içteki boşluğa düşen elleri kesip uzaklara fırlatınca daha da can yakan şarkıdır. keşke herşeyin sebebi sonbahar olsa..
sonbahar
yoksun sen..
esen rüzgarlarda..
ezilmiş çiçekler..
kaldırımlarda..
hüznü üzerine en çok yakıştıran mevsimdir şüphesiz ki.
esen rüzgarlarda..
ezilmiş çiçekler..
kaldırımlarda..
hüznü üzerine en çok yakıştıran mevsimdir şüphesiz ki.
herkesin içinde bir hüzün,sadelik yaşandığı kurumuş yaprakların o muhteşem manzarası...
bugun istanbulun apar topar girdigi mevsim.dun neydi bugun ne.
yansımalar grubunun yansımalar albümünden bir parçası.
15.altın koza film festivalinde "en iyi film" ödülünü alan film.
yönetmen ve senaryo: özcan alper.
oyuncular: onur saylak,megi kobaladze,serkan keskin
filmin konusu: yusuf, 1992’de, 22 yaşında girdiği cezaevinden 12 yıl sonra çıkıp köyüne gelir. aslında iki yıl daha yatması gerekirken geçirdiği ağır hastalık yüzünden çok az ömrünün kaldığının anlaşılması üzerine serbest bırakılır. yakalandığı verem hastalığı akciğerlerini iyice zayıflatmıştır. bir de f tipi hapishane sistemine karşı yapılan ölüm orucu eylemlerine katılması sağlığını iyice kötüleştirmiştir. doktor durumunu kendisine açıklayıp yazdığı raporla bırakılmasını sağlar.
yusuf’u, cezaevinden çıkıp geldiği köyünde (çamlıhemşin-fırtına vadisi) bir tek yaşlı hasta annesi beklemektedir. babası kendisi cezaevindeyken ölmüştür... ablası meliha ise evlenmiştir. annesi rukiye hanım (75) ağır hastadır ama tüm duaları oğlunu tekrar yanında görebilmek içindir, duaları sonunda kabul olmuştur. artık tek düşüncesi huzur içinde ölmeden önce yusuf’u evlendirmektir. bu mesele için köyün önde gelen ihtiyarlarından mustafa amca (72) ile konuşur... ama bilmemektedir ki zamanın akışı yusuf için artık onunkiyle bir değildir.
ekonomik nedenlerle sadece yaşlıların kaldığı köyde yusuf’un arkadaşı mikail kışları köyün kahvesini işletmektedir. yazları ise orman işletmelerinde sahip olduğu çekici aracı ile kesim işlerinde çalışmaktadır. yusuf ve mikail’in konuşmaları hep yaşanmamış gençlikleri ve zamanla ilişkileri üzerinedir. mikail’in söylediğine göre bir iki yıl kaldıktan sonra gitmeyi düşündüğü buralardan bir türlü gidememiştir. zamanın nasıl akıp gittiğini anlamamıştır. severek evlendiği ve hatta ölümü göze alıp kaçırdığı karısı nefise’ye karşı bile duyguları değişmiştir. tek tesellisi oğlu onur (10) ve artık farkında olmadan bağımlısı olduğu alkoldür. müdavimlerinin her daim köyün ihtiyarlarının oluşturduğu bu kahvede o da onlarla birlikte ruhunu yitirmiştir.
yusuf birkaç ay sonra öleceğini kimseye söyleyemezken, içindeki hesaplaşmayı da tek başına yaşamaktadır. yıllarca hapishanede kalmanın verdiği alışkanlıkla fazla dışarı çıkmaz ve insanlarla kolay ilişki kuramaz. geceleri kabuslarla uyanır, sabahın erken saatlerinde kendini dışarı atar ve uyanmakta olan vadinin sesini dinler. bu seslere gençken çok iyi çaldığı müzik aleti tulumun bozuk akort sesi karışır. tulumu tavan arasından çıkarır ve her gün birkaç saatini tamir etmeye ayırır.
bir gece karşısına mikail’in ısrarı ile gittiği ilçedeki meyhanede konsomatris olarak çalışan gürcü kızı elka çıkar. olduğundan farklı ve rahat görünmeye çalışan elka istemeden girdiği ilişkiler ağına rağmen hala ruhunu koruyabilmiştir. elka (24) moskova’da matematik eğitimi görmüş ve kısa süreliğine girip çıkmayı düşündüğü bu ilişki ağının artık yaşam biçimi olduğunu fark etmeye başlamıştır. bulunduğu mekanlarda sanki ruhu yoktur. sanki sadece bedeniyle ve başka bir kişilikle oralarda dolaşmaktadır. bir yabancıdır…
o gece davet edildikleri içki masasında kendisi gibi aynı yabancılığı paylaşan yusuf’la karşılaşır elka. ikisi de gece boyunca göz ucuyla birbirlerini incelerler. kısa bir süre sonra da birbirlerine aşık olurlar. son birkaç ayını yaşamakta olan yusuf için bu aşk melankolisini arttıran umutsuz bir durumdur. elka ise bavulunu toplamış oralardan kaçıp gitme düşüncesiyle hesaplaşmaktadır.
sonbaharın kendini yavaş yavaş kışa teslim ettiği bir gecede, yusuf annesinin kendisi için çalma teklifini geri çeviremez ve yıllar sonra bir enstrüman yeniden hayat bulurken, o bütün vadinin bembeyaz bir kefene büründüğü gün toprağa verilir. tulumun sesi bir annenin oğluna yaktığı ağıta eşlik eder...
kaynak: sinematürk.
yönetmen ve senaryo: özcan alper.
oyuncular: onur saylak,megi kobaladze,serkan keskin
filmin konusu: yusuf, 1992’de, 22 yaşında girdiği cezaevinden 12 yıl sonra çıkıp köyüne gelir. aslında iki yıl daha yatması gerekirken geçirdiği ağır hastalık yüzünden çok az ömrünün kaldığının anlaşılması üzerine serbest bırakılır. yakalandığı verem hastalığı akciğerlerini iyice zayıflatmıştır. bir de f tipi hapishane sistemine karşı yapılan ölüm orucu eylemlerine katılması sağlığını iyice kötüleştirmiştir. doktor durumunu kendisine açıklayıp yazdığı raporla bırakılmasını sağlar.
yusuf’u, cezaevinden çıkıp geldiği köyünde (çamlıhemşin-fırtına vadisi) bir tek yaşlı hasta annesi beklemektedir. babası kendisi cezaevindeyken ölmüştür... ablası meliha ise evlenmiştir. annesi rukiye hanım (75) ağır hastadır ama tüm duaları oğlunu tekrar yanında görebilmek içindir, duaları sonunda kabul olmuştur. artık tek düşüncesi huzur içinde ölmeden önce yusuf’u evlendirmektir. bu mesele için köyün önde gelen ihtiyarlarından mustafa amca (72) ile konuşur... ama bilmemektedir ki zamanın akışı yusuf için artık onunkiyle bir değildir.
ekonomik nedenlerle sadece yaşlıların kaldığı köyde yusuf’un arkadaşı mikail kışları köyün kahvesini işletmektedir. yazları ise orman işletmelerinde sahip olduğu çekici aracı ile kesim işlerinde çalışmaktadır. yusuf ve mikail’in konuşmaları hep yaşanmamış gençlikleri ve zamanla ilişkileri üzerinedir. mikail’in söylediğine göre bir iki yıl kaldıktan sonra gitmeyi düşündüğü buralardan bir türlü gidememiştir. zamanın nasıl akıp gittiğini anlamamıştır. severek evlendiği ve hatta ölümü göze alıp kaçırdığı karısı nefise’ye karşı bile duyguları değişmiştir. tek tesellisi oğlu onur (10) ve artık farkında olmadan bağımlısı olduğu alkoldür. müdavimlerinin her daim köyün ihtiyarlarının oluşturduğu bu kahvede o da onlarla birlikte ruhunu yitirmiştir.
yusuf birkaç ay sonra öleceğini kimseye söyleyemezken, içindeki hesaplaşmayı da tek başına yaşamaktadır. yıllarca hapishanede kalmanın verdiği alışkanlıkla fazla dışarı çıkmaz ve insanlarla kolay ilişki kuramaz. geceleri kabuslarla uyanır, sabahın erken saatlerinde kendini dışarı atar ve uyanmakta olan vadinin sesini dinler. bu seslere gençken çok iyi çaldığı müzik aleti tulumun bozuk akort sesi karışır. tulumu tavan arasından çıkarır ve her gün birkaç saatini tamir etmeye ayırır.
bir gece karşısına mikail’in ısrarı ile gittiği ilçedeki meyhanede konsomatris olarak çalışan gürcü kızı elka çıkar. olduğundan farklı ve rahat görünmeye çalışan elka istemeden girdiği ilişkiler ağına rağmen hala ruhunu koruyabilmiştir. elka (24) moskova’da matematik eğitimi görmüş ve kısa süreliğine girip çıkmayı düşündüğü bu ilişki ağının artık yaşam biçimi olduğunu fark etmeye başlamıştır. bulunduğu mekanlarda sanki ruhu yoktur. sanki sadece bedeniyle ve başka bir kişilikle oralarda dolaşmaktadır. bir yabancıdır…
o gece davet edildikleri içki masasında kendisi gibi aynı yabancılığı paylaşan yusuf’la karşılaşır elka. ikisi de gece boyunca göz ucuyla birbirlerini incelerler. kısa bir süre sonra da birbirlerine aşık olurlar. son birkaç ayını yaşamakta olan yusuf için bu aşk melankolisini arttıran umutsuz bir durumdur. elka ise bavulunu toplamış oralardan kaçıp gitme düşüncesiyle hesaplaşmaktadır.
sonbaharın kendini yavaş yavaş kışa teslim ettiği bir gecede, yusuf annesinin kendisi için çalma teklifini geri çeviremez ve yıllar sonra bir enstrüman yeniden hayat bulurken, o bütün vadinin bembeyaz bir kefene büründüğü gün toprağa verilir. tulumun sesi bir annenin oğluna yaktığı ağıta eşlik eder...
kaynak: sinematürk.
soundtrack albümü cuma günü çıkacak olan film.
(bkz: son bahar)
bir yahya kemal beyatlı şiiri.
fânî ömür biter, bir uzun sonbahâr olur.
yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.
mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ;
artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir;
günler hazinleşir, geceler uhrevîleşir;
teşrinlerin bu hüznü geçer tâ iliklere.
anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.
dünyânın ufku, gözlere gittikçe târ olur,
her gün sürüklenip yaşamak rûha bâr olur.
insan duyar yerin dile gelmiş sükûtunu;
bir başka mûsıkîye geçiş farzeder bunu;
teslîm olunca vadesi gelmiş zevâline,
benzer cihâna gelmeden evvelki hâline.
yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya,
ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya,
duymaz bu ânda taş gibi kalbinde bir sızı:
farketmez anne toprak ölüm mâceramızı.
fânî ömür biter, bir uzun sonbahâr olur.
yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.
mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ;
artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir;
günler hazinleşir, geceler uhrevîleşir;
teşrinlerin bu hüznü geçer tâ iliklere.
anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.
dünyânın ufku, gözlere gittikçe târ olur,
her gün sürüklenip yaşamak rûha bâr olur.
insan duyar yerin dile gelmiş sükûtunu;
bir başka mûsıkîye geçiş farzeder bunu;
teslîm olunca vadesi gelmiş zevâline,
benzer cihâna gelmeden evvelki hâline.
yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya,
ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya,
duymaz bu ânda taş gibi kalbinde bir sızı:
farketmez anne toprak ölüm mâceramızı.
(bkz: istanbul da sonbahar)
normalde bu kadar soguk gecmemesi gerekirdi ama istanbulda resmen dondurdu insanlari.
(bkz: sonbahardan çizgiler)
(bkz: elka)
(bkz: selanik te sonbahar)
30 eylül itibariyle istanbul da iyiden iyiye hissedilmeye başlamıştır.
gitme ... sonbahar oluyorum sonrası hiç...
her sabah daha fazla sarı yaprak düşmüş oluyor yürüdüğüm caddelere; bense her sabah biraz daha üzgün, biraz daha yorgun, biraz daha sıkkın oluyorum. hava kapadıkça, ben de içime kapanıyorum ve yalnızlık hissi giderek katmerleniyor. sıkıldım her şeyden yaaa, gitmem lazım buradan acilen ve biraz yenilenmem.
nasil hizli geldiyse artik, gotumuz donuyor. sonbahar boyleyken ki$ nasil olacak o da ayri bir muamma.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?