yıl 2000: 3 temmuz günü edward said lübnan sınırındaki bir israil karakoluna taş atıp "one stone tossed into an empty space scarcely warrants a second thought" diyor.
gazeteciler, televizyoncular, kısacası herkesler orada.
ertesi gün bu olay bütün dünyayı sallıyor, tüm gazetelerde saidin taş atarken şekilmiş şu fotografını yayımlıyor:
http://www.campus-watch.org/img/upload/large/25.jpg
birçok kişi böyle bir akadmisyen olup olamayacağını sorgulamaya kalkıyor, yahudi ögrencilerin bir kısmı üniversitesinin yaptırım uygulaması için eylemler düzenlemeye başlıyor, israil lobisi aynı amaç için harekete geçiyor...
edward said ne yapmış? fikrini mi açıklamış? akademik bir faliyet mi yürütmüş? israil-filistin meselesi hakkında bilimsel bir çalışma mı hazırlamış?
hayır.
bireysel bir eylem yapmış, hem de yasa dışı bir eylem. taraf olmuş, filistinli çocuklar gibi israil askerlerine taş atmış.
tepkiler üzerine saidin bağlı bulunduğu columbia universitesinin akademik başkanı (provost) yani bize göre rektör yardımcısı olan jonathan r cole edward saide sahip çıkıp kendinin ve rektör george ruppın altına imza attığı, akademik özgürlüğün ne olduğunu anlatan şu yazıyı yayımlıyor:
ozgurluk yoksa bilim de olmaz:
bu yazı, columbia üniversitesi öğrenci konseyinin, profesör edward said hakkında bir süredir kampüs içinde yürütülen tartışma hakkında yönetimin tavrını ifade etmesi isteğine rektör rupp ve kendi adıma vereceğim yanıttır. bugüne kadar böyle bir yanıt vermek konusunda pek gönüllü değildim. çünkü bu tartışmanın başından bu yana, columbianın sahip çıktığı değerlerin iyi bilindiğine, sarih olduğuna ve yeniden teyidinin de gereksizliğine inanıyordum.
ne var ki, bu yazıyı yazacağım, çünkü büyük bir üniversitenin varlık koşulu olan temel ilkeleri hafızalarda tazelemenin yarar getireceği zamanlar olur ve sanırım bu da öyle bir zaman.
fakülte üyelerinin sahip olduğu haklar ve güvenceler üniversite yönetmeliğinin, columbiadaki akademik özgürlüğün ele alındığı 70. maddesinde ifade edilir. şöyle ki:
akademik özgürlükten kasıt, bütün öğretim görevlilerinin, sınıflarında konularını tartışırken özgür olmalarıdır; bu özgürlük, araştırma ve bu araştırmaların sonuçlarını yayımlama özgürlüğünü de içerir. öğretim görevlileri fikirlerini ifade etmelerinden veya özel ya da kamusal alanda kurdukları ilişkilerden dolayı üniversite tarafından cezalandırılmaz; ancak akademik konumlarından kaynaklı özel yükümlülükleri olduğunu da anımsamalıdırlar.
ifade polisi gibi davranamayız
saidin faaliyetleri de, diğer öğretim görevlileri gibi, bu akademik özgürlük ilkeleriyle güvence altındadır. columbiada bir ifade yasası olduğuna inanmadığımız gibi, ifade polisi gibi davranmayı da reddederiz. şimdi saidin bir ülke sınırının ötesine taş attığı şu ünlü fotoğrafa gelirsek: bildiğime göre taş belirli bir insana yöneltilmiş değil; herhangi bir yasa ihlal edilmiş değil; bu konuda herhangi bir dava açılmış değil; said aleyhine herhangi bir cezai veya sivil girişimde bulunulmuş da değil. elimizde söylenti nevinden, kulaktan dolma bilgiler ve bir dizi iddialar var; ki bunlar said tarafından kendi ifadesinde reddedilmiştir.
saidin güvence altında tutulan türden bir fikir beyanı ve ilişki ile iştigal halinde olduğuna inansak da inanmasak da, ortada üniversitenin el atmasını gerektiren bir durum yoktur. kaldı ki, hakkında abdde veya başka bir ülkede dava açılmış olsaydı bile, üniversitenin kendi kuralları itibarıyla saidin cezalandırılması söz konusu olmayabilirdi. kısacası, üniversite, bir görevlisinin fikirlerini açıklamasına veya davranışlarına karşı, bunlar yargının alanına girse bile müdahale etmeyebilir. karşılığı, hal ve şartlar belirler.
aynısı öğrencilerimiz için de geçerlidir. mesele eğer gerçekten de bir sınırdan öteye, açıkça kimseyi tehdit etmeyen bir taş fırlatmaksa, bunu iyisi mi bir kenara bırakalım. ancak aslında tartışma, bir taş fırlatmaktan ziyade, üniversitenin yapısına-bünyesine ilişkin daha esaslı başka bir şeye işaret ediyor. çünkü bana öyle geliyor ki, saidin gayet iyi bilinen siyasi görüşleriyle, bu tartışmanın bu kadar hararetli ve bitmek bilmez bir hal alması arasında bir bağ var. işte bu bağdır ki, büyük bir üniversitedeki temel değerlerin tam kalbine değiniyor.
ne olursa olsun
bir üniversite için, bireyin siyaseten baskın bir ideolojinin titreten-felç edici etkisinden korkmaksızın, görüşünü ifade etmekte kendisini özgür hissetmesinin güvence altında olmasından daha temel bir ikinci şey yoktur. john stuart mill, on liberty (özgürlük üzerine) adlı eşsiz makalesinde, bize hoş gelmeyen fikirlerin ifade edilebilmesini desteklememizin özgürlük kavramı açısından niye çok önemli olduğunu belagatle ortaya koyar; ki o fikirler bizim fikrimize aykırı olabilir veya fikrimizi tehdit eder görünebilir: "eğer tüm insanlığın, farklı düşünen tek bir kişiyi susturmasını haklı buluyorsanz, gün gelip o tek kişinin iktidarı ele geçirdiğinde tüm insanlığı susturmasına karşı çıkmaya da hakkınız olmaz..." (on liberty, chapter ii, p.23 of the robson edition of john stuart mill a selection of his works)
fikirler, sınıf içinde veya dışında kamusal ifade buldukça anlam taşır; bazı fikirler bize çirkin gelebilir, doğruluk mefhumumuza aykırı düşebilir, yargılarımıza veya kabullerimize meydan okuyabilir, ama ne olursa olsun akademik düzenimizin temel yapısını tehdit etmedikçe güvence altında olmaları gerekir.
gerçek tehdit
bu nedenle, saidin etrafında süregiden son tartışma da bizi rahatsız etmemelidir; yeter ki tartışma özgür fikir alışverişine zincir vurma veya profesör saide yaptırım uygulama çanlarını içerir hale gelmesin. hepimizi ve akademik özgürlüğü tehdit eden işte tam da saidin ifade özgürlüğünü ya da eleştirilerini sınırlama düşüncesinin kendisidir. öğretim üyelerimizin görüşlerine yönelik bu tür kısıtlamalarn, bu üniversitenin saygın bir özelliği açısından uzun süreli olumsuz etkileri olabilir: bu özellik, çoğunluğun kabul edilemez görebileceği fikirlere karşı hoşgörü göstermektir.
columbia olarak biz, mccarthy döneminde bile, diğer kurumların yaptığı gibi, farklı siyasi görüşleri bulunan profesörlerimize kısıtlama uygulamak veya onları işten uzaklaştırmak doğrultusundaki baskılara ve telkinlere boyun eğmedik; bugün de ifade özgürlüğünü güvence altına alan tutumumuzdan geri adım atmayız.
saide özel değil
bunun nedeni, üniversitede profesör olduğu için edward saidin güvenceli bir konumu bulunması değil, hayır. akademik özgürlükten yararlanmak söz konusu olduğunda profesörlere mahsus hiçbir özel uygulama yoktur. burada herkes aynı güvenceye sahiptir, saidden ne fazla ne az. said bir profesördür, çünkü kendi akademik alanında bir devdir; kendi dalında apayrı bir alan açmıştır. çalışmaları ve fikirleri üzerine kitaplar yaymlanmıştır ve başka üniversitelerde hakkında dersler verilmektedir. öğrencileri ve arkadaşları dünyann bütün önde gelen üniversitelerinde saygın görevlerde bulunmaktadr. said, en önde gelen hümanistlerden ve entelektüellerden biridir.
said, bir columbia üniversitesi profesörüdür, bu bizim en yüksek akademik derecemizdir ve kendisi bu mevkiye sadece bilimsel ve eğitsel katkıları nedeniyle gelmiştir. onun politik görüşlerine atıfla, columbiadaki sıfatının uygun olup olmadığını, çalışmalarının değerini sorgulamak, saidi üniversitemizin önde gelen akademisyenlerinden biri olarak görmemize dair bakış açısını yitirmekten başka bir anlama gelmez. bu son tartışma, hatta saidin buradaki görevinden uzaklaştırılması yönünde tek tük öneriyle de birlikte, akademik çalışmanın kalbinde yatan gerçek değere duyduğum inancı daha da güçlendirdi. eğer saidin özgürce yazma ve konuşmasını güvence altında tutmayı reddedeceksek, bir sonraki bastırılanın kim olacağını da, kimin fikirlerini çekinmeden ifade edeceğini belirleyen engizisyon üyesinin kim olacağını da şimdiden düşünmeye başlamamız yerinde olmaz mı?
öğrenciler için de geçerli
columbiada öğretim üyeleri ile öğrenciler için farklı farklı belirlenmiş davranış kuralları vardır. ne var ki, ifade özgürlüğünü içeren akademik özgürlük söz konusu olduğunda, bir öğrenciye sunulanla saide sunulan güvenceler açısından bir fark yoktur. nasıl said meselesinde ifade ve eylem özgürlüğünü savunuyorsam, öğrencilerin haklarını da aynı şekilde savunurum. ve said hakkında üniversitenin uygulayacağı herhangi bir yaptırım olduğuna inanmadığımı da ifade etmek isterim.
öğrenciler ve öğretim görevlileri benim de pek doğru bulmayabileceğim şeyler yapabilirler, ancak üniversitenin otoritesini asla bir dizi fikri, o sıra yönetsel pozisyonları işgal edenlerin fikirlerine uymaya zorlamak yönünde kullanmam.
özgürlük yoksa bilim de olmaz
fazla özgürlüğün üniversitelerin, hatta son tahlilde ülkenin başına neler getirebileceğinin farkında olmayan, özgürlük derken sınırlarını çizemeyen, yöneticilikten bihaber insan tavrı bu.
fiziği matematiği kaosa sürükleyip evrenin düzenini altüst etmeye uğraşan bilim adamı çıkmaz mı? ellerindeki en güçlü silahı "bilimi" kullanarak bir teröristin vereceğinden daha büyük zarar veremezler mi? kötüye kullanılabilecek bu gücü dizginleme görevini polise mi verelim. madem bunlar akıllarına eseni yapacaklardı, o zaman dekana, rektöre ne gerek vardı?
gerektiğinde saçını sakalını kesmeyerek, otoriteye diklenerek, aklı bir karış havada gençlerin aklına karpuz kabuğu düşürenleri üniversiteden uzaklaştırmayı da saçma bulur mr. cole.
o özgürlükçü, süslü satırların arasını okuyamayacak kadar cahil değiliz çok şükür. alıntı millden (baba baskısına dayanamayıp liberten olan adamın özgürlük fikrini abartmasını açıklamayı freuda bırakalım): "eğer tüm insanlığın, farklı düşünen tek bir kişiyi susturmasını haklı buluyorsanz, gün gelip o tek kişinin iktidarı ele geçirdiğinde tüm insanlığı susturmasına karşı çıkmaya da hakkınız olmaz..." böyle olmayacak argümanlarla karşımıza çıkıp kafa karıştırmak anarşist ruhun tezahürüdür, başka şey değil!
zamanında einsteinı çayıra salmasalardı, koca yahudi dilini çıkarıp herkesle kafa bulmasına göz yummasalardı, atom parçalanmayabilirdi.
fazla özgürlük iyi değildir. ağızları torba değil, adamı serbest bırakıyorsun; atatürke adam diyor...
fiziği matematiği kaosa sürükleyip evrenin düzenini altüst etmeye uğraşan bilim adamı çıkmaz mı? ellerindeki en güçlü silahı "bilimi" kullanarak bir teröristin vereceğinden daha büyük zarar veremezler mi? kötüye kullanılabilecek bu gücü dizginleme görevini polise mi verelim. madem bunlar akıllarına eseni yapacaklardı, o zaman dekana, rektöre ne gerek vardı?
gerektiğinde saçını sakalını kesmeyerek, otoriteye diklenerek, aklı bir karış havada gençlerin aklına karpuz kabuğu düşürenleri üniversiteden uzaklaştırmayı da saçma bulur mr. cole.
o özgürlükçü, süslü satırların arasını okuyamayacak kadar cahil değiliz çok şükür. alıntı millden (baba baskısına dayanamayıp liberten olan adamın özgürlük fikrini abartmasını açıklamayı freuda bırakalım): "eğer tüm insanlığın, farklı düşünen tek bir kişiyi susturmasını haklı buluyorsanz, gün gelip o tek kişinin iktidarı ele geçirdiğinde tüm insanlığı susturmasına karşı çıkmaya da hakkınız olmaz..." böyle olmayacak argümanlarla karşımıza çıkıp kafa karıştırmak anarşist ruhun tezahürüdür, başka şey değil!
zamanında einsteinı çayıra salmasalardı, koca yahudi dilini çıkarıp herkesle kafa bulmasına göz yummasalardı, atom parçalanmayabilirdi.
fazla özgürlük iyi değildir. ağızları torba değil, adamı serbest bırakıyorsun; atatürke adam diyor...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?