İkinci dünya savaşı sonrasında yaşanan küresel yıkımlarla birlikte insanların bu dünyaya dair umutları ölmüştür. Daha önce hümanistlerin sözünü ettiği gibi herkesin herkesi seveceği bir dünyanın gerçek olmayacağı, en acı ve trajik şekilde insanlar tarafından tecrübe edilmiştir. Milyonlarca insan ölmüş belki bir o kadarı da kayıp. Şimdi böyle bir dünyada, tiyatro ne anlatabilir ki ?
İnsanın kendisi bu dünyaya ters. Bizim neredeyse yaptığımız her şey irrasyonel ve mantıksız. Yani insanın bu dünyadaki yeri hatalı. Beckett, daha önce descartes'ın varoluş düşüncelerinden etkilenip, insanın varolmadaki mantıksızlığını anlatmak istemiştir.
Dünya savaşları olmuş, bitmiş. İnsanların tek bir umudu kalmamış. Yaşama dair, geleceğe dair hayali kurulan her şey öldü.
Yine tekrar edelim, böyle bir dünyada tiyatro ne anlatacak ? Şüphesiz ki insanın bu dünyadaki uyumsuzluğunu, bir formül ve matemati içerisinde uyummuş gibi anlatacak. Absürd tiyatro, uyumsuzluğun tiyatrosudur. İnsanın bu dünyadaki uyumsuzluğunu anlatır. Biz her ne kadar uyumsuz olsak da insan olarak kendimizi bir yerlere ait hissederiz. Gerçeği görmek istemeyiz. Happy days oyunu da, bu gerçekleri görmezden gelmenin getirdiği çarpıcı sonuçları bize anlatıyor...
Oyunda Willie ve Winnie adında karı koca oyun kişilerimiz var. Winnie, ilk perdede beline kadar toprağa batmış şekilde görülüyor. Willie ise ona tamamen sırtını dönmüş ve sessiz... Aynı zamanda cehennem gibi bir sıcak var, yer neredeyse kavruluyor.
Winnnie beline kadar toprağa gömülü olduğu halde, bir sabah uyanıyor, dişlerini fırçalıyor, makyajını tazeliyor, aynasını kontrol ediyor... bir yandan da hiçbir anlam ifade etmeyen monologlar kullanıyor. İçinde olduğu durumu sürekli olarak öteleyip, beline kadar boka batmış olması gerçeğini konuşarak ve günlük rutinlerini tekrar ederek görmezden geliyor. Bazen sessiz ve hareketsiz duran kocasına, yani willie'ye sesleniyor. Kocası söylediklerine hiçbir cevap vermese de sadece onun orada olduğunu bilmek, içinde bulunduğu durumu görmezden gelmesi için yetiyor...
Günler geçiyor, aynı rutin devam ediyor. Winnie gittikçe daha fazla toprağa batıyor. Ancak bir türlü bu gerçeği kendisine söyleyemiyor. Tekrar sabah oluyor, tekrar aynasını kullanıyor, makyajını tazeliyor ve tekrar "happy days" diyerek ölü tanrıya duasını yaparak gününe başlıyor.
Winnie her güne başlayışında el çantasından aynasını, diş fırçasını arama eylemini yapıyor. Buradaki detay ise çantasındaki kozmetik eşyaların yanında bir de tabanca bulunması. Oyunun sonuna kadar bu tabanca her güne başlayışında eline geldiği halde, toprağın içine gömülmüş olduğu gerçeğini reddeettiği gibi o tabancayı kullanma cesaretini de bulamıyor.
İlk perde bu şekilde devam ediyor ve oyunun ikinci perdesinde winnie artık boğazına kadar toprağa gömülmüş durumdadır. Buna rağmen elinden geldiği kadar hayatının boktanlığını ve umutsuzluğunu görmezden gelmeye devam eder. Yine "happy days" der, yine ölü tanrıya duasını eder. Oyun, willie'nin eşine ulaşmak için hareketlenmesiyle son buluyor.
Oyunun konusu genel olarak böyle. Gel gelelim bu oyun aslında ne anlatıyor ?
Toprağa gömülü olmak elbetteki insanın tekrardan toprağa dönecek olmasını ima ediyor. İnsanın kaçınılmaz yazgısı olan bu toprağa gömülü olmak metaforu, aynı zamanda insanın bir umutsuzluk dünyasında olduğunu da gösteriyor. Oyun boyunca winnie nerdeyse hiç susmuyor. Fakat kocasının söylediklerine karşı tek bir cevabı yok. Buna rağmen winnie, onunla konuşmaktan asla vazgeçmiyor. Bunun sebebi, insanın kaçınılmaz sonuna olan korkusu. Winnie konuşuyor, en sonunda sadece senin orada olduğunu bilmem yeterli. Konuşmasan da olur diyor.
Bu çok önemli. İnsansız kalma korkusu...
Amaçsız ve umutları yıkılmış bir dünya. Ona rağmen dişlerini fırçalayarak, ayna karşısında makyaj yaparak bir şekilde kendine bir düzende yer arayan insan... oyunun özeti bu.