(bkz: doğum günü çocuğu)
(bkz: popule)
en uzun gecenin sabahına sahip gün.
en uzun gecede doğmuş olması onun çevresine her daim ışık vermesine sebep olmuştur. karanlığın nasıl birşey olduğunu en iyi bilenlerden biri olarak iyi ki doğmuştur. nice yıllaradır. ama onunla yaşanılası yılların azlığı efkar sebebidir üzüntü vericidir. yinede çok sevilesi oturgaçlı güldürgeçtir. her daim özlenelinecek kadar sevdiğim bir sözlükçüdür.
(bkz: iyi doğdun)
(bkz: nice yüz yıllara)
(bkz: iyi doğdun)
(bkz: nice yüz yıllara)
(bkz: defrost)
malumunuzdur “muş” ; “-mış, -miş, -muş,-müş,” gibi türkçede öğrenilmiş yada duyulmuş zamanın eklerinden biridir. bundan ziyade muş iller arası trafik kodlamasında 49 gibi bir numaraya, ülke haritasında ciddi bir sınıra, birbirinden şirin ilçelere sahip bir il olarak ta halkımızın zihninde yer etmiştir.
dünya sıralamasında gelişmekte olan bir ülkeye yaraşır bir biçimde gelişmekte olan bir şehir olarak muş çoğu zaman sahipsizliği fakirliği itilmişliği geri kalmışlığı ve mazlumluğu çağrıştırır ülkemin toplumsal duyarlılığı olan insanlarında. kendini ifade edememezlikle yoğrulmuş bir ikinci plana atılmışlık hissiyle var olma kavgası içerisinde küçük şirin bir il aslında muş.
ülke genelinde seçilmiş 550 kişi arasında onu da temsil edecek 4 tane milletvekili var. kimisinde görüntü var ses yok, kimisinde ses var görüntü yok böylece alışmış görünüyor muş halkı cızırtılı bir frekansta ülke gündemini seyretmeye ki arada bir seçim propagandalarına malzeme olan yolların yamanmasını beynelmilel bir hizmet olarak görebiliyor.
bu ülkeyi yöneten 550 kişi arasına gönderilecek müstakbel adayları seçmek aslında çok zor ama sağ olsun seçilmeye kendilerinden aday olan bu insanlar; problemi halka yağ, un, şeker ve cep telefonu! dağıtarak kendilerinin bu işi çok iyi başarabileceklerini gösteriyorlar. hemen hemen hepsi seçildikleri akşam 06 plaka kodlu başkente yol alırken bir ağızdan hepinizin bildiği o; “ orda bir köy var uzakta…” diye başlayan siyasetin çirkin yüzünün sanata izdüşümleşmesi olarak tanımladığım talihsiz şarkıyı ezberleyerek mutlu bir şekilde, kendi geleceklerini düşünmeye başlarlar ve hepsinin içinde gidip gelinmese de onlara ait olacak bir köyün garantisi var.
bu iyi giyimli, ortalama 90 kiloluk amcaları bırakıp nadide ama talihsiz şehrimin yetiştirdiği, belli çevrelerce kabul görmüş aydınlarımıza dönmek istiyorum. batıyı, doğuyu, kuzeyi, güneyi çok iyi tanımış, zamanın ötesine geçebilmiş ama ne yazık ki doğduğu şehirle bir türlü barışamamış bilgili kültürlü bu kişiler doğdukları şehre yani muş’a; dünya üzerindeki gelişmiş kentler arasında bir yer bulmakla çok kafa patlatmış, işin içinden çıkamayacağını görünce de “aslında benim nem-liberalizmle ilgili çok ilginç fikirlerim var” deyip hemen bu hazin durumdan kurtulmayı başarmışlardır. toplum içine bir türlü inememiş bu güzel insanlar bu seviye farkını göze sokarcasına; “muş, ab’nin neresinde?” gibi talihsiz cümleler sarf etmiştir. biz birer muşlu olarak muşun neresindeyiz?
her neresinden bakılırsa bakılsın muş; ülke tarımının ciddi bir yüzdesini alabilecek büyük ve verimli bir ovaya sahipken, bu bakir topraklar yalnızca şarkılara ve şiirlere konu olmuştur. bundan bihaber, yine muş’un çocukları olan sanayicilerimiz; kısmen haklı olarak şanslarını batıda aramış, çoğu zaman karlı çıkmış, muş’un bu özelliğini görmezden gelmiş, artık daha çok zengin olabilmek için dünyaya açılmak gibi planlar kurarak muş’un bu kadersizliğini bir kez daha göz önüne sermişlerdir. sevdiğim bir söz vardır, “ kendi yağında kavrulmak” kendi kendine yeten, kendi gücüyle ayakta kalabilen anlamına gelirken muş için bu söz “kendi yağsızlığında ızgara olmak” gibi değişiklik arz ediyor. tabi bunun bir çok
suçlusu var elbette. ama en büyük suçlunun; yatırım denince aklına ev,araba gibi bayağı metaların geldiği kıymetli sermayedarlarının olduğunu söylemeliyim. sanayileşme adına sürünen bu şehrin artık büyük fabrikalara ihtiyacı var. bunun da ancak devlet siyasetçi ve sermaye sahibi arasında olması gereken kolektif bir iş birliğiyle gerçekleşeceği hepimizce biliniyor.
bütün bunların yanında muş gibi küçük bir ilde de devlet baba bütün ağırlığıyla kendini hissettiriyor. örneğin muş’ta da devlet babaya bir işiniz düşerse günlerce beklersiniz gereksiz diplomasiden bunalıp saatlerce kuyruklarlarda ömür tüketirsiniz. sadece bu haliyle diğer 80 ilden hiçbir farkı olmaması bizi az çok sevindirmesi gerekiyor, nede olsa devlet baba gereksiz diplomasisiyle her ile aynı muameleyi yapıyor değil mi ama?
ve son olarak kendi memleketlerince bir türlü kabul görmemiş, zaten bitişik kaşlarına, toprak renkli yüzlerine bir türlü oturmayan uzun saçlı top sakallı kimi zaman küpeli gençler… yani biz. sosyal özgürlüğü şeklimizden önce içinde büyüyüp geliştiğimiz sima ve zeka olarak bize çok benzeyen halkımıza tanıtmalıyız. kuru bir şikayetin gölgesine sığınarak böylece hep itilmiş unutulmuş olan şehrimize bir tekmede biz vuruyoruz.
bir şehir eğer yaşattıkları ile değil de yaşatanlarıyla varolma kavgası verebiliyorsa ancak yok olmaya doğru gidebilir. belki bu yüzden muş’u yaşatmak yerine onu doğru ve yanlışlarıyla yaşamanın zamanı gelmiştir. belki bu şekilde bir şehri anlamak daha kolay gelebilir.
dünya sıralamasında gelişmekte olan bir ülkeye yaraşır bir biçimde gelişmekte olan bir şehir olarak muş çoğu zaman sahipsizliği fakirliği itilmişliği geri kalmışlığı ve mazlumluğu çağrıştırır ülkemin toplumsal duyarlılığı olan insanlarında. kendini ifade edememezlikle yoğrulmuş bir ikinci plana atılmışlık hissiyle var olma kavgası içerisinde küçük şirin bir il aslında muş.
ülke genelinde seçilmiş 550 kişi arasında onu da temsil edecek 4 tane milletvekili var. kimisinde görüntü var ses yok, kimisinde ses var görüntü yok böylece alışmış görünüyor muş halkı cızırtılı bir frekansta ülke gündemini seyretmeye ki arada bir seçim propagandalarına malzeme olan yolların yamanmasını beynelmilel bir hizmet olarak görebiliyor.
bu ülkeyi yöneten 550 kişi arasına gönderilecek müstakbel adayları seçmek aslında çok zor ama sağ olsun seçilmeye kendilerinden aday olan bu insanlar; problemi halka yağ, un, şeker ve cep telefonu! dağıtarak kendilerinin bu işi çok iyi başarabileceklerini gösteriyorlar. hemen hemen hepsi seçildikleri akşam 06 plaka kodlu başkente yol alırken bir ağızdan hepinizin bildiği o; “ orda bir köy var uzakta…” diye başlayan siyasetin çirkin yüzünün sanata izdüşümleşmesi olarak tanımladığım talihsiz şarkıyı ezberleyerek mutlu bir şekilde, kendi geleceklerini düşünmeye başlarlar ve hepsinin içinde gidip gelinmese de onlara ait olacak bir köyün garantisi var.
bu iyi giyimli, ortalama 90 kiloluk amcaları bırakıp nadide ama talihsiz şehrimin yetiştirdiği, belli çevrelerce kabul görmüş aydınlarımıza dönmek istiyorum. batıyı, doğuyu, kuzeyi, güneyi çok iyi tanımış, zamanın ötesine geçebilmiş ama ne yazık ki doğduğu şehirle bir türlü barışamamış bilgili kültürlü bu kişiler doğdukları şehre yani muş’a; dünya üzerindeki gelişmiş kentler arasında bir yer bulmakla çok kafa patlatmış, işin içinden çıkamayacağını görünce de “aslında benim nem-liberalizmle ilgili çok ilginç fikirlerim var” deyip hemen bu hazin durumdan kurtulmayı başarmışlardır. toplum içine bir türlü inememiş bu güzel insanlar bu seviye farkını göze sokarcasına; “muş, ab’nin neresinde?” gibi talihsiz cümleler sarf etmiştir. biz birer muşlu olarak muşun neresindeyiz?
her neresinden bakılırsa bakılsın muş; ülke tarımının ciddi bir yüzdesini alabilecek büyük ve verimli bir ovaya sahipken, bu bakir topraklar yalnızca şarkılara ve şiirlere konu olmuştur. bundan bihaber, yine muş’un çocukları olan sanayicilerimiz; kısmen haklı olarak şanslarını batıda aramış, çoğu zaman karlı çıkmış, muş’un bu özelliğini görmezden gelmiş, artık daha çok zengin olabilmek için dünyaya açılmak gibi planlar kurarak muş’un bu kadersizliğini bir kez daha göz önüne sermişlerdir. sevdiğim bir söz vardır, “ kendi yağında kavrulmak” kendi kendine yeten, kendi gücüyle ayakta kalabilen anlamına gelirken muş için bu söz “kendi yağsızlığında ızgara olmak” gibi değişiklik arz ediyor. tabi bunun bir çok
suçlusu var elbette. ama en büyük suçlunun; yatırım denince aklına ev,araba gibi bayağı metaların geldiği kıymetli sermayedarlarının olduğunu söylemeliyim. sanayileşme adına sürünen bu şehrin artık büyük fabrikalara ihtiyacı var. bunun da ancak devlet siyasetçi ve sermaye sahibi arasında olması gereken kolektif bir iş birliğiyle gerçekleşeceği hepimizce biliniyor.
bütün bunların yanında muş gibi küçük bir ilde de devlet baba bütün ağırlığıyla kendini hissettiriyor. örneğin muş’ta da devlet babaya bir işiniz düşerse günlerce beklersiniz gereksiz diplomasiden bunalıp saatlerce kuyruklarlarda ömür tüketirsiniz. sadece bu haliyle diğer 80 ilden hiçbir farkı olmaması bizi az çok sevindirmesi gerekiyor, nede olsa devlet baba gereksiz diplomasisiyle her ile aynı muameleyi yapıyor değil mi ama?
ve son olarak kendi memleketlerince bir türlü kabul görmemiş, zaten bitişik kaşlarına, toprak renkli yüzlerine bir türlü oturmayan uzun saçlı top sakallı kimi zaman küpeli gençler… yani biz. sosyal özgürlüğü şeklimizden önce içinde büyüyüp geliştiğimiz sima ve zeka olarak bize çok benzeyen halkımıza tanıtmalıyız. kuru bir şikayetin gölgesine sığınarak böylece hep itilmiş unutulmuş olan şehrimize bir tekmede biz vuruyoruz.
bir şehir eğer yaşattıkları ile değil de yaşatanlarıyla varolma kavgası verebiliyorsa ancak yok olmaya doğru gidebilir. belki bu yüzden muş’u yaşatmak yerine onu doğru ve yanlışlarıyla yaşamanın zamanı gelmiştir. belki bu şekilde bir şehri anlamak daha kolay gelebilir.
ilham kaynaklarının kuruduğunu gözlemlediğim yazar.
(bkz: lise arkadaşımın ismi).
(bkz: kemalizmi eleştirmek)
(bkz: zülfü livaneli nin imana gelmesi).
ne sıcak ne soğuk ikisinin ortası bir sıcaklık değeri. ipeğin yıllardır içip içip bitiremediği sütün termostatik değeri.
(bkz: ipek ılık süt iç)
(bkz: ipek ılık süt iç)
tabi otun bokun günü, haftasi olurda malların haftası olmaz mı? en güzeldir. hediyelik eşya dükkanları bayram etmektedir.
(bkz: yerli malı türkün malı herkes onu kullanmalı)
(bkz: dünya mallar haftası)
(bkz: yerli malı türkün malı herkes onu kullanmalı)
(bkz: dünya mallar haftası)
bir kadından geçer.
(bkz: bana seni gerek seni)
dinin her platformda karşılaştığı rutin tepkidir. anormal karşılanmamalı zira hiçbir zaman din diğer dünya görüşleriyle paralel bir düşünce sistemiyle ilerlemez. gerçi diğer dünya görüşleriyle paralel bir ilerleme içinde olanları da vardır mesela (bkz: hıristiyanlık) (bkz: musevilik) ama hiç biri islam gibi değildir.
hele mevcut yönetim sisteminde (bkz: laiklik) denen götten anlaşılmış bir kavram varsa tabi. bu durumda dinin bir suçu yok mudur.. vardır.. kendini iyi anlatmalı bir din bir din kendini çırılçıplak açmalı.. envai çeşit guruba cemaate bölünüp kendi içine çekilen diğer insanlardan soyutlanan karalayan bir din asla benimsenmez.. hal böyle olunca sözlükte dahi eksi oy mukabilinde değer görür.. ama ne demiş (bkz: mevlana)
(bkz: ne olursan ol yinede gel)
hele mevcut yönetim sisteminde (bkz: laiklik) denen götten anlaşılmış bir kavram varsa tabi. bu durumda dinin bir suçu yok mudur.. vardır.. kendini iyi anlatmalı bir din bir din kendini çırılçıplak açmalı.. envai çeşit guruba cemaate bölünüp kendi içine çekilen diğer insanlardan soyutlanan karalayan bir din asla benimsenmez.. hal böyle olunca sözlükte dahi eksi oy mukabilinde değer görür.. ama ne demiş (bkz: mevlana)
(bkz: ne olursan ol yinede gel)
laik bir devletten anlayış olarak çok daha güzel bir devlet biçimi.
(bkz: ordu göreve)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?