaltıyor hem arttırıyor. ki ben hayatımda hiç kopya çekmeyen ve kopya çekmekten çok aciz biri olarak, bu sıralarda hep korka korka kopya çekiyordum. çünkü sınıfta o kadar azdık ki, öğretmenin gözü kapalı olsa, muhakkak bir titreşim hisseder.
güzel öğretmenleri vardı. çok da seksi öğretmenleri. hatta ben matematik hocama âşıktım fakat evliydi. sonradan boşandığını öğrendim fakat o zamanlar kız arkadaşım vardı benim, o yüzden bir etki olmadı, tepki de vermedim doğal olarak. aynı seksilikte ve güzellikte bir de sosyal bilgiler hocası vardı. tülay hocaydı. bir etek giyerdi bütün sınıf ağzımız açık kalır mıydık? kalırdık. fakat tek falsosu, konuşurken suratımı tükürükle boğmasıydı. acaba önde oturduğum için miydi? diye düşünüyordum. fakat arkaya geçsem de tükürük yerini buluyordu. kasıtlı mı? diye düşünmeye başladım sonra. tükürük bana gelene kadar birçok kişiye geliyormuş.
yusuf çepil, sert bakışları ile güldüğü zaman insanın içine ister istemez su serperdi. disiplin kurulu başkanıydı. başkandı.
vakti zamanında arkadaşlarla sıra sıra izlediğimiz patlarsan yanarsın adlı filmdeki görüntüleri sınıftaki kızlara gösteremeye çalışıyorduk. ama sadece elle. yani çıplaklık yok. bundan değil de bu gürültüden rahatsız olan vatandaşlık hocası bizi disiplin kuruluna sevk etmeden önce tam kapı girişinde bana bir tane tokat atmıştı. hayatımda yediğim ilk tokattı.. ve yediğim tokatı şans eseri kapının arasından bütün arkadaşlarım gördü. utanmadım. çünkü yaptığımdan da utanan birisi değildim. gayet normaldi. çünkü çocuktum.
disiplin kurulu başkanı yusuf çepil bize " ne yapıyorsunuz kızlara siz " diye sorduğunda " hocam, one, two, three, four " , , lakin onlardan yanıt gelmeyince aklıma " go " kelimesi geldi.
" hocam yani one, two, three, four, go. bunda bir şey yok yani " der demez herkes beni teyit etmeye başladı. yusuf çepil, erhan ürüye dönerek " hocam bunlar alman filmi izlemiş, belli " diyince kahkahayı patlattılar. tabi biz de olayın gevşekliği ile gülmeye başladık. içimiz rahatlamıştı ama uyarı almıştık.
bana tokat atan vatandaşlık hocası beni bir gün sonra öğretmenler odasına çağırıp ve özür dilemişti. ben de " hocam ne önemi var " demiştim. bir gün sonra hoca okulda yoktu. evet, bir gün sonra dersi yoktu ama iki gün sonra da yok değildi. ikinci gün gelmemişti. çünkü hocanın tayini çıkmıştı. maalesef sorun bende değil. çünkü böyle özel bir kurumda tokat atmanın cezası ağır olur. hem benim açımdan da unutulmaz bir anı olmuştu.
acısıyla, tatlısıyla farklı farklı arkadaşlıklar edindiğime inandığım bir yuva oldu burası. çok havalı insanlar vardı. izmit göt kadar bir şehir zaten. herkes kimin ne olduğunu biliyordu fakat herkesin zenginim rolü oynaması çok saçmaydı. kompleksi hocaları da vardı, öğrencileri de. o yüzden, özellikle yeni nesilin kültür ve bilgi birikimine hiç güvenmediğim için, orada okuyanlara dikkatli olmalarını tavsiye ediyorum. arkadaşlarını da iyi seçmelerini öneriyorum. çünkü birbirini ezmeye çalışan, üstün görünmeye çaba gösteren bir sürü insan var. atafen’den mezun olup, izmit’ten ayrılıp, istanbul’a yerleştiğim için çok mutluyum.
böyle insanların arasında okuyup, oradan mezun olduğum için aslında şanslıyım. çünkü bunlar bana bir ders oldu. çünkü ben " düşman kelimesinin anlamını, arkadaş sıfatı taşıyanlardan öğrendim ."
kayıtları tam 7 gün süren efsanevi pink floyd şarkısıdır.
division bell albümündeki wearing the inside out şarkısıyla piyanosunun dahilinde sesinin de ne kadar büyülü olduğunu tüm dünyaya kanıtlamış, dünyanın en büyük rock grubu pink floydun yaşlı kurtudur.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?