bir idealist idealine, amacına varırsa bir hedefi, düşündüğü, istediği kalmayacağı için bir daha üretmeyeceği için buraları sonsuza kadar terkedecektir.
(bkz: martin eden)
not: idealler büyük olmalı, hayaller ulaşılmaz, hedefler realist. ideale ulaşılmamalı, sadece peşinden koşulmalı; kişi ideale ulaşmaya çalışmalı, ama başaramamalı. hayaller gerçek olmamalı, eğer gerçek olurlarsa hayallerin tüm güzelliği silinip gidecek, insan da umutsuzluk ortaya çıkacaktır ve de mutsuzluk. ama hayaller olmalı kaçınılmaz, yoksa yine mutsuzluk ve umutsuzluk bizi bekler. ayrıca arada ulaşabileceklerimiz de olmalı, umutları pekiştirmek, mutlulukla temas içinde olmak adına. bunlar olursa herhalde başarı da olur, mutluluk da, asla tükenmeyecek umut da. hayata bol öpücük, insanlar bol sarılmalar... neşe, mutluluk, otlar, böcekler, varolmanın dayanılmaz mutluluğu. uçalııım haydi. kardeşlik! barış! mut bol bol... ölümsüzlük, asla varamayacağımız, ama varmak için çırpınacağımız. tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir, haydi ideale koşalım, idealizme. nasıl olsa asla yakalayamacağız, bizler asla martin eden olamayacağız...
idealizm
(bkz: idea evreni).
dünyayı ve varoluşu bilinç ve düşünceye öncelik vererek açıklama öğretisinin temel olduğu felsefi akımın edebiyattaki uzantısıdır. idealist felsefenin tüm özellikleri edebi eserlerde de görülür. 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. bireyci dünya görüşü ve simgecilik akımına bir tepki olarak doğmuştur. çağcıl yaşamın artık makineleşen toplumları ve alabildiğine serpilip gelişen kentleriyle bireyi topluluk içinde yaşamaya zorladığını vurgulayan idealizm, bir arada yaşamanın yarattığı ortak kanı ve duyguları dile getirmeyi amaçlamaktadır.
topluluk bilincini ve bu bilince göre bireyin varoluşunu, yaşamı belli belirsiz yönlendiren kimi tinsel gerçekleri betimlemeyi ön planda tutar. en büyük temsilcisi fransız yazar jules romains’tir. bu akımın temelleri, romains’le chenneviere’nin yazdığı petit traite de versification (şiir üzerine küçük inceleme) ve georges duhamel’le charles vildrac’ın kaleme aldığı notes su la technique poetique (şiir tekniği üzerine notlar) adlı eserlerde ortaya konulmuştur.
topluluk bilincini ve bu bilince göre bireyin varoluşunu, yaşamı belli belirsiz yönlendiren kimi tinsel gerçekleri betimlemeyi ön planda tutar. en büyük temsilcisi fransız yazar jules romains’tir. bu akımın temelleri, romains’le chenneviere’nin yazdığı petit traite de versification (şiir üzerine küçük inceleme) ve georges duhamel’le charles vildrac’ın kaleme aldığı notes su la technique poetique (şiir tekniği üzerine notlar) adlı eserlerde ortaya konulmuştur.
(bkz: alkolizm)
felsefe’de dünyayı ve varoluşu, bilinç ve düşünceyi önem vererek açıklayan öğreti... idealistler, varlıklar arasındaki soyut ilişkilerin, duyularla algılanan nesnelerden daha gerçek olduğunu ve insanların var olan her şeye düşünsel bağlamda, idealar aracılığıyla ve idealar olarak bildiğini savunurlar. idealizmin birçok türü olmakla birlikte hepsinin paylaştığı ortak ilkelerden söz edilebilir. tümellerin varlığı, burada ve şimdi varolanıın aşılması, varlıklar arasındaki ilişkilerin o varlıkların dönüştürüleceği varsayımı, çelişik bileşenleri bütünleştiren sistemler kurmaya yönelik diyalektik yaklaşım,; zihnin, özellikle tinin maddeden önce sayılması.
metafizik veya epistemolojik yaklaşımı temel alması bakımından idealizmin iki temel biçimi vardır: metafizik idealizm gerçekliğin idealara dayandığını, epistemolojik idealizm ise bilgi sürecinde zihnin yalnızca tinsel olanı kavrayabileceğini ya da nesnelerin gerçekliğinin algılanabilirliklerinden kaynaklandığını savunur. ilk biçimi ile idealizm dünyadaki temel tözün madde olduğunu, bunun da maddi biçimler ve süreçlerle bileneceğini ileri süren maddeciliğin, ikinci biçimi ile insan biliminin, zihnin dışında ve bundan bağımsız olarak var olan nesneleri gerçekte oldukları gibi görüp kavradığını öne süren gerçekliğin karşıtıdır. gözlemlenebilir gerçekleri ve ilişkileri vurgulayarak metafizik görüşlere karşı çıkan olguculuk ile ateizm ve şüphecilik gibi akımlarda idealizme karşı çıkar.
felsefi idealizmin tarihsel gelişiminde, başlıca üç sorunu yanıtlama çabası belirleyici olmuştur.
1)insan deyiminin sonul gerçekliği nedir? bu soruya verilen yanıtlar iki uç arasında dağılır. deneyci filozoflardan david hume’a göre insan deneyiminde anlatımını bulan sonul gerçeklik, olayların her bireyin bilincinde ard arda akışıdır. bu düşünce, tüm gerçekliğin tek bir benliğin anlık duyu deneyimine indirgenmesi sonucuna varır. öteki uçta usçu filozoflardan spinoza’yı izleyenler için sonul öz, kendi başına var olabilen ve yalnızca kendisi tarafından kavranabilendir.
2) bilginin içeriğinde verilen nedir? verilerin mantıksal yorumu ve açıklamasıyla ne elde edilebilir? idealistlere göre bilgi sürecinin sonu, bireysel deneyimin dışında kalmakla birlikte gene de somut bir tümel ya da bir dizgedir. verilen mantıksal yorumu ve açıklaması, gerçekte, yeryüzünü üzerinde yaşayanlarca tümüyle yeni bir biçime dönüştürülmesi demektir.
3)bir düşünür zaman içindeki oluşum ve değişim olgusu ya da değişik amaçlar ve değerler karşısında nasıl bir tutum alınmalıdır? idealistlere göre us yalnızca doğadaki uyumlu düzeni ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda uygar bir toplumun kültürel yaşamının parçası olan devleti ve öteki kurumları da yaratır, bu kurumların değerlerini korumak ve geliştirmek, her uygar insanın ahlaki temel görevidir. uluslar arası etik kurallarına da katkısı bulunan idealistler, hiçbir ulusun etkin güçlerini bir başka ulus üzerinde hüküm sürmek için kullanamayacağını ileri sürerler. bu güç, yalnızca bir başka ulusun yaratıcı güçlerini ilerletmek, onların kültürel düzeyini kalkındırmak için kullanabilinir. idealizmin de tarih felsefesi, değer felsefesiyle yakından ilişkilidir. benedotto croce bu tarih felsefesini “her gerçek tarih, çağdaş tarihtir” deyimiyle özetler.
idealistlerin başlıca dört savından biri berkeley’in esse est percipi (var olmak algılanmış olmaktır) ilkesidir. nesnelere dayandırılan bütün nitelikler duyu nitelikleridir. bunlar ancak duyu organları bulunan bir özne tarafından algılandıklarında var olurlar. maddenin varlığını ve duyu algılarının maddeden kaynaklandığını görüşünü yadsıyan bu yalın sav, geniş tartışmalara yol açmıştır.
özneyle nesnenin karşılıklı birbirine bağımlı olduğu savı, birinci savla yakından ilişkilidir. nesnesi olmayan bir özneyi düşünmek olanaksızdır; çünkü özne olmak bir nesnenin ayrımında olmaktır. buna karşılık her nesne de ancak bir öznenin karşısında nesnedir. bu ilişki mutlak ve evrensel bir biçimde karşılıklıdır. dolayısıyla her tam gerçeklik, bir nesneyle bir öznenin birliğidir, yani somut bir tümeldir.
idealizmin üçüncü savına göre insanın en dolaysız deneyiminde, yani kendi öznel bilinçliğinde sezgisel ben, tinsel özellik taşıdığı var sayılan sonul gerçekliği doğrudan kavrayabilir. örneğin platon’a göre, “iyi ideası”na sıçrama mistik bir nitelik taşır.
idealizmin dördüncü savı özellikle tanrı’nın varlığını kanıtlamak için geliştirilmiştir. 11. yüzyılda canterbury’li aziz anselmus’un geliştirdiği bu sava göre yetkin bir varlığın varolması zorunludur, çünkü varolamak yetkinliğin temel öğelerinden biridir. tanrı yetkin olduğunu göre varlığı da zorunludur. bazı idealist filozoflar bu savı idealizmin öteki ilkelerine de yaymışlardır.
metafizik veya epistemolojik yaklaşımı temel alması bakımından idealizmin iki temel biçimi vardır: metafizik idealizm gerçekliğin idealara dayandığını, epistemolojik idealizm ise bilgi sürecinde zihnin yalnızca tinsel olanı kavrayabileceğini ya da nesnelerin gerçekliğinin algılanabilirliklerinden kaynaklandığını savunur. ilk biçimi ile idealizm dünyadaki temel tözün madde olduğunu, bunun da maddi biçimler ve süreçlerle bileneceğini ileri süren maddeciliğin, ikinci biçimi ile insan biliminin, zihnin dışında ve bundan bağımsız olarak var olan nesneleri gerçekte oldukları gibi görüp kavradığını öne süren gerçekliğin karşıtıdır. gözlemlenebilir gerçekleri ve ilişkileri vurgulayarak metafizik görüşlere karşı çıkan olguculuk ile ateizm ve şüphecilik gibi akımlarda idealizme karşı çıkar.
felsefi idealizmin tarihsel gelişiminde, başlıca üç sorunu yanıtlama çabası belirleyici olmuştur.
1)insan deyiminin sonul gerçekliği nedir? bu soruya verilen yanıtlar iki uç arasında dağılır. deneyci filozoflardan david hume’a göre insan deneyiminde anlatımını bulan sonul gerçeklik, olayların her bireyin bilincinde ard arda akışıdır. bu düşünce, tüm gerçekliğin tek bir benliğin anlık duyu deneyimine indirgenmesi sonucuna varır. öteki uçta usçu filozoflardan spinoza’yı izleyenler için sonul öz, kendi başına var olabilen ve yalnızca kendisi tarafından kavranabilendir.
2) bilginin içeriğinde verilen nedir? verilerin mantıksal yorumu ve açıklamasıyla ne elde edilebilir? idealistlere göre bilgi sürecinin sonu, bireysel deneyimin dışında kalmakla birlikte gene de somut bir tümel ya da bir dizgedir. verilen mantıksal yorumu ve açıklaması, gerçekte, yeryüzünü üzerinde yaşayanlarca tümüyle yeni bir biçime dönüştürülmesi demektir.
3)bir düşünür zaman içindeki oluşum ve değişim olgusu ya da değişik amaçlar ve değerler karşısında nasıl bir tutum alınmalıdır? idealistlere göre us yalnızca doğadaki uyumlu düzeni ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda uygar bir toplumun kültürel yaşamının parçası olan devleti ve öteki kurumları da yaratır, bu kurumların değerlerini korumak ve geliştirmek, her uygar insanın ahlaki temel görevidir. uluslar arası etik kurallarına da katkısı bulunan idealistler, hiçbir ulusun etkin güçlerini bir başka ulus üzerinde hüküm sürmek için kullanamayacağını ileri sürerler. bu güç, yalnızca bir başka ulusun yaratıcı güçlerini ilerletmek, onların kültürel düzeyini kalkındırmak için kullanabilinir. idealizmin de tarih felsefesi, değer felsefesiyle yakından ilişkilidir. benedotto croce bu tarih felsefesini “her gerçek tarih, çağdaş tarihtir” deyimiyle özetler.
idealistlerin başlıca dört savından biri berkeley’in esse est percipi (var olmak algılanmış olmaktır) ilkesidir. nesnelere dayandırılan bütün nitelikler duyu nitelikleridir. bunlar ancak duyu organları bulunan bir özne tarafından algılandıklarında var olurlar. maddenin varlığını ve duyu algılarının maddeden kaynaklandığını görüşünü yadsıyan bu yalın sav, geniş tartışmalara yol açmıştır.
özneyle nesnenin karşılıklı birbirine bağımlı olduğu savı, birinci savla yakından ilişkilidir. nesnesi olmayan bir özneyi düşünmek olanaksızdır; çünkü özne olmak bir nesnenin ayrımında olmaktır. buna karşılık her nesne de ancak bir öznenin karşısında nesnedir. bu ilişki mutlak ve evrensel bir biçimde karşılıklıdır. dolayısıyla her tam gerçeklik, bir nesneyle bir öznenin birliğidir, yani somut bir tümeldir.
idealizmin üçüncü savına göre insanın en dolaysız deneyiminde, yani kendi öznel bilinçliğinde sezgisel ben, tinsel özellik taşıdığı var sayılan sonul gerçekliği doğrudan kavrayabilir. örneğin platon’a göre, “iyi ideası”na sıçrama mistik bir nitelik taşır.
idealizmin dördüncü savı özellikle tanrı’nın varlığını kanıtlamak için geliştirilmiştir. 11. yüzyılda canterbury’li aziz anselmus’un geliştirdiği bu sava göre yetkin bir varlığın varolması zorunludur, çünkü varolamak yetkinliğin temel öğelerinden biridir. tanrı yetkin olduğunu göre varlığı da zorunludur. bazı idealist filozoflar bu savı idealizmin öteki ilkelerine de yaymışlardır.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?