marka

john patrick mason
han veya bir çok dükkana hizmet veren çaycıların satacakları çay veya meşrubata karşılık gelen parayı peşin olarak müşteriden alarak,karşılığında verdikleri her biri belirli miktarda değeri olan kare veya yuvarlak plastikten yapılan ödeme aracı,bir nevi çay para birimi.çay istedinmi verirsin markayı,alırsın içeceğini.marka bittiğinde peşin olarak verilen paranın artık bittiği anlaşılır.
markan bittimi para ödemeden çay alamazsın.
mandela
marka giymenin bir özentilik yansıması mı yoksa bilinçli bir tüketici tercihi mi olup olduğunun anlaşılamadığı ülkemizde marka giymenin bir eleştiri unsuru olduğunu söylemek ne kadar öznel ve objektiftir tartışılır.
markalı ürünler kullanmanın iki tür karşılığı var ülkemizde. birinci türde markalı ürünün dayanıklılığı, uzun süreli kullanılması, sağlamlığı göz önüne alınıyor. bilinçli tüketici olma çabasında, daha çok değil daha uzun süreli kullanma peşinde olan bu türe sözümüz yok. ikinci tür ise o markayı reklamlarındaki hayat biçimine ait olabilmek adına kullanıyor. marka giyince bir new yorker olabildiğini zannediyor bu tür. markalar marka olabilmek için artık üründen ziyade yaşam biçimleri satıyorlar. entelektüel birikimi yüksekmiş gibi görünmek adına dockers’tan giyinip ikea’dan ev döşeyebiliyoruz. converse giyip yıpratılmış yada batik pantolonlarla bohem ruhumuzu ortaya serebiliyoruz. yani seyreltilmiş, kendimize ait olmayan ama trend olan tarzları kabullenmiş, onlara uymuş oluyoruz. batılılaşma ise daha başka bir fantezi. batının yolu markalardan geçseydi naomi klein “no logo” gibi bir yapıtı kaleme alır mıydı, 99 seattle gösterilerinde hayatı yaşanmaz kılan logolara saldırılar bu kadar çok olur muydu? batı toplumu logo çağını tartışmaya açmışken logoların batılılaşma yolu olduğunu söylemek ne kadar akılcıdır, bu da bambaşka bir yazı, film hatta roman olur. toplumsal eleştirinin, bireyin devletinin şekillendiği 68 kuşağı ve çevresinde gelişen olaylar bu gün marka olarak satılıyor. yani burada şunu anlıyoruz ki 68 kuşağı marka giymedi marka oldu. arabesk muhalefetin merkantalizmi, oligopolleri bir kurtuluş yolu olarak satması yeni milenyum ile başladı. kapitalizmin bile var olmakta zorlandığı, feodalizm uzantısı anlayışın yeniden hortladığı yüzyılımıza mahsus bir olay. george monbiot’nun manifestosunda da vurguladığı gibi kapitalizmin ahlaklı olabileceği kanısına varmış insanlar, logolar ve markalar çağını kapamaya çalışırken, oligopollerin ekmeğine yağ süren marka başkaldırısı gibi reklam haberler ülkemiz için yeni olsa da batıda uzunca bir zamandır uygulanıyor. tüketim ve marka toplumunun küresel ısınma gibi açmazlar için herhangi bir çözüm önerisi yok, stand by’da sıfır elektrik tüketen tv’ler üretmek dışında. yani “siz hala yerinizden kalkıp düğmeye basmayın, biz sizin yerinize hallettik” yalanları dışında pek açık bir öneri yok. öte taraftan gençlerin gazetesinde marka başkaldırısı. ironiler diyarı, batılılaşmayı daha çok tüketmeye bağlamış, arabesk kelimesinin iyi yaşandığı, aslında anası babası belli olmayan çocuklara söylenen o kelime kültürü ile dolu bir ülke batı mantığı felsefesini marka ile satın alma düşüncesi ile yoğrulan gençler. sonuç ne mi? kapitalizm için bile berbat bir tüketici yığını, sahte ürünler, korsan ürünler, kalite yerine sahte logolara verilen milyarlar, kayıt dışı ekonomi ve çöküş. burası türkiye. sebep ne bilmem ama sonuç ortada.
firambogaz
bir işletmenin mal veya hizmetlerinin diğerlerinden ayırt edilebilmesini sağlayan ve baskı yoluyla yayınlanabilen her türlü işarettir. kişi adları dahil sözcükler, şekiller, harfler, sayılar, renk kombinasyonları veya bütün bu işaretlerin kombinasyonları marka olabilecek işaretlerdir.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol