tercüman gazetesinin attığı başlıktan farklı olan söylem. bu doğru olanı.
hepiniz ogün samast sınız
ogün olmaktan gocunan mı var?
26 ocak 2007 günlü birgün gazetesinde yayımlanan bir yazının başlığıdır.hepimiz ermeniyiz şiarını anlayamayan ve hepimiz türküz deyin diyen zihniyete tokat gibi bri cevaptır.
yazının tamamı aşağıya aktarılmıştır.
hayganuş
biz hepimiz hrant ız. hepimiz yerde. kurşun yemiş yığılmışız yere. kalkmamak üzere.
tam da hız kazanıyoruz sanırken. tam da son birkaç yıldır bir bilinç geldi üzerimize derken. siyasi bir bilinç. tarihi bir bilinç. kimliğimizin farkına vardıran. sorgulatan. uyanıyorduk yavaş yavaş yattığımız uykudan. korkularımızdan sıyrılıyorduk. derken.
ne kadar büyük bir yanılgı içinde yaşı-yormuşuz meğer. ne kadar büyük bir kandırmaca. ne kadar büyük bir yalan. evrimler geçiriyoruz sanırken yediğimiz bu darbe, annelerimizin, dedelerimizin, onların da kendi büyüklerinden öğrenip bize aktardıkları "biz size demiştik" sözlerine hak verdiren bu darbe bize ne kadar yanlış bir yolda, ne kadar yalan umutlarla beslendiğimizi bir kere daha hatırlattı. ne kadar acı.
hepimiz hrantız. hepimiz yerde. birer kurşun yemiş beynimizden, yığılmışız olduğumuz yere. oysa daha yeni düşünmeye başlamıştık. daha yeni sadece ama sadece aklımızın yolunda ilerlemeyi deniyorduk. yüreğimizi, midemizi daha yeni bu işin dışında bırakmayı öğreniyorduk. yıllar önceki olaylardan duygusal olarak bir mesafe kazanmak gerektiğini anlatmaya çalışıyorduk kendi kendimize. "kinle, nefretle yürümez bu işler, çözülmez sorunlar" diyenlere hak vermeye, içimiz tam elvermese de.
bunu bize öğreten, bu süreci başlatan agos haftalık gazetesi ve ilk günden genel yayın yönetmeni hrant dink oldu. kendisi ve gazetesiyle birlikte türkiye ermenileri üzerine bir canlılık, bir konuşkanlık, bir fi-kirbazlık geldi. ermeni olmanın ne demek olduğundan pek de emin olmayan bir kuşak, ermeniliklerini, bu kimliklerini, konuşmayı ihmal ettikleri dil, gitmeye hevesli olmadıkları kilise üzerinden zorla hatırlatılarak öğrenmeye mecbur kalmış bir kuşak, yavaş yavaş da olsa ermeniliklerinin bundan ibaret olmadığını anlamaya başlıyordu.
ermenilerle birlikte, dışarıdakiler de, bugünlük "hepimiz ermeniyiz" diye yollara düşen kesim de, ermeniler hakkında, sınırlı da olsa, algılamak istedikleri kadarıyla da olsa bir şeyler duyuyor, bir şeyler görüyordu. belki her şeyi öğrenemiyorlardı, ama yüzeyde de olsa bir ilgi, bir merak doğuyordu içlerinde. kimlermiş bakalım senelerdir toprağımızı paylaştıklarını söyleyen bu ermeniler? ilgilenelim.
bu hem birbirinden bağımsız, hem karşılıklı gelişen şey, hem kendi kendini hem birbirini tanıma süreci, yanında bir sürü başka süreci de beraberinde getiriyordu. ortak bir şimdiden çok, aslında ortak bir geçmişti paylaşılan, onu görüyorlardı. gördükçe ve farkına vardıkça bu geçmişin, bu tanışma da zorlu bir yola girmiş oluyordu.
oysa türkiyedeki ermenilerin öğrendikleri en önemli şey kendileri için en hayırlısının tarihleri konusunda, yakın tarihlerinde başlarına gelenler konusunda bir şey öğrenmemek olduğuydu. ermeniler, insanı insan yapanın kendi tarihi bilinci, vatandaşı vatandaş yapanın onun siyasi bilinci olduğunu unutmak zorunda bırakılmışlardı yıllar ve soylar boyu. bu ülkedeki mutluluğu yedikleri içtikleriyle ölçüp biçmeye alıştırılmışlardı. soranlara da, "burada bize dokunan yok, rahat yaşıyoruz" demeye.
şimdi bu ermeniler ülkelerini bir çoğunluk-azınlık ilişkisi içinde paylaştıkları türklerle bu sessizlik üzerinden kurdukları arkadaşlıklarının kapalı kalmış kapılarını aralamaya yelteniyorlardı. kimi daha ürkekçe, dikkatlice. kimi daha cesur, daha yüksek sesle. kimi sembollerle, jestlerle, kimisi yazarak çizerek, biraz daha doğrudan.
ama ermeniler hrant olmaya çalıştıkça, onun cesaretiyle yüreklenip bir şeylere inanmaya kalkıştıkça, karşılarında hep irili ufaklı ogün samastlar duruyordu. kiminin silahı kalemiydi, kimininki kâğıdı. kiminin silahı dili, kimininki dilsizliğiydi. ama hepsi birer ogün samasttı. görmeyi reddetseler de ermeniler bunu. ve günlerden bir gün o ogün samastlardan biri gelip hrant dinki vuracak ve onunla birlikte bütün ermenileri yere yığacaktı.
birer ceset hepsi şimdi. hepsinin kuvveti ellerinden zorla alınmış. belki gerçekten de en hayırlı ermeni ölü ermeni ki, hrantın da ölümüyle çok şey başardığı söylenip duruluyor. ne kadar utanılmaz bir polyannacı-lıktır bu oynanan? türkiye için, belki geçerli bu. belki gerçekten işine yarar bu suikast türkiyenin, çıktığı demokrasi yolunda. ama ya ermeniler? biz geriye kalanlarımız nasıl tekrar ayağa kalkıp baştan başlayacağız? nasıl hiçbir şey olmamış gibi yapacağız? nasıl bu cesareti bulacağız kendimizde bir daha?
türkiye, enerji dolu. dünyaya haykırma, bir şeyler ispatlama gücü buluyor kendinde. kalkıp yürüyor. bağırıyor. çağırıyor. ama ermeniler sakat. kollan kanatları kırık. bu enerji selinde unutturulmaya çalışılsa da. ve arkada kalan, bedenen ölü olmasa da, geriye kalan bütün işlevlerine narkoz verilmiş bir türkiye ermeni cemaati artık. yediği ve içtiği sürece varolmaya devam edecek, ama artık yavaş yavaş bitkisel hayata geçmiş bir insan yığını.
yazının tamamı aşağıya aktarılmıştır.
hayganuş
biz hepimiz hrant ız. hepimiz yerde. kurşun yemiş yığılmışız yere. kalkmamak üzere.
tam da hız kazanıyoruz sanırken. tam da son birkaç yıldır bir bilinç geldi üzerimize derken. siyasi bir bilinç. tarihi bir bilinç. kimliğimizin farkına vardıran. sorgulatan. uyanıyorduk yavaş yavaş yattığımız uykudan. korkularımızdan sıyrılıyorduk. derken.
ne kadar büyük bir yanılgı içinde yaşı-yormuşuz meğer. ne kadar büyük bir kandırmaca. ne kadar büyük bir yalan. evrimler geçiriyoruz sanırken yediğimiz bu darbe, annelerimizin, dedelerimizin, onların da kendi büyüklerinden öğrenip bize aktardıkları "biz size demiştik" sözlerine hak verdiren bu darbe bize ne kadar yanlış bir yolda, ne kadar yalan umutlarla beslendiğimizi bir kere daha hatırlattı. ne kadar acı.
hepimiz hrantız. hepimiz yerde. birer kurşun yemiş beynimizden, yığılmışız olduğumuz yere. oysa daha yeni düşünmeye başlamıştık. daha yeni sadece ama sadece aklımızın yolunda ilerlemeyi deniyorduk. yüreğimizi, midemizi daha yeni bu işin dışında bırakmayı öğreniyorduk. yıllar önceki olaylardan duygusal olarak bir mesafe kazanmak gerektiğini anlatmaya çalışıyorduk kendi kendimize. "kinle, nefretle yürümez bu işler, çözülmez sorunlar" diyenlere hak vermeye, içimiz tam elvermese de.
bunu bize öğreten, bu süreci başlatan agos haftalık gazetesi ve ilk günden genel yayın yönetmeni hrant dink oldu. kendisi ve gazetesiyle birlikte türkiye ermenileri üzerine bir canlılık, bir konuşkanlık, bir fi-kirbazlık geldi. ermeni olmanın ne demek olduğundan pek de emin olmayan bir kuşak, ermeniliklerini, bu kimliklerini, konuşmayı ihmal ettikleri dil, gitmeye hevesli olmadıkları kilise üzerinden zorla hatırlatılarak öğrenmeye mecbur kalmış bir kuşak, yavaş yavaş da olsa ermeniliklerinin bundan ibaret olmadığını anlamaya başlıyordu.
ermenilerle birlikte, dışarıdakiler de, bugünlük "hepimiz ermeniyiz" diye yollara düşen kesim de, ermeniler hakkında, sınırlı da olsa, algılamak istedikleri kadarıyla da olsa bir şeyler duyuyor, bir şeyler görüyordu. belki her şeyi öğrenemiyorlardı, ama yüzeyde de olsa bir ilgi, bir merak doğuyordu içlerinde. kimlermiş bakalım senelerdir toprağımızı paylaştıklarını söyleyen bu ermeniler? ilgilenelim.
bu hem birbirinden bağımsız, hem karşılıklı gelişen şey, hem kendi kendini hem birbirini tanıma süreci, yanında bir sürü başka süreci de beraberinde getiriyordu. ortak bir şimdiden çok, aslında ortak bir geçmişti paylaşılan, onu görüyorlardı. gördükçe ve farkına vardıkça bu geçmişin, bu tanışma da zorlu bir yola girmiş oluyordu.
oysa türkiyedeki ermenilerin öğrendikleri en önemli şey kendileri için en hayırlısının tarihleri konusunda, yakın tarihlerinde başlarına gelenler konusunda bir şey öğrenmemek olduğuydu. ermeniler, insanı insan yapanın kendi tarihi bilinci, vatandaşı vatandaş yapanın onun siyasi bilinci olduğunu unutmak zorunda bırakılmışlardı yıllar ve soylar boyu. bu ülkedeki mutluluğu yedikleri içtikleriyle ölçüp biçmeye alıştırılmışlardı. soranlara da, "burada bize dokunan yok, rahat yaşıyoruz" demeye.
şimdi bu ermeniler ülkelerini bir çoğunluk-azınlık ilişkisi içinde paylaştıkları türklerle bu sessizlik üzerinden kurdukları arkadaşlıklarının kapalı kalmış kapılarını aralamaya yelteniyorlardı. kimi daha ürkekçe, dikkatlice. kimi daha cesur, daha yüksek sesle. kimi sembollerle, jestlerle, kimisi yazarak çizerek, biraz daha doğrudan.
ama ermeniler hrant olmaya çalıştıkça, onun cesaretiyle yüreklenip bir şeylere inanmaya kalkıştıkça, karşılarında hep irili ufaklı ogün samastlar duruyordu. kiminin silahı kalemiydi, kimininki kâğıdı. kiminin silahı dili, kimininki dilsizliğiydi. ama hepsi birer ogün samasttı. görmeyi reddetseler de ermeniler bunu. ve günlerden bir gün o ogün samastlardan biri gelip hrant dinki vuracak ve onunla birlikte bütün ermenileri yere yığacaktı.
birer ceset hepsi şimdi. hepsinin kuvveti ellerinden zorla alınmış. belki gerçekten de en hayırlı ermeni ölü ermeni ki, hrantın da ölümüyle çok şey başardığı söylenip duruluyor. ne kadar utanılmaz bir polyannacı-lıktır bu oynanan? türkiye için, belki geçerli bu. belki gerçekten işine yarar bu suikast türkiyenin, çıktığı demokrasi yolunda. ama ya ermeniler? biz geriye kalanlarımız nasıl tekrar ayağa kalkıp baştan başlayacağız? nasıl hiçbir şey olmamış gibi yapacağız? nasıl bu cesareti bulacağız kendimizde bir daha?
türkiye, enerji dolu. dünyaya haykırma, bir şeyler ispatlama gücü buluyor kendinde. kalkıp yürüyor. bağırıyor. çağırıyor. ama ermeniler sakat. kollan kanatları kırık. bu enerji selinde unutturulmaya çalışılsa da. ve arkada kalan, bedenen ölü olmasa da, geriye kalan bütün işlevlerine narkoz verilmiş bir türkiye ermeni cemaati artık. yediği ve içtiği sürece varolmaya devam edecek, ama artık yavaş yavaş bitkisel hayata geçmiş bir insan yığını.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?