sole anlatayım acızane.
arı burnunda en yuksek mevkii de (bkz: talip ozkan)(bkz: koroglu)nu soylemektedir(http://www.macknortshs.qld.edu.au/anzac/sphinxside2.jpg)
hey hey genede hey hey
ben bir korogluyum dagda gezerim
(bınlerce anadolu aslanına selam ediyorsunuz)
esen o ruzgardan hile sezerim
(keskın bakısları ile(bkz: mustafa kemal ataturk)ile goz goze geliyorsunuz.http://www.diggerhistory.info/images/enemy-ww1/kemal-ataturk.jpg)
simdi demır topuz ile basın ezerim
(256 kiloluk tok mermısını kaldırırken koca(bkz: seyyid onbası)ya bakıyorsunuz.http://user.glo.be/~snelders/gossip/seyit.jpg)
ver yolun pagcını gel gec (bkz: bezırgan)
(bınlerce dusmus anzak ıngiliz askerine neden geldınız neden diye solenerek bakıyorsunuz.http://www.diggerhistory.info/images/memorials/arlington2.jpg)
tokat illerinden alın bakırı
(cepheye mermi yapan kucucuk ellere bakıyorsunuz kadının emegine.http://www.mkutup.gov.tr/12a.html)
incitmeyin fukarayı fakırı
(http://img148.imageshack.us/img148/7747/adszhg2.png)
(http://img95.imageshack.us/img95/5541/sadfur4.png)
tuna seli gibi babam bozu rakıyı
(buz gibi soguk canakkale suları)
icirin beylere (bkz: tabe) gelirler.
(http://www.gallipolidigger.com/2004.site/002g.gel.sav.komutanlar.ing/ing.kom.htm)
(http://www.gallipolidigger.com/2004.site/002h.gel.sav.komutanlar.frans/fran.kom.htm)
ne yapılsa az dır efendım.
çanakkale şehitleri
çanakkale şehitleri ile ilgili olarak deriden ortaköy mağazasında hiç bir yerde görülemeyecek bir arşivi bulmanız mümkündür.
bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır;
toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır!
mithat cemal kuntay
toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır!
mithat cemal kuntay
yer : çanakkale şehitlikleri
zaman : dün
yıllarıdır gerçekleştirmek istediğim şehitlikler ziyaretimi heleşükür dün gereçekleştirebildim.sabah 10 gibi kilitbahirden başladı turumuz.hava çok sıcak 35-36 derce civarında.gezeceğimiz yerlerde yiyecek içecek bişeyler bulunmaması ihtimaline karşı bir termos içerisine bisürü soğuk su, kola ve daha önceden hazırladığımız ekmek arası sandviçler falan dolduruyoruz.gezdikçe geziyor duygulandıkça duygulanıyoruz.heryere tabiki klimalı ortamda arabayla gidiyoruz ve buna rağmen havanın ve yorgunlugun etkisiyle sürekli bişeyler yemek bişeyler içmek ihtiyacı hissediyoruz.akşam 6 civarı turumuz bitiyor ve hepimiz yorgunluktan ölmek üzereyiz.benim dierksiyon çevirecek gücüm bile kalmamış ama bişekilde eve dönüyoruz.hala dünün yorgunlugunu hissederken aklıma orda savaşan atalarımız geliyor ve onları kendimle kıyaslama hadsizliğinde bulunuyorum şimdi.biz okadar iyi şartlarda altı üstü 7-8 saatlik bir tur yaptık ve felç olduk nerdeyse.ama orada savaşan atalarımız okadar imkansızlık içerisindeyken sıcak soğuk demeden günlerce boğazlarından bişey geçmeden ve heryere yürüyerek veya koşarak gidip birde bunun üstüne düşmanla savaşarak nasıl bir efor sergilemişlerdir aklım almıyor.bunu bir survivor olduğunu ve çekilen okadar zorluklardan sonra atalarımıza verilen enbüyük ödülün ölüm olduğunu düşünecek olursak hayatta karşılaştığımız birçok sorunların nekadar boş ve anlamsız olduğunu düşünüyorum.hepsine minnet duyuyor alahtan rahmet diliyorum.
zaman : dün
yıllarıdır gerçekleştirmek istediğim şehitlikler ziyaretimi heleşükür dün gereçekleştirebildim.sabah 10 gibi kilitbahirden başladı turumuz.hava çok sıcak 35-36 derce civarında.gezeceğimiz yerlerde yiyecek içecek bişeyler bulunmaması ihtimaline karşı bir termos içerisine bisürü soğuk su, kola ve daha önceden hazırladığımız ekmek arası sandviçler falan dolduruyoruz.gezdikçe geziyor duygulandıkça duygulanıyoruz.heryere tabiki klimalı ortamda arabayla gidiyoruz ve buna rağmen havanın ve yorgunlugun etkisiyle sürekli bişeyler yemek bişeyler içmek ihtiyacı hissediyoruz.akşam 6 civarı turumuz bitiyor ve hepimiz yorgunluktan ölmek üzereyiz.benim dierksiyon çevirecek gücüm bile kalmamış ama bişekilde eve dönüyoruz.hala dünün yorgunlugunu hissederken aklıma orda savaşan atalarımız geliyor ve onları kendimle kıyaslama hadsizliğinde bulunuyorum şimdi.biz okadar iyi şartlarda altı üstü 7-8 saatlik bir tur yaptık ve felç olduk nerdeyse.ama orada savaşan atalarımız okadar imkansızlık içerisindeyken sıcak soğuk demeden günlerce boğazlarından bişey geçmeden ve heryere yürüyerek veya koşarak gidip birde bunun üstüne düşmanla savaşarak nasıl bir efor sergilemişlerdir aklım almıyor.bunu bir survivor olduğunu ve çekilen okadar zorluklardan sonra atalarımıza verilen enbüyük ödülün ölüm olduğunu düşünecek olursak hayatta karşılaştığımız birçok sorunların nekadar boş ve anlamsız olduğunu düşünüyorum.hepsine minnet duyuyor alahtan rahmet diliyorum.
şu boğaz harbi nedir? var mı ki dünyada eşi?
en kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
- tepeden yol bularak geçmek için marmara’ya
kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir avrupalı”
dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
eski dünya, yeni dünya bütün akvam-ı beşer
kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; kanada!
çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
sade bir hadise var ortada : vahşetler denk.
kimi hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela...
hani tauna da zuldür bu rezil istila...
ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
kustu mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
döktü karnındaki esrarı ! hayasızcasına,
maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz...
medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,
öyle müthiş ki: eder her biri bir mülkü harab.
öteden saikalar parçalıyor afakı;
beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;
bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
atılan her lağımın yaktığı: yüzlerce adam.
ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
o ne müthiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer...
kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
kahraman o orduyu seyret ki, bu tehdide güler!
ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.
sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
bu göğüslerse huda’nın edebi serhaddi;
“o benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.
asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
işte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
o, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
bir hilal uğruna, ya rab, ne güneşler batıyor!
ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor tevhid’i...
bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
“gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
seni ancak ebediyetler eder istiab.
“bu, taşındır” diyerek ka’be’yi diksem başına;
ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;
sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
yedi kandilli süreyya’yı uzatsan oradan;
sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
şarkın en sevgili sultanını salahaddin’i,
kılıç arslan gibi iclaline ettin hayran...
sen ki, islam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
o demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... heyhat,
sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.
mehmet akif ersoy |
bunu yazdırmıs/ gelenıde gidenıde yarmıs/ ortalıgın cıhanı alemın .mına konus adamlardır.
ruhunuz sad olsun.
en kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
- tepeden yol bularak geçmek için marmara’ya
kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir avrupalı”
dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
eski dünya, yeni dünya bütün akvam-ı beşer
kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; kanada!
çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
sade bir hadise var ortada : vahşetler denk.
kimi hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela...
hani tauna da zuldür bu rezil istila...
ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
kustu mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
döktü karnındaki esrarı ! hayasızcasına,
maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz...
medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,
öyle müthiş ki: eder her biri bir mülkü harab.
öteden saikalar parçalıyor afakı;
beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;
bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
atılan her lağımın yaktığı: yüzlerce adam.
ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
o ne müthiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer...
kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
kahraman o orduyu seyret ki, bu tehdide güler!
ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.
sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
bu göğüslerse huda’nın edebi serhaddi;
“o benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.
asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
işte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
o, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
bir hilal uğruna, ya rab, ne güneşler batıyor!
ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor tevhid’i...
bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
“gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
seni ancak ebediyetler eder istiab.
“bu, taşındır” diyerek ka’be’yi diksem başına;
ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;
sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
yedi kandilli süreyya’yı uzatsan oradan;
sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
şarkın en sevgili sultanını salahaddin’i,
kılıç arslan gibi iclaline ettin hayran...
sen ki, islam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
o demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... heyhat,
sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.
mehmet akif ersoy |
bunu yazdırmıs/ gelenıde gidenıde yarmıs/ ortalıgın cıhanı alemın .mına konus adamlardır.
ruhunuz sad olsun.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?