yasadisi dhkp-c orgutunun lideri.halen hollanda’da ikamet etmektedir.hollanda hukumeti bu sahsi iade etmeye hazirlaniyor;zira,capa onundeki intihar eylemini ustlenenler hollanda’da bir internet kafeden e-mail ile ustlenmisler olayi.turkiye’nin savas hali olmak uzere olum cezasini tamamen ortadan kaldirmasinin etkisi de buyuktur.
(bkz: teror yuvalari)
dursun karataş
(bkz: dhkpc)
78 öncesinde dev yol ve dev genç örütlerinde yer aldı. 1978 yılında bu iki örgüt ve liderlerinden ayrılarak dev solu kurdu. 12 eylül darbesinde, darbenin olduğu ay yakalandı. 3 kasım 1980’de tutuklandı. 9 yıl cezaevinde kaldı. bu süre içerisinde örgütü cezaevinden yönettiği iddia edildi. bayrampaşa cezaevi’nden firar etti. thkpc’den esinlenerek dhkpcyi kurdu. 9 eylül 1994 tarihinde fransa’da yakalandı, 4 ay cezaevinde kaldıktan sonra 26 ocak 1995 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. halen dhkpc başkanıdır.
dhkpc tarafından yayınlanan bildirilere göre uzun süre gördüğü kanser tedavisinin sonunda ölmü$ olan terörist ba$ıdır.
ölümü üzerine dhkp tarafında bir açıklama yapılmıştır.
"komutanimiz
önderimiz
dayimizi yitirdik
*öğrettikleri ile savaşımızı büyüterek onu selamlamayı sürdüreceğiz!
*onun devrimci yaşamı nezdinde devrimcilik yeniden tanımlanacak!
türkiye ve dünya halklarının başı sağolsun. bir büyük devrimciyi yitirdik.
acımız tarifsiz, kaybımız büyük; komutanımız, önderimiz, partimizin genel sekreteri dursun karataş yoldaşımız, 11 ağustos sabaha karşı 05.00’te şehit düştü. 38 yıldır devrim için çarpan, dünya halklarının kurtuluşuna, vatanımızın bağımsız, halkımızın özgür olmasına adanmış bir yürek durdu. son nefesini yoldaşlarının kolları arasında, dünya halklarına ve kendi halkına karşı görevini yerine getirmiş bir önderin huzuruyla verdi.
yoldaşlar!
karanlıkta ışığımız, engebeli, dolambaçlı ve sarp yollarda pusulamız, devrim yürüyüşümüzün usta kurmayı, düşeni elinden tutup kaldıran, daha hızlı koşmayı öğreten, öğütleri, talimatları ve politikalarıyla hep yanımızda olan dayımızı yitirdik.
bu yorgun, acılarla, alçaklıklarla dolu ihtiyar dünyaya, 38 yıldır güzellikler resmeden ustayı, türkiye devriminin kılavuzunu yitirdik.
bir kılavuzdu dayımız. faşizmin karanlıklarında yolumuzu kaybetmeden, karşı-devrim fırtınalarında savrulmadan, emperyalizmin bataklıklarında boğulmadan, kuşatmalarda yok olmadan bugünlere geldiysek, bunu en başta onun kılavuzluğuna borçluyuz.
önderimiz, yirminci yüzyılın sonlarında artık çok sık rastlanmayan tarih yazdıran iradelerden biriydi. kızıldere’den bu yana devrim tarihini yazıyoruz. tarih, hareketimize özel bir yer ayırdı sayfalarında. bu sayfaların her birinde, onun usta ellerinin imzası, günün 24 saatinde devrim için işleyen beyninin damgası vardır. tarihe görkemli destanlar armağan eden, ihanetleri ezip geçen, kuşatmaları yaran, tüm dünyaya sosyalizmin yenilmezliğini kanıtlayan, emperyalizmin amansız saldırıları karşısında dahi anti-emperyalist mücadelenin ve enternasyonalizmin bayrağını taşıyan bir hareket olduk onunla.
onu ölümsüzlüğe uğurluyoruz şimdi. hayır, biz ona, tarihsel, siyasal, sosyal temeli olmaksızın bir ölümsüzlük atfediyor değiliz. o, 38 yıllık yaşamı boyunca adım adım ördü ölümsüzlüğünü. geride bizlere bıraktığı herşey, onun ölümsüzlüğünün kanıtıdır. en başta ve tek başına, yaratılmasına kanını, canını, beynini, yüreğini koyduğu partimiz ve cephemiz, onun ölümsüzlüğünün anıtıdır. her satırıyla, her adımıyla bize bıraktığı teorik ve pratik miras, onun ölümsüzlüğüdür.
onsuz zor olacak biliyoruz. önümüze çıkan sorunları aşarken onun verdiği güç ve iradeden yoksun kalacağız. fakat onun yol göstericiliğinden hiç mahrum olmayacağız. politikalarıyla, yaşamıyla örneğimiz, önderimiz, kılavuzumuz olacaktır yine. bundan böyle de onunla sürdüreceğiz yürüyüşümüzü. 38 yıl boyunca yarattığı tüm değerlerle hep yanıbaşımızda olmaya devam edecek.
halkımız, yoldaşlarımız!
önderimiz 10 yıldır kanser tedavisi görüyordu. bu savaşında da her zaman olduğu gibi güçlü ve iradiydi. hastalığı bir günde ortaya çıkmadı elbette. ağır işkencelerin, uzun tutsaklık yıllarının, onlarca kez girilen açlık grevlerinin, ölüm oruçlarında geçirilen tüberkülozların, sürgün yıllarındaki zorlukların; kısacası, faşizmin ve emperyalizmin baskı ve kuşatması altında geçirilen 38 yılın sonucuydu sağlığını kaybetmesi. tedavisi için gereken herşey yapıldı; fakat bilimin ve doğanın sınırları vardı. o sınırlarda kaybettik onu. tek bir gün bile, görevlerinden geri kalmadı bu yıllar boyunca. son 6 güne kadar da görevinin başındaydı. kendi ölümü dahil, her şeyi planladı.
kadrolarımız, taraftarlarımız ve halkımız emin olabilir ki; örgütümüz, tüm yönetim mekanizmalarıyla görevinin başındadır ve onun öğrettikleri ile savaşmaya devam edecektir. onun yaşamı, bağımsız, demokratik, sosyalist türkiye’ye adanmış bir yaşamdır. 38 yılı devrime verilmiş bu yaşamın her saatini, her saniyesini belirleyen bu adanmışlık olmuştur. bu adanmışlık, bu dava adamlığı, bize her zaman hedefimizi hatırlatan bir miras olarak önümüzde duracak. bağımsız, demokratik sosyalist türkiye hedefinden hiç sapmadan devrim yürüyüşümüze devam edeceğiz.
onun devrimci yaşamı nezdinde devrimcilik yeniden tanımlanacaktır!
önderimizi anlatmak, devrimci hareketin tarihini anlatmaktır. çünkü hareketimizin tarihinin her anında, her aşamasında o vardır. cüret, iddia ve iradeyle, tarihsel adımlarla, ilklerle, devrimin ufkunu genişleten politikalar ve eylemlerle dolu bu tarihi anlatmak, önderimize ve türkiye halkına borcumuzdur. fakat, bugünün dünyasında devrimciliğin, sosyalistliğin bu kadar ağır ve sinsi saldırılar altında olduğu bir dönemde, onun 38 yıllık devrimci yaşamı açısından en başta vurgulamamız gereken, onun devrimcilik anlayışı ve devrimci yaşam tarzıdır.
dursun karataş, her anında devrim için yaşamaktır! onun şahsında, onun devrimci yaşamı önünde, devrimcilik yeniden tanimlanmalidir. önderimiz nezdinde somutlanan devrimcilik anlayışı, devrimcilik ve sosyalistlik anlamında bir iddiası olan herkes için, kendi devrimciliğinin muhasebesini yapabileceği tarihsel bir ölçü ve eşsiz bir örnek sunmaktadır.
38 yıldır bu kavganın içinde ve önündeydi. bu 38 yıl, dünyamızın alt üst oluşlar yaşadığı, türkiye devriminin sayısız badireler atlattığı, ateş çemberlerinden geçtiği, büyük bedellerin ödendiği yıllardır. o bütün bu dönemler boyunca hep ateş hattındadır, her tarihsel dönüm noktasına damgasını vuran öngörülerin ve politikaların sahibidir. önderimiz, devrime inanç ve bağlılığını, yaşamında, teorisinde, politikalarında somutlamasıyla, marksizm-leninizmi savunmaktaki bilimsel ısrarı ve kararlılığıyla, düşman karşısında başeğmezliğiyle, kendine, ideolojisine, halkına duyduğu sarsılmaz güveniyle, 24 saatini, kelimenin gerçek anlamıyla devrime adamasıyla, her tarihsel dönüm noktasında ortaya koyduğu güçlü iradesiyle, tüm devrimciler için, tüm dünya devrimcileri için örnek alınması gereken bir yaşamın sahibidir. ona önderlik sıfatını kazandıran da bütün bu özellikleridir. onun şahsında devrimcilik yeniden tanımlanmalıdır derken, işte bu yaşamı koyuyoruz önümüze.
düşünün ki, 38 yıllık yaşamının tek bir anında bile düzeniçi bir yaşamı, statükosu olmamıştır. yasal, legal hiçbir yaşamı olmamıştır. yurtdışında yaşamak zorunda kaldığı yıllar boyunca da tek bir gün, tek bir saat dahi, legal, yasal, ya da icazet altında bir yaşamı olmamıştır. hastalığının tedavisi de bu koşullarda, tek bir yasal kimliği olmaksızın sürdürülmüştür. geçmişin cazip şöhretleri, tek meziyetleri “eski”likleri olan “önderleri”gibi, hiçbir zaman düzen içinde bir yer edinmedi kendine. yaşamı boyunca düzenden hiçbir beklentisi olmadı. bir adresi ve halkından başka bir sığınağı olmadı onun. oligarşi onun hakkında sayısız spekülasyonlar üretirken, kontrgerillanın psikolojik savaşının zehir saçan okları her zaman ona yöneltilmişken, o, iradesi, inanç ve coşkusuyla, hiç eksilmeyen devrim heyecanıyla hep görevlerinin başındaydı. devrimci yaşamı boyunca reformist tek bir eğilim, devrimci stratejiden tek bir sapma göstermedi.
teslim olmuşların, yılgınların, yenilmişlerin hala ortada “önder” olarak gezebildiği bir ülkede, önderimizin yaşamı devrimci liderliğin ne olduğunu da anlatıyor herkese.
onu tek bir özelliğiyle anlatmak ve tanımlamak, veya önderlik misyonunu sadece teorik, politik veya askeri boyutla sınırlandırmak, onu eksik anlatmaktır. mahirler’in soyundandı o. stratejisi de, çalışma tarzı da, yaşamı ve liderlik anlayışı da, marksist-leninist bakış açısından süzülüp gelmişti. masa başında ahkam kesip, sosyalistlik taslayıp, düzen içinde yaşayanların tarzı, ondan fersah fersah uzaktı. yaşamının hiçbir döneminde bir “masa başı” devrimcisi olmadı. yaşamının hiçbir döneminde halkından kopmadı. hayatı ve mücadeleyi tüm yönleriyle kavrayan bir önder oldu.
o, komutan’dır. o, halk önderi’dir. militan ve savaşçı’dır. o, politika üreten’dir...
komutanlığı, halk önderliği, militanlığı ilmek ilmek örülmüştür yıllar boyunca. lise yıllarından itibaren anti-faşist mücadelede ön saflarda tanıdı onu yoldaşları. sonra onu tüm istanbul gençliği tanımaya başladı; üniversitelerde, yurtlarda, faşist işgallerin kırılmasında, gençliğin anti-faşist, anti-emperyalist eylemlerinde, akademik mücadelesinde hem bir militan, hem bir yönetici olarak vardı artık. aynı dönemde gecekondu mahallelerindeki halk toplantılarında, yıkımlara karşı direnişlerde halkın diğer kesimleri de tanıdı onu. yeni bir devrimci hareketi kurma cüreti ve iradesiyle tüm türkiye solu’nun tanıdığı bir önder oldu. herkes onu bu döneminde “partiyi kuracağız, devrimi gerçekleştireceğiz, hiçbir güç bize engel olamayacak” diyen iradenin sahibi olarak gördü.
12 eylül cuntasının zulmü karşısında teslimiyetin, boyun eğmenin, statükoculuğun teorileri yapılırken, o, “cunta 45 milyon halkı teslim alamayacak” cümlesinde özetlediği direniş çizgisinin ve bu yıllar boyunca direniş destanları yazılmasının önderliğini üstlendi. tarihimize bir onur sayfası olarak geçen 1984 ölüm orucunun önderi, kurmayı olduğu kadar, 75 gün süren açlığın koynunda ölüme yürüyüşün savaşçılarından biri oldu. o, önderliğin gerektiğinde ölümün üzerine de en önde yürümek olduğunu tarihe yazanlardandı.
sosyalizmi inkarın, devrimden vazgeçmenin, legal particiliğin revaçta olduğu yıllarda “dünyayı bir kez de türkiye’den sarsacağız” haykırışına sesini verendir. sosyalist sistemin yıkıldığı, emperyalizmin zaferini ilan ettiği yıllarda, sosyalizm bayrağını daha yükseklere kaldırmanın, tüm karamsarlıklara, yılgınlıklara, inançsızlıklara “sosyalizmin sorunlarının çözümü sosyalizmdedir” diyen bilimsellikle set çekendir. bayrağımızı onurla yükseklerde dalgalandıranlar, seslerini ve sözlerini ondan aldılar.
direnmek, sorun çözmek ve savaşmak; denilebilir ki, bütün yaşamı bunlarla doludur. önderimiz, dünya ve ülkemiz solunda sadece “ileri kadroların” yapabileceği bir eylem türü olarak görülen ölüm oruçlarını ve daha genel anlamda kahramanlıkları kitleselleştiren yolu açandır. en sıradan olanın en büyük kahramanlıklara aday olmasını mümkün kılandır. sıradan, sade ve fakat istekli; onun kadrosunda öncelikle bunlar olmalıydı. istek varsa, gerisi halledilebilirdi. ve öyle de olmuştur.
önderimizin, tüm kadrolara, savaşçılara, taraftarlarımıza kazandırmaya çalıştığı inancın içeriği ve tanımı nettir. onun tanımıyla, inanç, bilgi ve gerçeğin birleştiği bir duygu yoğunluğudur. bu inanç, soyut ve ajitatif değildir. yüzeysel değildir. dönemsel hiç değildir. bu inanç, her insanımızın kendini devrime adamasını ve devrim için gerekeni yapma gücünü kendinde bulabilmesini sağlayan bir inançtır. devrimin, devrimci eylemin, direniş destanlarının “süper insanların” değil, inanmış insanların işi olduğunu vurguladı her zaman. herkes “ben bunu yapabilirim” diyebilmeliydi. o, insanlarımızda işte bu inancı ve güveni yaratmıştır. faşizmin kuşattığı üslerinde teslim olmayı reddederek “asıl siz teslim olun” diyen, kurşun yağmurları altında tilililerle direnen, inançlarını duvarlara kanlarıyla yazan kadro ve savaşçıları yaratmıştır. zulmü durdurabilmek için bedenlerini tutuşturan direnişçileri yaratmıştır. bu kararlılık, bu coşku, bu irade, bu cüret ve bu fedakarlık, onun önderliğiyle şekillendi. her biri devrim tarihimizin destanları olan bu direnişlerin orta yerinde hep aynı slogan duyuldu: “yaşasın önderimiz dursun karataş!”
kardeşler, yoldaşlar, halkımız! onun adı bu ülkenin semalarında, bu topraklarda boy verecek tüm isyanlarda, her devrimcinin yüreğinde yankılanmaya devam edecek.
dursun karataş, devrim için yaşanmış bir hayatın adıdır
dursun karataş yoldaşımız, 25 mart 1952’de elazığ’ın kürdemlik (cevizdere) köyünde doğdu. ailesi, emekçi bir kürt ailesiydi. devrimci düşünceye 1970 öncesinde sempati duymaya başladı. lise yıllarında birçoğu daha sonra devrimci sol içerisinde yer alacak olan bir gruptular.
1970’de istanbul üniversitesi orman fakültesi’ni kazanarak istanbul’a geldi. bu yıllar, türkiye devriminin yolunun çizildiği, revizyonist, reformist geleneklerin aşıldığı, statükoların kırıldığı, yeni saflaşmaların yaşandığı yıllardır. işte bu saflaşmada yoldaşımız da yerini mahirler’in ihtilalci çizgisinden yana belirledi. artık bir thkp-c sempatizanıdır.
30 mart 1972’de kızıldere’de mahirler’in fiziken yok edilmesinin ardından, mahirler’i, thkp-c’yi savunup sahiplenen büyük bir gençlik potansiyeli çıktı ortaya. thkp-c çizgisini savunan bir dev-genç militanı olarak dursun karataş yoldaşımız da, gerek istanbul’da, gerekse de elazığ’da bu sahiplenme tavrının geliştirilmesinde aktif bir rol oynuyordu.
yoldaşımız ilk kez 1974’te, elazığ’da, oligarşik diktatörlüğün kıbrıs’ı işgalini protesto etmek için duvarlara “bağımsız kıbrıs” sloganını yazarken gözaltına alındı. daha sonra devrimci sol merkez komitesi’nde yeralacak olan niyazi aydın’la birlikteydiler bu eylemde. onu sonraki devrimci gelişimi içinde kah bir okulun önünde kitlenin güvenliğini alırken, kah kocamustafapaşa barikatlarında dövüşürken görecekti yoldaşları. ve bunların gösterdiği gibi, onun önderliği hayatın içinde adım adım kazanılmış bir önderliktir. hep söylendiği gibi, önderler atanmazlar önderlik kazanılır. bu sıfata sahip olmak, hayatın içinde yüzlerce düşünceyi, davranış biçimini sabır ve kararlılıkla geliştirip, ortaya tarih yazan bir devrimci çıkarmaktır. yoldaşımızın yaptığı gibi...
istanbul öğrenci gençliğinin akademik demokratik mücadelesini ve anti-faşist, anti-emperyalist tavrını örgütlü bir güce dönüştürecek olan iyökd’ün (istanbul yüksek öğrenim kültür derneği’nin) kuruluş ve mücadele süreci, aynı zamanda dursun karataş yoldaşımızın istanbul devrimci gençliğinin önderi konumuna yükselmesi sürecidir. yönetici özelliği ve militan yapısıyla hem güven duyulan, hem önerilerine, düşüncelerine kulak verilen bir isimdir artık. “dayı” diye anılmaya başlanması da bu sürece denk gelir. gerek iyökd’de, gerekse de kaldığı elazığ yurdunda bir çok yeğeni vardır ve onlar doğal olarak dayı demektedirler yoldaşımıza. ama bu hitap giderek yaygınlaşır ve onun adının önüne geçer. dayı kelimesi, artık onun nezdinde bir hısımlık değil, kelime anlamının ötesinde yoldaşlığı, ona duyulan saygıyı, güveni ifade eden bir sıfata dönüşecektir. dayı, her koşulda sırtını yaslayabileceğin, her koşulda güvenebileceğin ve gösterdiği hedefe gözü kapalı gidebileceğin bir simge isimdir artık.
thkp-c’nin bir geleceğinin olup olmayacağı, tarihin o günkü sorusudur:
cevap dursun karataş’tır!
thkp-c’yi büyük bir içtenlikle sahiplenen dev-gençlilerin gelişen mücadelesi, yeni örgütlenmeleri gerektirmektedir. dursun karataş yoldaşımızın önderliğinde şekillenen kurtuluş grubu, o gün bu ihtiyaca cevap vermeye yönelik atılan adımlardan biridir. karataş, bu grubun oluşumundan itibaren, istanbul’da sadece gençlik içinde değil, hayatın her alanında yürütülen anti-faşist mücadelenin önderi konumuna yükseldi. dev-gençliler artık hayatın her alanında grevlerde, gecekondu direnişlerinde, memurların, yer yer köylülerin eylemlerinde aktif olarak yer alıp bu mücadeleyi yönlendirmeye çalışırken, yoldaşımız, tüm bu eylemlerin, faaliyetlerin örgütleyicisi, önderi, bizzat pratikte uygulayıcısı olarak giderek yetkinleşmeye, olgunlaşmaya, siyaset ve yönetme sanatını öğrenmeye başladı.
ülkenin dört bir yanında mücadele eden dev-gençlilerin, thkp-c potansiyelinin birleşmesi, tüm militanların ortak arzusuydu. mücadelenin ihtiyaçları da böyle bir örgütlenmeyi gerektiriyordu. işte bu çerçevede 1977’de dursun karataş ve beraberindeki yoldaşlarının da içinde yeralmasıyla devrimci yol oluşturuldu. devrimci yol bildirgesi etrafında birleşilirken amaç, thkp-c çizgisi doğrultusunda ideolojik netliğin sağlanması ve partinin yaratılmasıydı. ancak devrimci yol, bu hedeflerin platformu olamadı. çünkü bu yapı içindeki ankara hizbi, thkp-c’ye sahip çıkıyor görünürken, pratikte buna uygun örgütlenmelere yönelmiyor, kadrolara kendi sağcı anlayışlarını empoze ederek partiyi değil fakat kendi hizip örgütlenmelerini gerçekleştiriyordu. bu süreçte, dursun karataş tarafından ankara hizbi yöneticilerine gerek çeşitli yazılarına, gerekse de pratiklerine yönelik yapılan eleştiriler, çoğunlukla geçiştirildi, sürecin tartışılması yerine dursun karataş nezdinde istanbul’daki militan devrimci örgütlenmeyi tasfiye hesapları yapıldı. thkp-c ideolojisinin ve devrimci örgütlenmenin tasfiyesine izin verilemezdi. tasfiyeciler, tasfiye edilmeliydi. işte o anda yoldaşımız dursun karataş’ın aldığı karar, ülkemiz devrim tarihinin en önemli kararlarından biri olurken, onun, onyıllar boyu türkiye devrimine damgasını vuran tarihsel rolünü de belirlemiş oluyordu. thkp-c ideolojisinin sürdürülmesi ve partinin yeniden yaratılması görevi artık başkalarına bırakılamazdı. dursun karataş yoldaşımız, işte o tarihsel kesitte, bu ağır yükü omuzladı.
onun belirleyici inisiyatifi ve önderliğiyle, thkp-c’yi savunan kadrolar, 1978’de devrimci yol tasfiyeciliğini mahkum ederek devrimci sol’u kurdular.
artık ülkemiz sınıflar mücadelesinde yeni bir siyasi hareket vardı.
bu siyasi hareket, devrim mücadelesini thkp-c çizgisinde geliştirerek, önüne partiyi yaratma hedefini koyarak, anti-faşist anti-emperyalist mücadelede kızıldere manifestosunun yolunu izleyerek, yeni gelenekler yaratacak, kısa sürede dosta da düşmana da kendini kabul ettirecekti.
türkiye devrim tarihinde, kısa sürede bu kadar hızlı bir gelişim sağlamış, kendi ayakları üzerinde durarak böylesine kökleşmiş ve kalıcılaşmış bir başka “ayrılık” yoktur. dursun karataş yoldaşımızın önderliği, bu devrimci ayrılığı gerçekleştirecek cüretinde, siyasi kavrayışı ve öngörüsünde, yeni bir hareketi örgütlemekteki ustalığındadır. onun önderliğini, kazanılmış bir önderlik yapan belirleyici süreçlerden biri de budur.
dursun karataş olmak, bir hareketi “umudun adı” haline getirebilmektir.
devrimci sol’un siyasi arenaya çıktığı 1978 yılı, resmi ve sivil faşist terörün alabildiğine boyutlandığı bir dönemdi. devrimci sol’un kuruluşundan kısa bir süre sonra da sıkıyönetim ilan edilecek ve hareket, örgütlenmesini bu koşullar altında gerçekleştirmek zorunda kalacaktı. işte bu zorlu koşullarda, onun önderliğinde revizyonizmle, oportünizmle, thkp-c çizgisindeki sağ ve sol sapmalarla araya kalın çizgiler konuldu. ki yoldaşımızın, dayımızın en önemli özelliklerinden biridir bu. yaşamı boyunca, ayrım çizgileri hep net ve kalın olmuştur. onda hiçbir konuda muğlaklık yoktur. devrimci çizgiyi belirsizleştiren her düşüncenin, her pratiğin düşmanı olmuştur.
faşist teröre karşı onun önderliğinde şekillenen militan devrimci çizgi de bunun bir ifadesiydi. revizyonizmin, oportünizmin faşist teröre karşı pasifizmi örgütlediği, provokasyon teorileriyle şehirlerin, alanların faşist teröre teslim edildiği koşullarda, devrimci sol, misilleme eylemleri, hesap soran ve faşist terörü caydırmayı hedefleyen militan bir çizgiyle anti-faşist mücadelenin önderi konumuna yükseliyor, resmi devlet terörü karşısında da, doğrudan devlet kurumlarına yönelik eylem çizgisiyle solda yeni bir anlayışı geliştiriyordu. devrimci sol pratiğinin en temel özelliği olarak öne çıkan bu cüret, kuşku yok ki, herşeyden ve herkesten önce önderliğimizin siyasi cüretiydi. onun önderliğindeki devrimci sol ve dhkp-c, tüm tarihsel süreçlerde cüretiyle anılmıştır. cüret, devrim ve iktidar iddiamızdan ayrı değildi ve önder yoldaşımız, tüm yaşamı boyunca, kadroları bu iddiayla donatmaya çalıştı.
yaklaşık iki yıl gibi kısa bir süreçte devrimci sol, ülkemizin sayılı siyasi hareketlerinden biri haline gelip kitleler nezdinde bir umut yaratmaya, pratiğiyle sola yön vermeye başlarken, ülkemiz 12 eylül 1980 faşist darbesiyle yeni bir sürece girdi.
herkes ve herşey, bir kez daha sınanacaktı. tarih, teorileri, stratejileri ve liderleri, önderleri sınavdan geçirecekti bir kez daha. kimileri ricat kararı alıp, kimileri de mülteciliği seçerek mücadele alanını terkederken, devrimci sol, cuntaya karşı direniş kararı aldı. “amerikancı faşist cunta 45 milyon halkı teslim alamaz” başlıklı bildiri, cunta karşısındaki direniş kararlılığımızın somut ve güçlü bir ifadesiydi. bu tarihsel bildiri önder yoldaşımızın kaleminden çıkmıştı ve bu bildirideki kararlılık, cunta yılları boyunca devrimci sol kadrolarının, militanlarının halka karşı sorumluluk ve direniş manifestosu olacaktı.
önder yoldaşımız, cuntaya karşı savaşın daha ilk döneminde tutsak düştü. dışarıda mücadele, onun şekillendirdiği anlayış temelinde sürdürülürken, o artık mücadelenin yeni bir cephesindeydi. ve hapishaneler cephesinde de, 12 eylül cuntasına karşı direniş politikalarının oluşturulmasında, direnişlerin fiilen örgütlenmesinde önderlik misyonunu sürdürdü. türkiye hapishaneleri onun önderliğinde başeğmez bir direniş pratiğine, büyük kahramanlıklara tanık oldu. bir çok siyasi hareketin anlı şanlı yöneticileri, tüm teorik birikimlerini(!), direnmemenin teorisini yapmak için kullanırken, o yoldaşlarıyla birlikte direnişin teorisini ve pratiğini geliştiriyordu. 1984’te tek tip elbise dayatmasına karşı başlatılan ölüm orucu, bu direnişin doruk noktalarından biridir ve o dorukta, yine önder yoldaşımız vardır. açıklanan ilk ölüm orucu ekibinde, yani savaşın en ön mevzisinde yoldaşlarıyla ölüme yatanların içindedir. 75 gün süren ölüm orucunun sonunda, üç devrimci sol kadrosu (ve tikb’den bir siper yoldaşımız) şehit verilmiş, dayı ve diğer direnişçiler bir deri bir kemik kalmış ve fakat tarihe, türkiye devrimi için ilklerden biri olan bir direniş yazılmıştır.
bir hareketi umudun adı haline getiren destan, onun önderliğinde sayfa sayfa büyüyordu işte.
yoldaşımız dursun karataş’ın önderlik tarihi, onun “ilk”lerin öğretmeni, komutanı olduğunu gösterir bize. faşist teröre karşı silahlı mücadele ekipleri’nden silahlı devrimci birlikler’e, ölüm oruçlarından oligarşinin kürsülerindeki savunma’ya, kuşatılan üslerdeki “teslim olmama” geleneğine uzanan tarihte, ilk’lerin politik ve fiili önderidir.
15 mart 1982’de başlayan 1453 devrimcinin yargılandığı devrimci sol ana davası da bu ilklerden biridir ve tarihseldir. yoldaşımızın bu mahkemede tüm oligarşik düzeni itham eden görüntüleri, bu davanın siyasal özeti olarak tarihi bir simge gibidir ve o simge, kolektif bir çalışmanın ürünü olan ve onun da her satırına emeğini kattığı “hakliyiz kazanacağiz” başlıklı savunmayla bütünleşmiştir. o, 1753 sayfalık haklıyız kazanacağız başlıklı savunmayla kürsüye çıktığında, herkes o anın tarihsel bir an olduğunun farkındaydı. orada, türkiye devriminin yolu bir kez daha açıklandı, devrim iddiası halkımız ve tarih önünde pekiştirildi. iddianın ve kararlılığın altındaki ilk imza, onundu.
önder yoldaşımız, 1989 ekiminde bir özgürlük eylemiyle tutsaklığına son verdi ve sıcak mücadele içinde yeniden görevlerinin başına geçti. dayı, devrimci sol davası’nda okunmak üzere bir dilekçe bırakmıştı hapishaneden giderken, şöyle diyordu orada: “özgürlük kimseye bahşedilmez, kazanılır. biz özgürlüğü kazanma savaşının içinde olacağız.” firarın hemen ardından oligarşi “vur” emirleri çıkardı hakkında. fakat o vur emirleriyle aranırken, ülkede yeni bir atılım sürecinin hazırlıklarıyla meşguldü.
şehitlikler ve ihanetler arasında ilk hedefimize -partiye- ulaşırken,
kılavuzumuz oydu yine
yoldaşımızın hareketimize fiilen önderlik yapmaya başlamasıyla “yolun neresindeyiz?” sorusuna cevap bulmak üzere değerlendirmeler yapıldı, yeni kararlar alındı ve onun önderliğinde, tarihimize “atılım süreci” olarak geçen süreç başlatıldı. “daha hızlı koşmalıyız” şiarıyla başlatılan bu sürecin, dünya ölçeğinde politik bir önemi ve etkisi oldu; ülkemizde yayılan reformizme, derinleşen legalizm bataklığına karşın silahlı mücadele yükseltiliyor, tüm dünyada karşı-devrim rüzgarları eserken sosyalizm bayrağı daha yukarı kaldırılıyordu. emperyalizmin estirdiği karşı-devrim rüzgarı, işbirlikçi faşist diktatörlüklerle uzlaşma modası, karşısında türkiye marksist-leninist hareketini buldu. o hareketin önderinin adı, dursun karataş’tı. o, emperyalizme karşı dünya çapında önemi olan bu ideolojik direnişin ve devrimde ısrarın temsilcisi olarak bu dönemden itibaren emperyalizmin ve oligarşinin daha fazla hedefi haline gelecekti.
silahlı mücadeleyi yükselttiğimiz ve yaygınlaştırdığımız, halkın adalet özlemlerine cevap olduğumuz yaklaşık 2,5 yıllık bir süreçte hareketimiz, “partinin arifesindeyiz” diyebileceği bir noktaya geldi.
bu süreçte büyük bedeller de ödedik. 12 temmuz 1991 ve 16-17 nisan 1992’de gelişen operasyonlarda niyazi aydın, sinan kukul, ve önderimizin eşi sabahat karataş gibi merkez komite üyelerimizi şehit verdik. bunlar büyük kayıplardı bizim için. bu operasyonlarda kendisi de tehlikelerle yüzyüze kalan önder yoldaşımız, görevlerini kararlılıkla sürdürerek, katliamlar sonrasında oluşabilecek her türlü olumsuzluğun karşısına çıkarak, kadro ve savaşçılarımıza savaş gerçeğini yeniden kavratarak, hareketimizi daha güçlü bir şekilde ayağa kaldırmayı bildi.
hareketimiz onun önderliğinde gelişimini sürdürürken, 13 eylül 1992’de, yurtdışındaki merkezi üssümüzde, darbeci bir ihanet çetesi, önderimize alçakça saldırıp, onu tutsak ettiler.
tarih bir kez daha sınıyordu onu. ve o bir kez daha önderlik vasfını gösterecek, iradesiyle, öngörüleriyle bu ihanetin aşılmasını, hareketimizin devrim yürüyüşüne kaldığı yerden devam edebilmesini sağlayacaktı. alçaklık, çürümüş aktörleriyle birlikte tarihin çöplüğüne atılırken, o, hiçbir darbenin teslim alamadığı ve kirletemediği bir devrimci önderlik olarak tarihsel yerini, misyonunu pekiştiriyordu. önderlik, artık daha güçlü, önderlik bilinci daha açıktı.
hareketimizde ağır tahribatlar yaratan darbe ihaneti onun önderliğinde altedilip, hemen her şey yeniden yaratılarak, yürüyüşümüz sürdürüldü. onun güçlü iradesi, şaşmaz öngörüsü ve isabetli politik kararları, işte bu süreçte önümüze partileşme görevini koydu.
bu görevi yerine getirmek için, hareketimizin önder kadrolarının katılımıyla, 30 mart 1994’te devrimci halk kurtuluş partisi kuruluş kongresi toplandı. devrimci sol, kongrede devrim yürüyüşünü devrimci halk kurtuluş partisi (dhkp) olarak sürdürme kararı aldı ve yoldaşımız dursun karataş, dhkp genel sekreteri olarak seçildi. şehitlikler ve ihanetler arasında bizi ilk hedefimize, partiye ulaştıran önderimiz olarak bu görev, bu onur tartışmasız olarak onundu elbette. yoldaşımız 14 yıldır bu görevdeydi ve son anına kadar da bu görevini sürdürdü.
önderimizi de şehitler kervanına kattık;
onun adı artık bizim andımız, mirasımız, bayrağımızdır.
komutanımız, önderimiz, dayımız, oligarşinin mahkemelerindeki konuşmalarından birinde şöyle diyordu: “bu savaş sınıflar savaşıdır. düşman sınıflar altedilinceye kadar sürecektir. bu amaçla savaşan devrimci solun bir savaşçısı olmaktan şeref duyuyorum .... çünkü devrimci sol ülkenin geleceği ve halklarımızın kurtuluş bayrağıdır.”
bu bayrağın adı, umudun adı, 1994’ten itibaren dhkp-c oldu. umudun adı, önder yoldaşımızla özdeşleşti. savaşımız, önder yoldaşımızın dört kelimede özetlediği gibi, düşman sınıflar altedilinceye kadar sürecek.
partimizin kuruluşundan bu yana, oligarşik diktatörlüğü sarsan eylemlerde, 1996 ve 2000-2007 ölüm orucu direnişlerinde, yoksul gecekondu halkının örgütlenmesinde ve mücadelelerinde, işçinin, köylünün, memurun mücadelesinde, gerillanın ülkemizin dağlarında attığı her adımda, onun emeği, inancı, coşkusu vardı. çünkü o hayatın hep içindeydi. o, hayatı her yanıyla örgütleyendi. onun için küçük büyük sorun ayrımı yoktu. devrime dair her şey, küçük ya da büyük, onun ilgi alanındaydı.
kitle mücadeleleri ilerleyebilir veya gerileyebilir, hareket şu ya da bu alanda darbeler alabilir; ama önder yoldaşımızın umudu ve inancı hiç eksilmez. hep daha fazlasını yapabileceğimize inanmış, onu teşvik etmiştir. bu inancının sonucundadır ki, bir çok kişinin, olmaz, yapılamaz diye düşündüğü şeyler, onun iradi müdahaleleriyle olabilir, yapılabilir hale gelmiştir. büyük direnişleri yaratmıştır bu inanç. ve büyük kahramanları ortaya çıkartmıştır. ülkemiz ve dünyanın yakın tarihinin en büyük ve sarsıcı direnişi olan 2000-2007 büyük direnişini göz önüne getirmek yeter bunu görmek için. alnına kızıl bantlarını bağlayıp and içen direnişçilerin son sözü ve bedenlerini tutuşturup ateş çemberine giren feda savaşçılarının ilk sözü hep aynıdır: “yaşasın önderimiz dursun karataş!”.
önderimiz hep yaşayacak!
onu katletmek için onyıllarca yanıp tutuştu emperyalizm ve oligarşi. katledemediler.
şimdi ölmesine de bir saniye olsun sevinemeyecekler.
düşmanımızı sevindirmeyecek, dostlarımızı, halkımızı üzmeyeceğiz.
halkımız!
bir oğlunuzu kaybettiniz, hiçbir koşulda teslim alınamayan yiğit bir komutanınızı, 38 yıldır her koşulda umudunuzu diri tutan, çözümler sunan bir öğretmeninizi kaybettiniz. biz, devrimci halk kurtuluş partisi ve cephesi’nin onun yetiştirdiği kadroları, savaşçıları, taraftarları olarak huzurunuzda söz veriyoruz ki, oğlunuzun, komutanınızın, öğretmeninizin kaybını hissettirmeyeceğiz size. onun gösterdiği yolda, kavgamızı zafere kadar sürdüreceğiz. onun, uğruna hayatını verdiği hedeflerinden biri halkın devrimci iktidarı’ydı. temelleri, bizzat onun tarafından atılan halkın iktidarı bu topraklarda er geç kurulacak. bunu birlikte başaracağız.
yoldaşlar!
dayımız artık başımızda değil; o artık elimizde bayrağımızdır. o bizden şimdi, büyük bir metanet göstermemizi, büyük bir irade gücüyle devrimi ve örgütü daha çok sahiplenmemizi istiyor. son günlerine kadar görevlerinin başında olması, bize bıraktığı en son vasiyetidir; tüm parti-cephe kadroları olarak, onun bıraktığı boşluğu doldurabilmek için, tek bir anımızı boşa geçirmeden devrimi ve örgütü sahiplenmeli, devrimin görevlerini daha büyük bir azim ve coşkuyla omuzlamalıyız. bu önderimizin son isteği, önderini şehit vermiş bir devrimin kadrolardan ilk beklediğidir.
türkiye ve dünya halkları!
devrime onsuz, ama onunla yürüyeceğiz!
dayımızı kaybettik. acımız ve kaybımız büyük. inancımız, kararlılığımız ve bugün üstlendiğimiz sorumluluk, acımızdan da büyük. onun 1970’ler türkiyesinde yükselen thkp-c’yi yaşatacak, partiyi yeniden yaratacak ve devrime yürüyeceğiz diyen sesi, geleceği müjdeleyen bir sesti. müjdeyi aldık, onu izledik. onun cuntalar, darbeler karşısındaki “cunta 45 milyon halkı yenemeyecek” diyen sesi, yenilmezliğimizin ilanıydı. yenilmezliğimiz tarih önünde kanıtlandı. revizyonist yönetimler bir bir yıkılırken, “sosyalizmin sorunlarının çözümü sosyalizmdedir” diyen sesi, tarihsel akışın şaşmaz doğrultusuna işaret ediyordu. o doğrultuda yürümeye devam edeceğiz. onsuz ama onunla yürüyeceğiz. susturulamayan ve dalga dalga yayılmaya devam eden onun sesidir. onun sesiyle konuşmaya devam edeceğiz. onun her koşulda sağlam ve kararlı olmasını bilen adımlarıyla adımlayacağız bu yolu. ve er geç, onun elleriyle oligarşinin burçlarına bayrağımızı dikeceğiz.
dursun karataş ölümsüzdür!
komutanimiz, önderimiz, dayimiz,
devrimimizin kilavuzu,
yolumuzu aydinlatmaya devam edecek!
devrimci halk kurtuluş partisi"
"komutanimiz
önderimiz
dayimizi yitirdik
*öğrettikleri ile savaşımızı büyüterek onu selamlamayı sürdüreceğiz!
*onun devrimci yaşamı nezdinde devrimcilik yeniden tanımlanacak!
türkiye ve dünya halklarının başı sağolsun. bir büyük devrimciyi yitirdik.
acımız tarifsiz, kaybımız büyük; komutanımız, önderimiz, partimizin genel sekreteri dursun karataş yoldaşımız, 11 ağustos sabaha karşı 05.00’te şehit düştü. 38 yıldır devrim için çarpan, dünya halklarının kurtuluşuna, vatanımızın bağımsız, halkımızın özgür olmasına adanmış bir yürek durdu. son nefesini yoldaşlarının kolları arasında, dünya halklarına ve kendi halkına karşı görevini yerine getirmiş bir önderin huzuruyla verdi.
yoldaşlar!
karanlıkta ışığımız, engebeli, dolambaçlı ve sarp yollarda pusulamız, devrim yürüyüşümüzün usta kurmayı, düşeni elinden tutup kaldıran, daha hızlı koşmayı öğreten, öğütleri, talimatları ve politikalarıyla hep yanımızda olan dayımızı yitirdik.
bu yorgun, acılarla, alçaklıklarla dolu ihtiyar dünyaya, 38 yıldır güzellikler resmeden ustayı, türkiye devriminin kılavuzunu yitirdik.
bir kılavuzdu dayımız. faşizmin karanlıklarında yolumuzu kaybetmeden, karşı-devrim fırtınalarında savrulmadan, emperyalizmin bataklıklarında boğulmadan, kuşatmalarda yok olmadan bugünlere geldiysek, bunu en başta onun kılavuzluğuna borçluyuz.
önderimiz, yirminci yüzyılın sonlarında artık çok sık rastlanmayan tarih yazdıran iradelerden biriydi. kızıldere’den bu yana devrim tarihini yazıyoruz. tarih, hareketimize özel bir yer ayırdı sayfalarında. bu sayfaların her birinde, onun usta ellerinin imzası, günün 24 saatinde devrim için işleyen beyninin damgası vardır. tarihe görkemli destanlar armağan eden, ihanetleri ezip geçen, kuşatmaları yaran, tüm dünyaya sosyalizmin yenilmezliğini kanıtlayan, emperyalizmin amansız saldırıları karşısında dahi anti-emperyalist mücadelenin ve enternasyonalizmin bayrağını taşıyan bir hareket olduk onunla.
onu ölümsüzlüğe uğurluyoruz şimdi. hayır, biz ona, tarihsel, siyasal, sosyal temeli olmaksızın bir ölümsüzlük atfediyor değiliz. o, 38 yıllık yaşamı boyunca adım adım ördü ölümsüzlüğünü. geride bizlere bıraktığı herşey, onun ölümsüzlüğünün kanıtıdır. en başta ve tek başına, yaratılmasına kanını, canını, beynini, yüreğini koyduğu partimiz ve cephemiz, onun ölümsüzlüğünün anıtıdır. her satırıyla, her adımıyla bize bıraktığı teorik ve pratik miras, onun ölümsüzlüğüdür.
onsuz zor olacak biliyoruz. önümüze çıkan sorunları aşarken onun verdiği güç ve iradeden yoksun kalacağız. fakat onun yol göstericiliğinden hiç mahrum olmayacağız. politikalarıyla, yaşamıyla örneğimiz, önderimiz, kılavuzumuz olacaktır yine. bundan böyle de onunla sürdüreceğiz yürüyüşümüzü. 38 yıl boyunca yarattığı tüm değerlerle hep yanıbaşımızda olmaya devam edecek.
halkımız, yoldaşlarımız!
önderimiz 10 yıldır kanser tedavisi görüyordu. bu savaşında da her zaman olduğu gibi güçlü ve iradiydi. hastalığı bir günde ortaya çıkmadı elbette. ağır işkencelerin, uzun tutsaklık yıllarının, onlarca kez girilen açlık grevlerinin, ölüm oruçlarında geçirilen tüberkülozların, sürgün yıllarındaki zorlukların; kısacası, faşizmin ve emperyalizmin baskı ve kuşatması altında geçirilen 38 yılın sonucuydu sağlığını kaybetmesi. tedavisi için gereken herşey yapıldı; fakat bilimin ve doğanın sınırları vardı. o sınırlarda kaybettik onu. tek bir gün bile, görevlerinden geri kalmadı bu yıllar boyunca. son 6 güne kadar da görevinin başındaydı. kendi ölümü dahil, her şeyi planladı.
kadrolarımız, taraftarlarımız ve halkımız emin olabilir ki; örgütümüz, tüm yönetim mekanizmalarıyla görevinin başındadır ve onun öğrettikleri ile savaşmaya devam edecektir. onun yaşamı, bağımsız, demokratik, sosyalist türkiye’ye adanmış bir yaşamdır. 38 yılı devrime verilmiş bu yaşamın her saatini, her saniyesini belirleyen bu adanmışlık olmuştur. bu adanmışlık, bu dava adamlığı, bize her zaman hedefimizi hatırlatan bir miras olarak önümüzde duracak. bağımsız, demokratik sosyalist türkiye hedefinden hiç sapmadan devrim yürüyüşümüze devam edeceğiz.
onun devrimci yaşamı nezdinde devrimcilik yeniden tanımlanacaktır!
önderimizi anlatmak, devrimci hareketin tarihini anlatmaktır. çünkü hareketimizin tarihinin her anında, her aşamasında o vardır. cüret, iddia ve iradeyle, tarihsel adımlarla, ilklerle, devrimin ufkunu genişleten politikalar ve eylemlerle dolu bu tarihi anlatmak, önderimize ve türkiye halkına borcumuzdur. fakat, bugünün dünyasında devrimciliğin, sosyalistliğin bu kadar ağır ve sinsi saldırılar altında olduğu bir dönemde, onun 38 yıllık devrimci yaşamı açısından en başta vurgulamamız gereken, onun devrimcilik anlayışı ve devrimci yaşam tarzıdır.
dursun karataş, her anında devrim için yaşamaktır! onun şahsında, onun devrimci yaşamı önünde, devrimcilik yeniden tanimlanmalidir. önderimiz nezdinde somutlanan devrimcilik anlayışı, devrimcilik ve sosyalistlik anlamında bir iddiası olan herkes için, kendi devrimciliğinin muhasebesini yapabileceği tarihsel bir ölçü ve eşsiz bir örnek sunmaktadır.
38 yıldır bu kavganın içinde ve önündeydi. bu 38 yıl, dünyamızın alt üst oluşlar yaşadığı, türkiye devriminin sayısız badireler atlattığı, ateş çemberlerinden geçtiği, büyük bedellerin ödendiği yıllardır. o bütün bu dönemler boyunca hep ateş hattındadır, her tarihsel dönüm noktasına damgasını vuran öngörülerin ve politikaların sahibidir. önderimiz, devrime inanç ve bağlılığını, yaşamında, teorisinde, politikalarında somutlamasıyla, marksizm-leninizmi savunmaktaki bilimsel ısrarı ve kararlılığıyla, düşman karşısında başeğmezliğiyle, kendine, ideolojisine, halkına duyduğu sarsılmaz güveniyle, 24 saatini, kelimenin gerçek anlamıyla devrime adamasıyla, her tarihsel dönüm noktasında ortaya koyduğu güçlü iradesiyle, tüm devrimciler için, tüm dünya devrimcileri için örnek alınması gereken bir yaşamın sahibidir. ona önderlik sıfatını kazandıran da bütün bu özellikleridir. onun şahsında devrimcilik yeniden tanımlanmalıdır derken, işte bu yaşamı koyuyoruz önümüze.
düşünün ki, 38 yıllık yaşamının tek bir anında bile düzeniçi bir yaşamı, statükosu olmamıştır. yasal, legal hiçbir yaşamı olmamıştır. yurtdışında yaşamak zorunda kaldığı yıllar boyunca da tek bir gün, tek bir saat dahi, legal, yasal, ya da icazet altında bir yaşamı olmamıştır. hastalığının tedavisi de bu koşullarda, tek bir yasal kimliği olmaksızın sürdürülmüştür. geçmişin cazip şöhretleri, tek meziyetleri “eski”likleri olan “önderleri”gibi, hiçbir zaman düzen içinde bir yer edinmedi kendine. yaşamı boyunca düzenden hiçbir beklentisi olmadı. bir adresi ve halkından başka bir sığınağı olmadı onun. oligarşi onun hakkında sayısız spekülasyonlar üretirken, kontrgerillanın psikolojik savaşının zehir saçan okları her zaman ona yöneltilmişken, o, iradesi, inanç ve coşkusuyla, hiç eksilmeyen devrim heyecanıyla hep görevlerinin başındaydı. devrimci yaşamı boyunca reformist tek bir eğilim, devrimci stratejiden tek bir sapma göstermedi.
teslim olmuşların, yılgınların, yenilmişlerin hala ortada “önder” olarak gezebildiği bir ülkede, önderimizin yaşamı devrimci liderliğin ne olduğunu da anlatıyor herkese.
onu tek bir özelliğiyle anlatmak ve tanımlamak, veya önderlik misyonunu sadece teorik, politik veya askeri boyutla sınırlandırmak, onu eksik anlatmaktır. mahirler’in soyundandı o. stratejisi de, çalışma tarzı da, yaşamı ve liderlik anlayışı da, marksist-leninist bakış açısından süzülüp gelmişti. masa başında ahkam kesip, sosyalistlik taslayıp, düzen içinde yaşayanların tarzı, ondan fersah fersah uzaktı. yaşamının hiçbir döneminde bir “masa başı” devrimcisi olmadı. yaşamının hiçbir döneminde halkından kopmadı. hayatı ve mücadeleyi tüm yönleriyle kavrayan bir önder oldu.
o, komutan’dır. o, halk önderi’dir. militan ve savaşçı’dır. o, politika üreten’dir...
komutanlığı, halk önderliği, militanlığı ilmek ilmek örülmüştür yıllar boyunca. lise yıllarından itibaren anti-faşist mücadelede ön saflarda tanıdı onu yoldaşları. sonra onu tüm istanbul gençliği tanımaya başladı; üniversitelerde, yurtlarda, faşist işgallerin kırılmasında, gençliğin anti-faşist, anti-emperyalist eylemlerinde, akademik mücadelesinde hem bir militan, hem bir yönetici olarak vardı artık. aynı dönemde gecekondu mahallelerindeki halk toplantılarında, yıkımlara karşı direnişlerde halkın diğer kesimleri de tanıdı onu. yeni bir devrimci hareketi kurma cüreti ve iradesiyle tüm türkiye solu’nun tanıdığı bir önder oldu. herkes onu bu döneminde “partiyi kuracağız, devrimi gerçekleştireceğiz, hiçbir güç bize engel olamayacak” diyen iradenin sahibi olarak gördü.
12 eylül cuntasının zulmü karşısında teslimiyetin, boyun eğmenin, statükoculuğun teorileri yapılırken, o, “cunta 45 milyon halkı teslim alamayacak” cümlesinde özetlediği direniş çizgisinin ve bu yıllar boyunca direniş destanları yazılmasının önderliğini üstlendi. tarihimize bir onur sayfası olarak geçen 1984 ölüm orucunun önderi, kurmayı olduğu kadar, 75 gün süren açlığın koynunda ölüme yürüyüşün savaşçılarından biri oldu. o, önderliğin gerektiğinde ölümün üzerine de en önde yürümek olduğunu tarihe yazanlardandı.
sosyalizmi inkarın, devrimden vazgeçmenin, legal particiliğin revaçta olduğu yıllarda “dünyayı bir kez de türkiye’den sarsacağız” haykırışına sesini verendir. sosyalist sistemin yıkıldığı, emperyalizmin zaferini ilan ettiği yıllarda, sosyalizm bayrağını daha yükseklere kaldırmanın, tüm karamsarlıklara, yılgınlıklara, inançsızlıklara “sosyalizmin sorunlarının çözümü sosyalizmdedir” diyen bilimsellikle set çekendir. bayrağımızı onurla yükseklerde dalgalandıranlar, seslerini ve sözlerini ondan aldılar.
direnmek, sorun çözmek ve savaşmak; denilebilir ki, bütün yaşamı bunlarla doludur. önderimiz, dünya ve ülkemiz solunda sadece “ileri kadroların” yapabileceği bir eylem türü olarak görülen ölüm oruçlarını ve daha genel anlamda kahramanlıkları kitleselleştiren yolu açandır. en sıradan olanın en büyük kahramanlıklara aday olmasını mümkün kılandır. sıradan, sade ve fakat istekli; onun kadrosunda öncelikle bunlar olmalıydı. istek varsa, gerisi halledilebilirdi. ve öyle de olmuştur.
önderimizin, tüm kadrolara, savaşçılara, taraftarlarımıza kazandırmaya çalıştığı inancın içeriği ve tanımı nettir. onun tanımıyla, inanç, bilgi ve gerçeğin birleştiği bir duygu yoğunluğudur. bu inanç, soyut ve ajitatif değildir. yüzeysel değildir. dönemsel hiç değildir. bu inanç, her insanımızın kendini devrime adamasını ve devrim için gerekeni yapma gücünü kendinde bulabilmesini sağlayan bir inançtır. devrimin, devrimci eylemin, direniş destanlarının “süper insanların” değil, inanmış insanların işi olduğunu vurguladı her zaman. herkes “ben bunu yapabilirim” diyebilmeliydi. o, insanlarımızda işte bu inancı ve güveni yaratmıştır. faşizmin kuşattığı üslerinde teslim olmayı reddederek “asıl siz teslim olun” diyen, kurşun yağmurları altında tilililerle direnen, inançlarını duvarlara kanlarıyla yazan kadro ve savaşçıları yaratmıştır. zulmü durdurabilmek için bedenlerini tutuşturan direnişçileri yaratmıştır. bu kararlılık, bu coşku, bu irade, bu cüret ve bu fedakarlık, onun önderliğiyle şekillendi. her biri devrim tarihimizin destanları olan bu direnişlerin orta yerinde hep aynı slogan duyuldu: “yaşasın önderimiz dursun karataş!”
kardeşler, yoldaşlar, halkımız! onun adı bu ülkenin semalarında, bu topraklarda boy verecek tüm isyanlarda, her devrimcinin yüreğinde yankılanmaya devam edecek.
dursun karataş, devrim için yaşanmış bir hayatın adıdır
dursun karataş yoldaşımız, 25 mart 1952’de elazığ’ın kürdemlik (cevizdere) köyünde doğdu. ailesi, emekçi bir kürt ailesiydi. devrimci düşünceye 1970 öncesinde sempati duymaya başladı. lise yıllarında birçoğu daha sonra devrimci sol içerisinde yer alacak olan bir gruptular.
1970’de istanbul üniversitesi orman fakültesi’ni kazanarak istanbul’a geldi. bu yıllar, türkiye devriminin yolunun çizildiği, revizyonist, reformist geleneklerin aşıldığı, statükoların kırıldığı, yeni saflaşmaların yaşandığı yıllardır. işte bu saflaşmada yoldaşımız da yerini mahirler’in ihtilalci çizgisinden yana belirledi. artık bir thkp-c sempatizanıdır.
30 mart 1972’de kızıldere’de mahirler’in fiziken yok edilmesinin ardından, mahirler’i, thkp-c’yi savunup sahiplenen büyük bir gençlik potansiyeli çıktı ortaya. thkp-c çizgisini savunan bir dev-genç militanı olarak dursun karataş yoldaşımız da, gerek istanbul’da, gerekse de elazığ’da bu sahiplenme tavrının geliştirilmesinde aktif bir rol oynuyordu.
yoldaşımız ilk kez 1974’te, elazığ’da, oligarşik diktatörlüğün kıbrıs’ı işgalini protesto etmek için duvarlara “bağımsız kıbrıs” sloganını yazarken gözaltına alındı. daha sonra devrimci sol merkez komitesi’nde yeralacak olan niyazi aydın’la birlikteydiler bu eylemde. onu sonraki devrimci gelişimi içinde kah bir okulun önünde kitlenin güvenliğini alırken, kah kocamustafapaşa barikatlarında dövüşürken görecekti yoldaşları. ve bunların gösterdiği gibi, onun önderliği hayatın içinde adım adım kazanılmış bir önderliktir. hep söylendiği gibi, önderler atanmazlar önderlik kazanılır. bu sıfata sahip olmak, hayatın içinde yüzlerce düşünceyi, davranış biçimini sabır ve kararlılıkla geliştirip, ortaya tarih yazan bir devrimci çıkarmaktır. yoldaşımızın yaptığı gibi...
istanbul öğrenci gençliğinin akademik demokratik mücadelesini ve anti-faşist, anti-emperyalist tavrını örgütlü bir güce dönüştürecek olan iyökd’ün (istanbul yüksek öğrenim kültür derneği’nin) kuruluş ve mücadele süreci, aynı zamanda dursun karataş yoldaşımızın istanbul devrimci gençliğinin önderi konumuna yükselmesi sürecidir. yönetici özelliği ve militan yapısıyla hem güven duyulan, hem önerilerine, düşüncelerine kulak verilen bir isimdir artık. “dayı” diye anılmaya başlanması da bu sürece denk gelir. gerek iyökd’de, gerekse de kaldığı elazığ yurdunda bir çok yeğeni vardır ve onlar doğal olarak dayı demektedirler yoldaşımıza. ama bu hitap giderek yaygınlaşır ve onun adının önüne geçer. dayı kelimesi, artık onun nezdinde bir hısımlık değil, kelime anlamının ötesinde yoldaşlığı, ona duyulan saygıyı, güveni ifade eden bir sıfata dönüşecektir. dayı, her koşulda sırtını yaslayabileceğin, her koşulda güvenebileceğin ve gösterdiği hedefe gözü kapalı gidebileceğin bir simge isimdir artık.
thkp-c’nin bir geleceğinin olup olmayacağı, tarihin o günkü sorusudur:
cevap dursun karataş’tır!
thkp-c’yi büyük bir içtenlikle sahiplenen dev-gençlilerin gelişen mücadelesi, yeni örgütlenmeleri gerektirmektedir. dursun karataş yoldaşımızın önderliğinde şekillenen kurtuluş grubu, o gün bu ihtiyaca cevap vermeye yönelik atılan adımlardan biridir. karataş, bu grubun oluşumundan itibaren, istanbul’da sadece gençlik içinde değil, hayatın her alanında yürütülen anti-faşist mücadelenin önderi konumuna yükseldi. dev-gençliler artık hayatın her alanında grevlerde, gecekondu direnişlerinde, memurların, yer yer köylülerin eylemlerinde aktif olarak yer alıp bu mücadeleyi yönlendirmeye çalışırken, yoldaşımız, tüm bu eylemlerin, faaliyetlerin örgütleyicisi, önderi, bizzat pratikte uygulayıcısı olarak giderek yetkinleşmeye, olgunlaşmaya, siyaset ve yönetme sanatını öğrenmeye başladı.
ülkenin dört bir yanında mücadele eden dev-gençlilerin, thkp-c potansiyelinin birleşmesi, tüm militanların ortak arzusuydu. mücadelenin ihtiyaçları da böyle bir örgütlenmeyi gerektiriyordu. işte bu çerçevede 1977’de dursun karataş ve beraberindeki yoldaşlarının da içinde yeralmasıyla devrimci yol oluşturuldu. devrimci yol bildirgesi etrafında birleşilirken amaç, thkp-c çizgisi doğrultusunda ideolojik netliğin sağlanması ve partinin yaratılmasıydı. ancak devrimci yol, bu hedeflerin platformu olamadı. çünkü bu yapı içindeki ankara hizbi, thkp-c’ye sahip çıkıyor görünürken, pratikte buna uygun örgütlenmelere yönelmiyor, kadrolara kendi sağcı anlayışlarını empoze ederek partiyi değil fakat kendi hizip örgütlenmelerini gerçekleştiriyordu. bu süreçte, dursun karataş tarafından ankara hizbi yöneticilerine gerek çeşitli yazılarına, gerekse de pratiklerine yönelik yapılan eleştiriler, çoğunlukla geçiştirildi, sürecin tartışılması yerine dursun karataş nezdinde istanbul’daki militan devrimci örgütlenmeyi tasfiye hesapları yapıldı. thkp-c ideolojisinin ve devrimci örgütlenmenin tasfiyesine izin verilemezdi. tasfiyeciler, tasfiye edilmeliydi. işte o anda yoldaşımız dursun karataş’ın aldığı karar, ülkemiz devrim tarihinin en önemli kararlarından biri olurken, onun, onyıllar boyu türkiye devrimine damgasını vuran tarihsel rolünü de belirlemiş oluyordu. thkp-c ideolojisinin sürdürülmesi ve partinin yeniden yaratılması görevi artık başkalarına bırakılamazdı. dursun karataş yoldaşımız, işte o tarihsel kesitte, bu ağır yükü omuzladı.
onun belirleyici inisiyatifi ve önderliğiyle, thkp-c’yi savunan kadrolar, 1978’de devrimci yol tasfiyeciliğini mahkum ederek devrimci sol’u kurdular.
artık ülkemiz sınıflar mücadelesinde yeni bir siyasi hareket vardı.
bu siyasi hareket, devrim mücadelesini thkp-c çizgisinde geliştirerek, önüne partiyi yaratma hedefini koyarak, anti-faşist anti-emperyalist mücadelede kızıldere manifestosunun yolunu izleyerek, yeni gelenekler yaratacak, kısa sürede dosta da düşmana da kendini kabul ettirecekti.
türkiye devrim tarihinde, kısa sürede bu kadar hızlı bir gelişim sağlamış, kendi ayakları üzerinde durarak böylesine kökleşmiş ve kalıcılaşmış bir başka “ayrılık” yoktur. dursun karataş yoldaşımızın önderliği, bu devrimci ayrılığı gerçekleştirecek cüretinde, siyasi kavrayışı ve öngörüsünde, yeni bir hareketi örgütlemekteki ustalığındadır. onun önderliğini, kazanılmış bir önderlik yapan belirleyici süreçlerden biri de budur.
dursun karataş olmak, bir hareketi “umudun adı” haline getirebilmektir.
devrimci sol’un siyasi arenaya çıktığı 1978 yılı, resmi ve sivil faşist terörün alabildiğine boyutlandığı bir dönemdi. devrimci sol’un kuruluşundan kısa bir süre sonra da sıkıyönetim ilan edilecek ve hareket, örgütlenmesini bu koşullar altında gerçekleştirmek zorunda kalacaktı. işte bu zorlu koşullarda, onun önderliğinde revizyonizmle, oportünizmle, thkp-c çizgisindeki sağ ve sol sapmalarla araya kalın çizgiler konuldu. ki yoldaşımızın, dayımızın en önemli özelliklerinden biridir bu. yaşamı boyunca, ayrım çizgileri hep net ve kalın olmuştur. onda hiçbir konuda muğlaklık yoktur. devrimci çizgiyi belirsizleştiren her düşüncenin, her pratiğin düşmanı olmuştur.
faşist teröre karşı onun önderliğinde şekillenen militan devrimci çizgi de bunun bir ifadesiydi. revizyonizmin, oportünizmin faşist teröre karşı pasifizmi örgütlediği, provokasyon teorileriyle şehirlerin, alanların faşist teröre teslim edildiği koşullarda, devrimci sol, misilleme eylemleri, hesap soran ve faşist terörü caydırmayı hedefleyen militan bir çizgiyle anti-faşist mücadelenin önderi konumuna yükseliyor, resmi devlet terörü karşısında da, doğrudan devlet kurumlarına yönelik eylem çizgisiyle solda yeni bir anlayışı geliştiriyordu. devrimci sol pratiğinin en temel özelliği olarak öne çıkan bu cüret, kuşku yok ki, herşeyden ve herkesten önce önderliğimizin siyasi cüretiydi. onun önderliğindeki devrimci sol ve dhkp-c, tüm tarihsel süreçlerde cüretiyle anılmıştır. cüret, devrim ve iktidar iddiamızdan ayrı değildi ve önder yoldaşımız, tüm yaşamı boyunca, kadroları bu iddiayla donatmaya çalıştı.
yaklaşık iki yıl gibi kısa bir süreçte devrimci sol, ülkemizin sayılı siyasi hareketlerinden biri haline gelip kitleler nezdinde bir umut yaratmaya, pratiğiyle sola yön vermeye başlarken, ülkemiz 12 eylül 1980 faşist darbesiyle yeni bir sürece girdi.
herkes ve herşey, bir kez daha sınanacaktı. tarih, teorileri, stratejileri ve liderleri, önderleri sınavdan geçirecekti bir kez daha. kimileri ricat kararı alıp, kimileri de mülteciliği seçerek mücadele alanını terkederken, devrimci sol, cuntaya karşı direniş kararı aldı. “amerikancı faşist cunta 45 milyon halkı teslim alamaz” başlıklı bildiri, cunta karşısındaki direniş kararlılığımızın somut ve güçlü bir ifadesiydi. bu tarihsel bildiri önder yoldaşımızın kaleminden çıkmıştı ve bu bildirideki kararlılık, cunta yılları boyunca devrimci sol kadrolarının, militanlarının halka karşı sorumluluk ve direniş manifestosu olacaktı.
önder yoldaşımız, cuntaya karşı savaşın daha ilk döneminde tutsak düştü. dışarıda mücadele, onun şekillendirdiği anlayış temelinde sürdürülürken, o artık mücadelenin yeni bir cephesindeydi. ve hapishaneler cephesinde de, 12 eylül cuntasına karşı direniş politikalarının oluşturulmasında, direnişlerin fiilen örgütlenmesinde önderlik misyonunu sürdürdü. türkiye hapishaneleri onun önderliğinde başeğmez bir direniş pratiğine, büyük kahramanlıklara tanık oldu. bir çok siyasi hareketin anlı şanlı yöneticileri, tüm teorik birikimlerini(!), direnmemenin teorisini yapmak için kullanırken, o yoldaşlarıyla birlikte direnişin teorisini ve pratiğini geliştiriyordu. 1984’te tek tip elbise dayatmasına karşı başlatılan ölüm orucu, bu direnişin doruk noktalarından biridir ve o dorukta, yine önder yoldaşımız vardır. açıklanan ilk ölüm orucu ekibinde, yani savaşın en ön mevzisinde yoldaşlarıyla ölüme yatanların içindedir. 75 gün süren ölüm orucunun sonunda, üç devrimci sol kadrosu (ve tikb’den bir siper yoldaşımız) şehit verilmiş, dayı ve diğer direnişçiler bir deri bir kemik kalmış ve fakat tarihe, türkiye devrimi için ilklerden biri olan bir direniş yazılmıştır.
bir hareketi umudun adı haline getiren destan, onun önderliğinde sayfa sayfa büyüyordu işte.
yoldaşımız dursun karataş’ın önderlik tarihi, onun “ilk”lerin öğretmeni, komutanı olduğunu gösterir bize. faşist teröre karşı silahlı mücadele ekipleri’nden silahlı devrimci birlikler’e, ölüm oruçlarından oligarşinin kürsülerindeki savunma’ya, kuşatılan üslerdeki “teslim olmama” geleneğine uzanan tarihte, ilk’lerin politik ve fiili önderidir.
15 mart 1982’de başlayan 1453 devrimcinin yargılandığı devrimci sol ana davası da bu ilklerden biridir ve tarihseldir. yoldaşımızın bu mahkemede tüm oligarşik düzeni itham eden görüntüleri, bu davanın siyasal özeti olarak tarihi bir simge gibidir ve o simge, kolektif bir çalışmanın ürünü olan ve onun da her satırına emeğini kattığı “hakliyiz kazanacağiz” başlıklı savunmayla bütünleşmiştir. o, 1753 sayfalık haklıyız kazanacağız başlıklı savunmayla kürsüye çıktığında, herkes o anın tarihsel bir an olduğunun farkındaydı. orada, türkiye devriminin yolu bir kez daha açıklandı, devrim iddiası halkımız ve tarih önünde pekiştirildi. iddianın ve kararlılığın altındaki ilk imza, onundu.
önder yoldaşımız, 1989 ekiminde bir özgürlük eylemiyle tutsaklığına son verdi ve sıcak mücadele içinde yeniden görevlerinin başına geçti. dayı, devrimci sol davası’nda okunmak üzere bir dilekçe bırakmıştı hapishaneden giderken, şöyle diyordu orada: “özgürlük kimseye bahşedilmez, kazanılır. biz özgürlüğü kazanma savaşının içinde olacağız.” firarın hemen ardından oligarşi “vur” emirleri çıkardı hakkında. fakat o vur emirleriyle aranırken, ülkede yeni bir atılım sürecinin hazırlıklarıyla meşguldü.
şehitlikler ve ihanetler arasında ilk hedefimize -partiye- ulaşırken,
kılavuzumuz oydu yine
yoldaşımızın hareketimize fiilen önderlik yapmaya başlamasıyla “yolun neresindeyiz?” sorusuna cevap bulmak üzere değerlendirmeler yapıldı, yeni kararlar alındı ve onun önderliğinde, tarihimize “atılım süreci” olarak geçen süreç başlatıldı. “daha hızlı koşmalıyız” şiarıyla başlatılan bu sürecin, dünya ölçeğinde politik bir önemi ve etkisi oldu; ülkemizde yayılan reformizme, derinleşen legalizm bataklığına karşın silahlı mücadele yükseltiliyor, tüm dünyada karşı-devrim rüzgarları eserken sosyalizm bayrağı daha yukarı kaldırılıyordu. emperyalizmin estirdiği karşı-devrim rüzgarı, işbirlikçi faşist diktatörlüklerle uzlaşma modası, karşısında türkiye marksist-leninist hareketini buldu. o hareketin önderinin adı, dursun karataş’tı. o, emperyalizme karşı dünya çapında önemi olan bu ideolojik direnişin ve devrimde ısrarın temsilcisi olarak bu dönemden itibaren emperyalizmin ve oligarşinin daha fazla hedefi haline gelecekti.
silahlı mücadeleyi yükselttiğimiz ve yaygınlaştırdığımız, halkın adalet özlemlerine cevap olduğumuz yaklaşık 2,5 yıllık bir süreçte hareketimiz, “partinin arifesindeyiz” diyebileceği bir noktaya geldi.
bu süreçte büyük bedeller de ödedik. 12 temmuz 1991 ve 16-17 nisan 1992’de gelişen operasyonlarda niyazi aydın, sinan kukul, ve önderimizin eşi sabahat karataş gibi merkez komite üyelerimizi şehit verdik. bunlar büyük kayıplardı bizim için. bu operasyonlarda kendisi de tehlikelerle yüzyüze kalan önder yoldaşımız, görevlerini kararlılıkla sürdürerek, katliamlar sonrasında oluşabilecek her türlü olumsuzluğun karşısına çıkarak, kadro ve savaşçılarımıza savaş gerçeğini yeniden kavratarak, hareketimizi daha güçlü bir şekilde ayağa kaldırmayı bildi.
hareketimiz onun önderliğinde gelişimini sürdürürken, 13 eylül 1992’de, yurtdışındaki merkezi üssümüzde, darbeci bir ihanet çetesi, önderimize alçakça saldırıp, onu tutsak ettiler.
tarih bir kez daha sınıyordu onu. ve o bir kez daha önderlik vasfını gösterecek, iradesiyle, öngörüleriyle bu ihanetin aşılmasını, hareketimizin devrim yürüyüşüne kaldığı yerden devam edebilmesini sağlayacaktı. alçaklık, çürümüş aktörleriyle birlikte tarihin çöplüğüne atılırken, o, hiçbir darbenin teslim alamadığı ve kirletemediği bir devrimci önderlik olarak tarihsel yerini, misyonunu pekiştiriyordu. önderlik, artık daha güçlü, önderlik bilinci daha açıktı.
hareketimizde ağır tahribatlar yaratan darbe ihaneti onun önderliğinde altedilip, hemen her şey yeniden yaratılarak, yürüyüşümüz sürdürüldü. onun güçlü iradesi, şaşmaz öngörüsü ve isabetli politik kararları, işte bu süreçte önümüze partileşme görevini koydu.
bu görevi yerine getirmek için, hareketimizin önder kadrolarının katılımıyla, 30 mart 1994’te devrimci halk kurtuluş partisi kuruluş kongresi toplandı. devrimci sol, kongrede devrim yürüyüşünü devrimci halk kurtuluş partisi (dhkp) olarak sürdürme kararı aldı ve yoldaşımız dursun karataş, dhkp genel sekreteri olarak seçildi. şehitlikler ve ihanetler arasında bizi ilk hedefimize, partiye ulaştıran önderimiz olarak bu görev, bu onur tartışmasız olarak onundu elbette. yoldaşımız 14 yıldır bu görevdeydi ve son anına kadar da bu görevini sürdürdü.
önderimizi de şehitler kervanına kattık;
onun adı artık bizim andımız, mirasımız, bayrağımızdır.
komutanımız, önderimiz, dayımız, oligarşinin mahkemelerindeki konuşmalarından birinde şöyle diyordu: “bu savaş sınıflar savaşıdır. düşman sınıflar altedilinceye kadar sürecektir. bu amaçla savaşan devrimci solun bir savaşçısı olmaktan şeref duyuyorum .... çünkü devrimci sol ülkenin geleceği ve halklarımızın kurtuluş bayrağıdır.”
bu bayrağın adı, umudun adı, 1994’ten itibaren dhkp-c oldu. umudun adı, önder yoldaşımızla özdeşleşti. savaşımız, önder yoldaşımızın dört kelimede özetlediği gibi, düşman sınıflar altedilinceye kadar sürecek.
partimizin kuruluşundan bu yana, oligarşik diktatörlüğü sarsan eylemlerde, 1996 ve 2000-2007 ölüm orucu direnişlerinde, yoksul gecekondu halkının örgütlenmesinde ve mücadelelerinde, işçinin, köylünün, memurun mücadelesinde, gerillanın ülkemizin dağlarında attığı her adımda, onun emeği, inancı, coşkusu vardı. çünkü o hayatın hep içindeydi. o, hayatı her yanıyla örgütleyendi. onun için küçük büyük sorun ayrımı yoktu. devrime dair her şey, küçük ya da büyük, onun ilgi alanındaydı.
kitle mücadeleleri ilerleyebilir veya gerileyebilir, hareket şu ya da bu alanda darbeler alabilir; ama önder yoldaşımızın umudu ve inancı hiç eksilmez. hep daha fazlasını yapabileceğimize inanmış, onu teşvik etmiştir. bu inancının sonucundadır ki, bir çok kişinin, olmaz, yapılamaz diye düşündüğü şeyler, onun iradi müdahaleleriyle olabilir, yapılabilir hale gelmiştir. büyük direnişleri yaratmıştır bu inanç. ve büyük kahramanları ortaya çıkartmıştır. ülkemiz ve dünyanın yakın tarihinin en büyük ve sarsıcı direnişi olan 2000-2007 büyük direnişini göz önüne getirmek yeter bunu görmek için. alnına kızıl bantlarını bağlayıp and içen direnişçilerin son sözü ve bedenlerini tutuşturup ateş çemberine giren feda savaşçılarının ilk sözü hep aynıdır: “yaşasın önderimiz dursun karataş!”.
önderimiz hep yaşayacak!
onu katletmek için onyıllarca yanıp tutuştu emperyalizm ve oligarşi. katledemediler.
şimdi ölmesine de bir saniye olsun sevinemeyecekler.
düşmanımızı sevindirmeyecek, dostlarımızı, halkımızı üzmeyeceğiz.
halkımız!
bir oğlunuzu kaybettiniz, hiçbir koşulda teslim alınamayan yiğit bir komutanınızı, 38 yıldır her koşulda umudunuzu diri tutan, çözümler sunan bir öğretmeninizi kaybettiniz. biz, devrimci halk kurtuluş partisi ve cephesi’nin onun yetiştirdiği kadroları, savaşçıları, taraftarları olarak huzurunuzda söz veriyoruz ki, oğlunuzun, komutanınızın, öğretmeninizin kaybını hissettirmeyeceğiz size. onun gösterdiği yolda, kavgamızı zafere kadar sürdüreceğiz. onun, uğruna hayatını verdiği hedeflerinden biri halkın devrimci iktidarı’ydı. temelleri, bizzat onun tarafından atılan halkın iktidarı bu topraklarda er geç kurulacak. bunu birlikte başaracağız.
yoldaşlar!
dayımız artık başımızda değil; o artık elimizde bayrağımızdır. o bizden şimdi, büyük bir metanet göstermemizi, büyük bir irade gücüyle devrimi ve örgütü daha çok sahiplenmemizi istiyor. son günlerine kadar görevlerinin başında olması, bize bıraktığı en son vasiyetidir; tüm parti-cephe kadroları olarak, onun bıraktığı boşluğu doldurabilmek için, tek bir anımızı boşa geçirmeden devrimi ve örgütü sahiplenmeli, devrimin görevlerini daha büyük bir azim ve coşkuyla omuzlamalıyız. bu önderimizin son isteği, önderini şehit vermiş bir devrimin kadrolardan ilk beklediğidir.
türkiye ve dünya halkları!
devrime onsuz, ama onunla yürüyeceğiz!
dayımızı kaybettik. acımız ve kaybımız büyük. inancımız, kararlılığımız ve bugün üstlendiğimiz sorumluluk, acımızdan da büyük. onun 1970’ler türkiyesinde yükselen thkp-c’yi yaşatacak, partiyi yeniden yaratacak ve devrime yürüyeceğiz diyen sesi, geleceği müjdeleyen bir sesti. müjdeyi aldık, onu izledik. onun cuntalar, darbeler karşısındaki “cunta 45 milyon halkı yenemeyecek” diyen sesi, yenilmezliğimizin ilanıydı. yenilmezliğimiz tarih önünde kanıtlandı. revizyonist yönetimler bir bir yıkılırken, “sosyalizmin sorunlarının çözümü sosyalizmdedir” diyen sesi, tarihsel akışın şaşmaz doğrultusuna işaret ediyordu. o doğrultuda yürümeye devam edeceğiz. onsuz ama onunla yürüyeceğiz. susturulamayan ve dalga dalga yayılmaya devam eden onun sesidir. onun sesiyle konuşmaya devam edeceğiz. onun her koşulda sağlam ve kararlı olmasını bilen adımlarıyla adımlayacağız bu yolu. ve er geç, onun elleriyle oligarşinin burçlarına bayrağımızı dikeceğiz.
dursun karataş ölümsüzdür!
komutanimiz, önderimiz, dayimiz,
devrimimizin kilavuzu,
yolumuzu aydinlatmaya devam edecek!
devrimci halk kurtuluş partisi"
bugun cenazesi saat 16:30 da hayatini kaybettigi hollandadan turkiy^ye getirilecek.ancak bu cesedin nerede gomulecegi bile ba$imiza dert olu$turuyor.karisinin ve pek cok dhkp clinin gomuldugu karacaahmet mezarligina gomulsun diyen de var gazi mahallesinde bulunan mezarliga gomulsun diyen de var.karari ailesi verecek.
ancak karacaahmet mezarligina gomulmesine yetkililer sicak bakmiyorlar.zira eger boyle bir yere gomulurse dhkp c militanlari tarafindan her sene yapilacak olan anma ziyaretleri sonucunda mezarin bir nevi turbe haline getirilmesinden cekiniyorlar.
ancak karacaahmet mezarligina gomulmesine yetkililer sicak bakmiyorlar.zira eger boyle bir yere gomulurse dhkp c militanlari tarafindan her sene yapilacak olan anma ziyaretleri sonucunda mezarin bir nevi turbe haline getirilmesinden cekiniyorlar.
cenazesi $u siralarda gazi mahallesinde bulunan bir cem evine getirilmi$.yarin da cenaze namazi kilindiktan sonra gazi mahallesinde bulunan mezarliga gomulecekmi$.
bu adamin bile cenaze namazinin kiliniyor olabilmesi ilginc tabi.
bu adamin bile cenaze namazinin kiliniyor olabilmesi ilginc tabi.
yerine orgut liderligine hüseyin fevzi tekin gecmi$tir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?