uza-mak fiilinden gelir. uzakta olan anlamındadır.
bizim evrenimiz de dahil eğer varsa diğer tüm evrenleri kısaca tüm varoluşu adlandırmak için kullanılan sözcük.
geçmiş çağlarda uzay gözlenip, anlamlandırılamadığından "uzay" sözcüğü yoktu. bunun yerine gök, gökyüzü gibi sözcükler kullanılır, daha uzaklarda bulunan yıldız ve gezegenlerde bu gökyüzü içinde düşünülürdü. bu gök cisimleri en yüce varlıklar olarak görülür, bazı ilkel topluluklar bunları tanrılaştırıp tapardı.
bugün ise uzayın sadece bizim 156 milyar ışık yılı çapındaki evrenimizden değil çok daha büyük, hatta sonsuz sayıda evrenlerden oluştuğu ve dahası evrenimizden farklı bir maddi gerçeklikte olmayan yani aynı evrende yer aldığımız paralel evrenlerden söz ediliyor ve uzay sözcüğü tüm bunları tanımlıyor.
uzay
(bkz: messenger uzay aracı)
(bkz: uzay yuruyusu)
efendim beceriksiz bir astronot nedeniyle gezegendi, yıldızdı, göktaşıydı derken muhteviyatına bir adet de alet çantası kazanmış olan yerdir.
http://www.ntvmsnbc.com/news/466436.asp
http://www.ntvmsnbc.com/news/466436.asp
hiçbirimiz farkında değiliz ama 2006 çok acayip bir sayı. yıl olarak değil de, sayı olarak bile baksak acayip. sanki bir bilimkurgu filminin içindeyiz ve uzayda cirit atmaya başlamışız gibi geliyor insana. tabii gözünü 2000’li yıllarda açan, daha önce doğmuş olsa bile 2000’lerde bilinçlenmeye başlayan kuşağa, hayatın başladığı ilkel çağlar gibi gelebilir bu ikiyle başlayan binli sayılar. ama biz, uzay 1999 diye bilimkurgu dizileri bile seyretmiştik zamanında. bu dizide, ayda cirit atıyordu insanoğlu. bazı kuyruklu vesaitler beşiktaş-harbiye dolmuşu gibi gidip geliyordu dünyayla ay arasında. ne biçim bir yıl olacak 1999 diye düşündüğüm çok olmuştur. kesin uzayda turlayacağız hepimiz, ayda zıplaya zıplaya dolaşacağız, uzay çağına yaklaştık, şansa bak heyooo…
çocuk aklı işte. değil 1999, 2006 bile geldi, uzayı göremedik daha. uzayla ilgili bildiğim tek şey ozonu deldiğimiz. bir de uydu falan yerleştiriyorlar yörüngeye abd herkesi dinlesin, gözetlesin, bir de porno kanalları daha net seyredelim diye.
yanlış bir uzay var çevremizde; ya da biz uzayın içinde bir yanlışlığız, bilemiyorum.
2006’dayız ama hiçbirimiz sivri kulaklı yeşil bir yaratık göremedik daha. kafamızda antenler de çıkmadı. tam tersine, teknoloji ilerledikçe antenler küçüldü, hatta antensiz çekmeye başladı aletler frekansı. çocukluk hayallerimiz yıkıldı yani.
ama bir arabaya üst üste sığışıp belediyenin açtığı çukura bodoslama dalmayı becerebiliyoruz hâlâ. çırpınarak ölüyoruz çukurlarda. iyi ki diyorum, iyi ki gitmemişiz aya… her taraf krater dolu. çukura düşmek için belediyenin, karayollarının tuzak hazırlamasına gerek bile yok orada. ayın yüzeyi zaten tuzak. doğal tuzak!
kratere düşenlerle, son anda keskin bir manevra yapıp kratere düşmekten kurtulanlar birer grup oluşturup karşı karşıya gelirlerse ne olacak peki? ne olacak, birbirlerini linç etmeye kalkacaklar tabii ki. yani bir yolunu bulup da aya gitmeyi becerebilseydik eğer, bu meşhur kültürümüzü oraya da taşırdık. ay üssünün komutanı da, diyelim cemalettin cerahat diye bir adam; hemen çıkıp şöyle derdi: linç edenlere afferim, takdirle karşılıyor, gözlerinden öpüyorum hepsini ayrı ayrı… sonra da linç edilenler hususunda basın açıklaması yapardı: söz konusu şahısların, başlarını kraterin kenarındaki çıkıntılara vura vura intihar ettikleri tespit edilmiştir… ay jandarması da boş durmazdı tabii, çoluk çocuk demeden önüne geleni ölü ele geçirirdi. her ölü geçirme işleminden sonra da müsait bir yüzeyde toplaşıp “astronotlar ölmez, ay bölünmez,” diye naralar atardık hepimiz…
bir de galaksinin öbür ucundan artık saylonlu mu olur, bilemem, bazı canlıların lazer ışınlı uzay araçlarına atlayıp bize saldırma ihtimalleri var ki, allah düşmanımın başına vermesin. on yıllardır kendi dağlarını bombalayan, kendi köylerini yakan bir ulus olarak çok şehit verirdik saylonlulara karşı. gerçi ölen öldüğüyle kalırdı yine, başkalarının çocuklarını ölüme gönderenler de kahraman olurdu... tarih tekerrür ederdi yani. ölmeyenlere de “yan gelip yatanlar,” derdi en yetkili şahıslar dalga geçer gibi…
sonunda karşı taraftan da bir bush çıkardı illa ki. çünkü bu sadece dünyaya ait bir mesele değil, evrensel bir husus bu! sahiden de bush evrensel. o sonsuz, karanlık boşluğun ucunda bucağında bir çeşit delilik hali yaşayan sürüsüyle yaratık vardır böyle. onlardan biri denk gelirdi bize, biz de bush’un bu antenli, sivri kulaklı, yeşil tenli modeline şirin görünmek için meclisten teskere çıkarırdık hemen. uranüs’e asker gönderirdik. bükemediğin uzaylının bileğini öpeceksin diye bir de atasözü uydururduk hemen.
razıyım çocukluk hayallerimin yıkılmasına. uzayla tam olarak irtibata geçemediğimiz için minnettarım aslında yeryüzümüzün bütün coğrafi şekillerine. başka bush’ları, başka meclisleri, başka belediyeleri, başka karayolları genel müdürlüklerini, başka milli eğitimlerin 100 temel uzay edebiyatı tırışkalarını falan kaldırmazdı yüreğim. ozonda bulduğum ilk delikten atlardım aşağıya.
hiçbirimiz farkında değiliz ama bu 2006, sahiden tuhaf bir sayı. bu gidişle 2007 daha da tuhaf olacak. 2008’i düşünmek bile istemiyorum… yine de, çocukluk hayallerim yıkıldığı için çok mutluyum. verilmiş sadakamız varmış. öyle önüne gelenin uzaya çıkıp cirit atamaması insanoğlu için büyük şans… çünkü ayda ayak izi kalmaz, uzayda hiç kalmaz… dünyadaki ayak izleri de bi boka benzemiyor zaten.
çocuk aklı işte. değil 1999, 2006 bile geldi, uzayı göremedik daha. uzayla ilgili bildiğim tek şey ozonu deldiğimiz. bir de uydu falan yerleştiriyorlar yörüngeye abd herkesi dinlesin, gözetlesin, bir de porno kanalları daha net seyredelim diye.
yanlış bir uzay var çevremizde; ya da biz uzayın içinde bir yanlışlığız, bilemiyorum.
2006’dayız ama hiçbirimiz sivri kulaklı yeşil bir yaratık göremedik daha. kafamızda antenler de çıkmadı. tam tersine, teknoloji ilerledikçe antenler küçüldü, hatta antensiz çekmeye başladı aletler frekansı. çocukluk hayallerimiz yıkıldı yani.
ama bir arabaya üst üste sığışıp belediyenin açtığı çukura bodoslama dalmayı becerebiliyoruz hâlâ. çırpınarak ölüyoruz çukurlarda. iyi ki diyorum, iyi ki gitmemişiz aya… her taraf krater dolu. çukura düşmek için belediyenin, karayollarının tuzak hazırlamasına gerek bile yok orada. ayın yüzeyi zaten tuzak. doğal tuzak!
kratere düşenlerle, son anda keskin bir manevra yapıp kratere düşmekten kurtulanlar birer grup oluşturup karşı karşıya gelirlerse ne olacak peki? ne olacak, birbirlerini linç etmeye kalkacaklar tabii ki. yani bir yolunu bulup da aya gitmeyi becerebilseydik eğer, bu meşhur kültürümüzü oraya da taşırdık. ay üssünün komutanı da, diyelim cemalettin cerahat diye bir adam; hemen çıkıp şöyle derdi: linç edenlere afferim, takdirle karşılıyor, gözlerinden öpüyorum hepsini ayrı ayrı… sonra da linç edilenler hususunda basın açıklaması yapardı: söz konusu şahısların, başlarını kraterin kenarındaki çıkıntılara vura vura intihar ettikleri tespit edilmiştir… ay jandarması da boş durmazdı tabii, çoluk çocuk demeden önüne geleni ölü ele geçirirdi. her ölü geçirme işleminden sonra da müsait bir yüzeyde toplaşıp “astronotlar ölmez, ay bölünmez,” diye naralar atardık hepimiz…
bir de galaksinin öbür ucundan artık saylonlu mu olur, bilemem, bazı canlıların lazer ışınlı uzay araçlarına atlayıp bize saldırma ihtimalleri var ki, allah düşmanımın başına vermesin. on yıllardır kendi dağlarını bombalayan, kendi köylerini yakan bir ulus olarak çok şehit verirdik saylonlulara karşı. gerçi ölen öldüğüyle kalırdı yine, başkalarının çocuklarını ölüme gönderenler de kahraman olurdu... tarih tekerrür ederdi yani. ölmeyenlere de “yan gelip yatanlar,” derdi en yetkili şahıslar dalga geçer gibi…
sonunda karşı taraftan da bir bush çıkardı illa ki. çünkü bu sadece dünyaya ait bir mesele değil, evrensel bir husus bu! sahiden de bush evrensel. o sonsuz, karanlık boşluğun ucunda bucağında bir çeşit delilik hali yaşayan sürüsüyle yaratık vardır böyle. onlardan biri denk gelirdi bize, biz de bush’un bu antenli, sivri kulaklı, yeşil tenli modeline şirin görünmek için meclisten teskere çıkarırdık hemen. uranüs’e asker gönderirdik. bükemediğin uzaylının bileğini öpeceksin diye bir de atasözü uydururduk hemen.
razıyım çocukluk hayallerimin yıkılmasına. uzayla tam olarak irtibata geçemediğimiz için minnettarım aslında yeryüzümüzün bütün coğrafi şekillerine. başka bush’ları, başka meclisleri, başka belediyeleri, başka karayolları genel müdürlüklerini, başka milli eğitimlerin 100 temel uzay edebiyatı tırışkalarını falan kaldırmazdı yüreğim. ozonda bulduğum ilk delikten atlardım aşağıya.
hiçbirimiz farkında değiliz ama bu 2006, sahiden tuhaf bir sayı. bu gidişle 2007 daha da tuhaf olacak. 2008’i düşünmek bile istemiyorum… yine de, çocukluk hayallerim yıkıldığı için çok mutluyum. verilmiş sadakamız varmış. öyle önüne gelenin uzaya çıkıp cirit atamaması insanoğlu için büyük şans… çünkü ayda ayak izi kalmaz, uzayda hiç kalmaz… dünyadaki ayak izleri de bi boka benzemiyor zaten.
tudem yayınları tarafından "fantastik saydam sayfalarla uzay" ismiyle türkçeye kazandırılmış, dorling kindersley yayınevinin dk revealed serisinden bir kitap. yazarı alex barnett. orijinal adı: dk revealed: space
içinde saydam sayfalar üzerine basılmış değişik çizimler ve fotoğraflar bulunmakta
içinde saydam sayfalar üzerine basılmış değişik çizimler ve fotoğraflar bulunmakta
insanoglunu eski zamanlardan beri mesgul etmis olan buyuk mechul.
evrendeki tum cisimleri ve maddeleri kaplayan sonsuz oldugu du$unulen bo$luk.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?