robin hood

huznum isyan olur
mükemmel bir kahraman.zenginden alıp fakire vererek önce köylülerin gönlünü, daha sonra çizgi filmdeki çizimle benim gönlümü fetheden kişi(o zaman 5 yaşındaydım)
blinn
kevin costner’in oynadığı versiyonun türkçe seslendirmesinin bir bölümünde yakaladığımız güzel bir replik vardı.

robin hood, ok atma müsabakasında rakibinin okunu ikiye bölen o şahane atışı yapmıştır. seyircilerden "aaaaa,oooo" sesleri yükselmektedir ve arkada boru sesli bir arkadaş da şöyle der " vay be nasıl da çizdi kestaneyi".
lenix
burada ridley scott’ın robin hood filminden söz edeceğim, müsaadenizle.

bir türk olarak ne kadar robin hood mitine uzak olsakta çoğumuzun kafasında belirmiş bir tip vardır yinede. yeşil şapkası ve taytıyla, elinden hiç düşürmediği ok ve yayıyla, salvador dali bıyıklı ve hep gülümseyen bir kahramandır o. benimde kafamda hep böyle bir imge vardı. ama gerçeğin karşı koyulamaz cazibesi nedeniyle gerçek robin hood’u da merak ederdim. işte biraz da bu merakımı gidermek için ridley scott imzalı robin hood filmine gittim. beni bu filme çeken iki şey vardı, birincisi yönetmen ve onun favori oyuncusu (russell crowe). ikincisiyse zamanında ’sıkıcı bir tarih filmidir’ diyerek gladyatör’ü sinemada izlemeyip (onun yerine göremizi tehlike 2’yi izlemiştim, aptal gibi) başımı duvarlara vurmam... bu pişmanlığı bir kez daha yaşamak istemiyordum.

film robin hood’un kanun kaçağı bir halk kahramanına dönüşmeden öncesini, o günlere nasıl geldiğini anlatıyor. film sayesinde pekçok tarihi gerçeği öğreniyoruz. öncelikle robin hood 12. yy.da kral richard’ın haçlı seferine de katılmış bir okçusudur. birgün sırf dürüst olduğu için (krala bütün yaptığı bu acımasız seferlerin yanlış olduğunu söylüyor) arkadaşlarıyla birlikte cezalandırılır. kral savaşta ölünce de artık hiçbir borcu ve sorumluluğu olmadığını düşünüp yandaşlarıyla birlikte kaçar. hedefiyse savaşta ölen bir askerin kılıcını onun yalvarması sonucu babasına iletmektir. bu yol onu nottingham’a, doğduğu topraklara geri döndürür. orada kim olduğunu, asıl kimliğini öğrenir. bu arada richard öldüğü için kral onun kardeşi john olur.

kral john dini imanı para olan ve bu uğurda halkını sömüren, faşist ruhlu birisidir. ama onun güvendiği kişiler arasında da kanı bozuklar vardır. sir godfrey ingiltere’ye ihanet eder ve fransa kralını sırf çıkarları için savaşa biler. bu savaş karşısında ne yapacağını bilemeyen kral john, robin hood’un da nasihatleriyle hak yolunu bulur, ordu ve halkı tek yürek yapıp savaşı kazanır. fransız ordusunu geri püskürtür. ancak acımasız john ancak köprüyü geçene kadar ayıya dayı der. savaştan sonra önüne sunulan yasa tasarısını bir kalemde yakıp yine bildiğini okur. robin hood’uysa biraz da halkın gözünde kendisinden daha önemli bir kişilik olmasın diye kanun kaçağı ilan eder. efsane böyle doğar.

filmi izlerken kafamda kaçınılmaz olarak bir gladyatör kıyaslaması vardı. ama bu benim önyargımdan değil, tümüyle filmin yapısından kaynaklanıyor. filme giden pek çok insanda bu kıyaslamayı yapmıştır. böyle düşünmemin en önemli nedeni kahraman robin hood olmasına rağmen yönetmenin role fiziksel olarak daha uygun, genç ve dinamik birisi yerine favori oyuncusu, 45 yaşındaki russell crowe’u düşünmüş olmasıydı. örneğin bunun yerine, daha öncede bir filminde oynamış orlando bloom’u düşünebilirdi. anlaşılan yönetmen ikinci bir gladyatör yapmak niyetindeymiş ve bu niyet çok açık.

filmde robin hood’un düşmanına sağlam yumruklar çaktığı, atın üzerindeyken birisinin ona kılıç fırlattığı sahnelerse bana her haliyle gladyatör’ü hatırlattı. ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim. robin hood ikinci bir gladyatör değil. o 5 yıldızlık bir filmse bu sadece 3 yıldızlık bir film. yani ortalama bir film. evet, savaş sahneleri çok iyi çekilmiş (yönetmen bu işi iyi biliyor). film akıyor, siz sıkılmadan izliyorsunuz. ama çok çarpıcı bir sahne yada film bittikten sonra aklınızda kalacak birşeyle karşılaşmıyorsunuz. neredeyse filmin her adımını bir önceden değil çok önceden tahmin ediyorsunuz. sizi şaşırtan hiçbir şey olmuyor filmde.

açıkçası gladyatör filminin başındaki savaştan aldığım keyfi (hemde cam ekranda izlemiş olmama rağmen) bu filmin bütününden alamadım. bana en çok cate blanchett ile russel crowe arasındaki çekişme ve bununla birlikte kaçınılmaz yakınlaşma keyif verdi. klişe olabilir ama filmde bu aşkın işleniş tarzı hoşuma gitti. ikili ise gerçekten birbirine yakışıyor.

not: artık daha mı zor film beğeniyorum, ne. bundan 5 yıl önce ’ridley scott-russel crowe’ ikilisi film çekicek ve ben burun kıvırıcam deseler gülüp geçerdim.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol