beklentisiz sevmeyi denediniz mi?
hiç beklentisiz sevdiniz mi?
yani "bugün telefon etmedi" demeden, "şu an nerede acaba?"
diye kendi kendinizi yemeden, "yaş günümü hatırlayacak mı
acaba?" diye bir beklenti içine girmeden...
sevdiniz mi hiç?
onun, size ait olmadığını kabul edip,onu özgür yaşamı
ile sevmeyi denediniz mi?
yanındaki erkek arkadaşına aldırmamayı öğrenip ama aldırmıyormuş gibi
yapmadan, gerçekten aldırmadan,
"bitecekse biter , bunu ben değiştiremem, beni sevmeyi
bırakmasını değiştiremeyeceğim gibi" diye düşünüp.
onu yersiz kıskançlıklara boğmaktan ve kendinizi
yıpratmaktan vazgeçebildiniz mi hiç?
hiç beklemeden çalan bir kapıda,
onu karşınız da görmek ne güzeldir bilir misiniz?
beklemediğiniz bir anda hediye almak en sevdiğinizden...
ve beklemeden gelen bir "seni seviyorum" mesajının
tadına varabildiniz mi hiç?
siz istediginiz için degil, o istiyor diye yapildi mi tüm bunlar? ve
beklentisiz sevmenin tadina bakabildiniz mi hiç?
"bugün beni hatirlamadi" yerine "hiç beklemiyordum,
senin gelecegini" diyebilmek ne güzeldir oysa...
onu bogmadan, kendinizi bogmadan sevebilmek
ne güzeldir... sahiplenme duygusundan uzak,
sevmenin, sevilmenin tadina varabildiniz mi hiç?
yapilmamis davranislar, söylenmemis sevgi sözcükleri ile
kendi kendinizi ask çikmazinda kaybedeceginize,
hiç beklenmeyen bir demet çiçekle mutlu oldunuz mu?
beklentisiz sevin...
ben, beklentisiz seviyorum...
"niye aranmadim" diye düsünüp kendini kendinizi
yiyeceginize, hiç beklenmedik bir "seni özledim"
mesaji ile aski yakalayin..
beklentisiz sevin...
ben, beklentisiz seviyorum...
o, sizin sevgiliniz oldu için degil.
ona tapulu maliniz gibi, çantaniz, arabaniz gibi
davranma hakkiniz oldugunu düsünmeden.
onu sevdiginiz, onun da sizi sevdigi için sevin...
sevgiye karisan "beklenti" denen illeti
hemen silin askin ak sayfalarindan...
göreceksiniz ki, o zaman ask, baska bir güzel...
göreceksiniz ki, o zaman sevgili, daha bir romantik...
göreceksiniz ki, o zaman sevmek ve sevilmenin
damaklarda biraktigi tat, yillanmis sarap gibi, beklenti
zehrine karismadan bir baska döndürüyor insanin basini..
ben, beklentisiz seviyorum...
onun nerede oldugunu merak etmiyorum...
"beni bugün neden aramadi" diye
geçirmiyorum içimden, aramadigi zamanlarda...
gelecege dair hayallerim de yok zaten...
ben, sevgiyi yasiyorum...
onun yanimda oldugu anlar o kadar degerli,
o kadar kiymetli ki... gerçeklesmemis ve
gerçeklesmeyecek beklentilerle mahvetmiyoruz o anlari...
beklentisiz seviyoruz...
sevdigimiz için seviyoruz...
hayalsiz, geleceksiz, beklentisiz... anlik seviyoruz...
deneyin... beklentisiz, sevmeyi deneyin bir gün...
beklentilerle bogdugunuz asklariniza aciyacaksiniz...
can dündar
yaptigi film(mustafa) yuzunden cokca ele$tiriye maruz kalan gazeteci.
her $eyden once ben henuz filmi izlemedim ama can dundari izledim, hem de senelerdir izledim, okudum. mustafa kemal ataturk ezberini bozan bir film yapmi$ diyorlar, ataturkumuzu okul bahcesindeki bust olmaktan cikartmi$, ete kemige burundurup insan halini anlatmi$, helal olsun. bize tanri ataturk degil, sen ben gibi hatalari olan yanli$lari olan, her $eyden once hasta olan, aksiran, tiksiran bir ataturk lazim. o zaman anlayabiliriz ki ulu onderin yaptiklari mucize degil, bir insanin yapabilecekleri. o zaman anlayabiliriz ki o gun yapilanlar yeniden yapilabilir. bir ataturkun gelmesi cok cok cok zor bunu kabul ediyorum ama imkansiz degil.
can dundar filminde ezber bozmu$, ataturku insanla$timi$, cok da iyi yapmi$.
her $eyden once ben henuz filmi izlemedim ama can dundari izledim, hem de senelerdir izledim, okudum. mustafa kemal ataturk ezberini bozan bir film yapmi$ diyorlar, ataturkumuzu okul bahcesindeki bust olmaktan cikartmi$, ete kemige burundurup insan halini anlatmi$, helal olsun. bize tanri ataturk degil, sen ben gibi hatalari olan yanli$lari olan, her $eyden once hasta olan, aksiran, tiksiran bir ataturk lazim. o zaman anlayabiliriz ki ulu onderin yaptiklari mucize degil, bir insanin yapabilecekleri. o zaman anlayabiliriz ki o gun yapilanlar yeniden yapilabilir. bir ataturkun gelmesi cok cok cok zor bunu kabul ediyorum ama imkansiz degil.
can dundar filminde ezber bozmu$, ataturku insanla$timi$, cok da iyi yapmi$.
ben kendisine mustafa belgeseli ile ilgili olarak özdemir asaftan şu dizeleri armağan ediyorum.
"senden yana olanların da sana karşı olanların da bir değeri yok,seni anlamadıkça"
"senden yana olanların da sana karşı olanların da bir değeri yok,seni anlamadıkça"
"içine rastgele atılmış eşyalardan oluşan çantadaki telefonu, tek eliyle ve bakmadan bulabilen o muhteşem kişiye "kadın" denir."
izlenesi belgeseller yapar.guzel de siirleri vardir.ayni zamanda bu siirleri cok guzel okur.
(bkz: herkes akp ye çalıştı)
eğer ;
onu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... onunlayken pervaneleşen yelkovanlar, onsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, ondan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve o, her durduğunuz yerde duruyor,
her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,
hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri onun yaşadığı yer, en güzel kokusu
bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat onunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,
onun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan oysa... her filmin kahramanı o...
her roman ondan söz ediyor, her çiçek onu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez
özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire onu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın
o olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona o diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi ona yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke o anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...
onsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,
vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep onun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,
bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
her gidişte ayaklarınız "geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,
sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
can dündar
onu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... onunlayken pervaneleşen yelkovanlar, onsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, ondan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve o, her durduğunuz yerde duruyor,
her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,
hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri onun yaşadığı yer, en güzel kokusu
bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat onunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,
onun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan oysa... her filmin kahramanı o...
her roman ondan söz ediyor, her çiçek onu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez
özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire onu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın
o olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona o diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi ona yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke o anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...
onsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,
vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep onun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,
bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
her gidişte ayaklarınız "geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,
sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
can dündar
eski işim gayrimenkul işine döneli ilk ev gösterdiğim kişi ünvanına sahiptir. 10 dakika sürdü beraberliğimiz. bu kısa zamanda sadece mütevaziliğini ve alçak gönüllüğünü gördüm. keşke daha uzun bi vakitte tekrar görüşebilsek. düünün hayran olduğunuz bi adamla geçirdiğiniz vakitleri.
"ve aşk; o omzuna yattığında, rahatsız olmasın diye kılını bile kıpırdatmamaktır."
"bazen ne onunla yapabilirsiniz, ne de onsuz. ne terkedebilirsiniz, ne de yeniden sevebilirsiniz; sürünür gidersiniz."
"eğer bir kadının gerçek aşkı olmayı başarabilmişseniz; çok şanslısınız, çünkü sizin için hayat asla sıradan olmayacak."
(bkz: lüsyen)
kaliteli yazar. kitaplari imge yayinlari tarafinda yayinlaniyor.
ogrendik ki...
yumusak kelimeler kullanmak,onlari yutmamiz gerektiginde isimizi kolaylastiracaktir.
kibar olmak, hakli olmaktan cok daha onemli.
inkar edip icimizde sakladigimiz seyler gercekliginden hicbir sey kaybetmiyor
hayat sartlari bizi ne kadar ciddi gorunmeye zorlasa da, herkes cilginliklarini paylasacak birini ariyor.
en buyuk pismanlik, birine son bir kez "seni seviyorum" diyememis olmaktir.
parayla "klas insan" olunmuyor.
gun icinde basimiza gelen kucucuk seyler gun sonunda koca bir mutluluk hissettiriyor.
biriyle dalastigimizda tek basardigimiz onun bize daha cok zarar vermesini saglamaktir.
her yarayi saran zaman degil sevgidir.
olgunlasmanin en kisa yolu bizden daha zeki insanlardan cevre edinmektir.
asik oldugunda ne yaparsan yap gizleyemiyoruz.
birine asik oldugumuz ana kadar, hic kimse mukemmel degildir.
firsatlar asla yok olmaz. bizim kacirdiklarimizi yakalayan biri daima olacaktir.
bir gulumseme, daha guzel bir goruntuye kavusmanin
bedava yontemidir.
nasil hissedecegimizi kontrol edemesek de, o hislerle nasil basa cikacagimizi kontrol edebiliriz.
hepimiz zirvede olmak isteriz, ama asil keyif oraya tirmanirken yasadiklarimizdadir.
veee...
ogrendik ki...
zaman alismayi ogretir, ama unutmayi asla
can dundar...
yazisi ile icime islemis yazar, helal olsun valla...
yumusak kelimeler kullanmak,onlari yutmamiz gerektiginde isimizi kolaylastiracaktir.
kibar olmak, hakli olmaktan cok daha onemli.
inkar edip icimizde sakladigimiz seyler gercekliginden hicbir sey kaybetmiyor
hayat sartlari bizi ne kadar ciddi gorunmeye zorlasa da, herkes cilginliklarini paylasacak birini ariyor.
en buyuk pismanlik, birine son bir kez "seni seviyorum" diyememis olmaktir.
parayla "klas insan" olunmuyor.
gun icinde basimiza gelen kucucuk seyler gun sonunda koca bir mutluluk hissettiriyor.
biriyle dalastigimizda tek basardigimiz onun bize daha cok zarar vermesini saglamaktir.
her yarayi saran zaman degil sevgidir.
olgunlasmanin en kisa yolu bizden daha zeki insanlardan cevre edinmektir.
asik oldugunda ne yaparsan yap gizleyemiyoruz.
birine asik oldugumuz ana kadar, hic kimse mukemmel degildir.
firsatlar asla yok olmaz. bizim kacirdiklarimizi yakalayan biri daima olacaktir.
bir gulumseme, daha guzel bir goruntuye kavusmanin
bedava yontemidir.
nasil hissedecegimizi kontrol edemesek de, o hislerle nasil basa cikacagimizi kontrol edebiliriz.
hepimiz zirvede olmak isteriz, ama asil keyif oraya tirmanirken yasadiklarimizdadir.
veee...
ogrendik ki...
zaman alismayi ogretir, ama unutmayi asla
can dundar...
yazisi ile icime islemis yazar, helal olsun valla...
gazeteci, yazar, unutulmaz belgesellere imza atan ve bir o kadar da $air...
(bkz: aç gözlerini)
en sevdiğin elbiseni giydim
bu gece kokunu sürdüm
solgun yüzünü okşadım
sessizce saçlarından öptüm
yazdığın mektupları okudum
kana kana su içer gibi
plaklarını çaldım ah!
en çok o şarkıda özledim seni.
issızlık kapıyı çaldı, açmaya korktum
gece yarısı
şehir uykuya daldı, baktım dışarıya
katran karası
rüzgar telaşla kokunu getirdi bana
aldım koynuma
buseni hafızamdan koparıp
iliştirdim dudaklarıma
üşüdüm karanlıkta
tenine dokundum hissetsin diye
aç gözlerini
erguvanlarına su verdim
içerken benimle konuştular
yastığını okşadım, kokladım
anılar uçuştular
soluğun saçlarımı yaladı sanki yine
bir meltem gibi
teninin kokusu karıştı kokuma
yakıştılar
boğuldum karanlıkta
yanı başımdasın benden çok
uzaklarda
ellerimi tut dokun bana
aç gözlerini.
attım kendimi caddelere
yeşil ceketin sardı beni
yürüdüm üstüne karanlığın korkusuz
tuttum ellerini.
can dündar
(bkz: aç gözlerini)
en sevdiğin elbiseni giydim
bu gece kokunu sürdüm
solgun yüzünü okşadım
sessizce saçlarından öptüm
yazdığın mektupları okudum
kana kana su içer gibi
plaklarını çaldım ah!
en çok o şarkıda özledim seni.
issızlık kapıyı çaldı, açmaya korktum
gece yarısı
şehir uykuya daldı, baktım dışarıya
katran karası
rüzgar telaşla kokunu getirdi bana
aldım koynuma
buseni hafızamdan koparıp
iliştirdim dudaklarıma
üşüdüm karanlıkta
tenine dokundum hissetsin diye
aç gözlerini
erguvanlarına su verdim
içerken benimle konuştular
yastığını okşadım, kokladım
anılar uçuştular
soluğun saçlarımı yaladı sanki yine
bir meltem gibi
teninin kokusu karıştı kokuma
yakıştılar
boğuldum karanlıkta
yanı başımdasın benden çok
uzaklarda
ellerimi tut dokun bana
aç gözlerini.
attım kendimi caddelere
yeşil ceketin sardı beni
yürüdüm üstüne karanlığın korkusuz
tuttum ellerini.
can dündar
aşki aşagidaki dizelerle budur işte dedirtecek kadar guzel anlatan gazeteci, yazar.
askın acı hali
tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak...
evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin...
sokağa fırlayacaksın...
sokaklar da dar gelecek...
tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi...
ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü....
kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak
kadar
küçüleceksin...
birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan...
"önemli olan sağlık."
"yaşamak güzel."
"boş ver, her şey unutulur."
sen hiçbirini duymayacaksın...
gözyaşlarından etrafı göremez hale geleceksin...
ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin...
hep ondan bahsetmek isteyeceksin...
"ölüme çare bulundu" ya da "yarın kıyamet kopacakmış" deseler başını
kaldırıp "ne dedin?" diye sormayacaksın...
yalnız kalmak isteyeceksin...
hem de kalabalıkların arasında kaybolmak...
ikisi de yetmeyecek...
geçmişi düşüneceksin...
neredeyse dakika dakika...
ama kötüleri atlayarak...
onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin...
gittiğin yerlere gitmek...
bu sana hiç iyi gelmeyecek...
ama bile bile yapacaksın...
biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın...
aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin...
hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin...
aksini iddia edenlerden nefret edeceksin...
herkesi ona benzetip...
kimseyi onun yerine koyamayacaksın...
hiçbir şey oyalamayacak seni...
ilaçlara sığınacaksın...
birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan...
sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...
bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek...
boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin...
uyumak zor, uyanmak kolay olacak...
sabahı iple çekeceksin...
bazen de "hiç güneş doğmasa" diyeceksin...
ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler...
ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin...
belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak
isteyeceksin...
nafile...
düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin...
her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin...
telefonun çalmasını bekleyeceksin...
aramayacağını bile bile...
her çaldığında yüreğin ağzına gelecek...
ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla...
yüreğin burkulacak...
canın yanacak...
bir daha sevmemeye yemin edeceksin...
hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden...
onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın...
defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için kendinden nefret
edeceksin...
yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin...
onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek...
ama bir umut...
onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu...
bu umut seni gitmekten alıkoyacak...
gel gitler içinde yaşayacaksın...
buna yaşamak denirse...
razı mısın bütün bunlara...?
hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...?
o halde aşık olabilirsin ...
askın acı hali
tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak...
evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin...
sokağa fırlayacaksın...
sokaklar da dar gelecek...
tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi...
ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü....
kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak
kadar
küçüleceksin...
birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan...
"önemli olan sağlık."
"yaşamak güzel."
"boş ver, her şey unutulur."
sen hiçbirini duymayacaksın...
gözyaşlarından etrafı göremez hale geleceksin...
ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin...
hep ondan bahsetmek isteyeceksin...
"ölüme çare bulundu" ya da "yarın kıyamet kopacakmış" deseler başını
kaldırıp "ne dedin?" diye sormayacaksın...
yalnız kalmak isteyeceksin...
hem de kalabalıkların arasında kaybolmak...
ikisi de yetmeyecek...
geçmişi düşüneceksin...
neredeyse dakika dakika...
ama kötüleri atlayarak...
onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin...
gittiğin yerlere gitmek...
bu sana hiç iyi gelmeyecek...
ama bile bile yapacaksın...
biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın...
aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin...
hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin...
aksini iddia edenlerden nefret edeceksin...
herkesi ona benzetip...
kimseyi onun yerine koyamayacaksın...
hiçbir şey oyalamayacak seni...
ilaçlara sığınacaksın...
birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan...
sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...
bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek...
boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin...
uyumak zor, uyanmak kolay olacak...
sabahı iple çekeceksin...
bazen de "hiç güneş doğmasa" diyeceksin...
ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler...
ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin...
belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak
isteyeceksin...
nafile...
düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin...
her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin...
telefonun çalmasını bekleyeceksin...
aramayacağını bile bile...
her çaldığında yüreğin ağzına gelecek...
ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla...
yüreğin burkulacak...
canın yanacak...
bir daha sevmemeye yemin edeceksin...
hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden...
onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın...
defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için kendinden nefret
edeceksin...
yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin...
onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek...
ama bir umut...
onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu...
bu umut seni gitmekten alıkoyacak...
gel gitler içinde yaşayacaksın...
buna yaşamak denirse...
razı mısın bütün bunlara...?
hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...?
o halde aşık olabilirsin ...
(bkz: mustafa)
yazılarını okuduktan sonra yaşamınızı bir nebze bile olsun değistirebileceginiz usta yazarlardan. şayet bunu okuduktan sonra anlayabilirsiniz..
asil eksiklik, eksik oldugumuzu dusunmekti.
asil eksiklik,careyi baskasinda aramakti.
hayatin matematigi farkli; iki yarimi toplayinca bir etmiyor.
insan tek basina mutsuzsa baska biriyle de mutlu olamiyor.
once yalnizdik. 9 ay boyunca karanlik bir yerde disari cikmayi bekledik ve dunyaya aglayarak geldik. pisman gibiydik. ya da mecburen gelmis gibi.
biraz buyudukten sonra, kendimizi bildigimiz anda, icimizi
kemiren, kalbimizi kurcalayan o tuhaf duyguyu hissettik:
bir yerde bir eksik var. korktuk. "bunun sebebi ne?" diye sorduk kendimize.
cevabi yapistirdik: demek ki sahip olmadigimiz bir seyler var.o yuzden eksiklik hissediyoruz."
peki, neye sahip olmamiz gerekiyor? cocukken,"yasimiz kucuk" diye dusunduk.
her istedigimizi yapamiyoruz. kurallar, yasaklar var. buyuyunce her sey yoluna girecek. buyudukce bir sey degismedi. yine huzursuzduk. icimizden bir ses ayni sozcukleri fisildiyordu: "bir eksik var."
kafamiz karisti. nasil kurtulacagiz bu igrenc duygudan? nasil gececek bu? aklimiza yeni cevaplar geldi: okulu bitirince gececek. girince gececek.
para kazaninca gececek. tatile gidince gececek.
okulu bitirdik. diploma aldik. ise girdik. kartvizit aldik. calistik. para kazandik. tasindik. araba aldik. calistik.
eve yeni esyalar aldik.
tatile gittik. dans ettik. terfi ettik. kartviziti degistirdik. daha cok calistik. daha cok para kazandik.calistik.calistik.
gecmedi. "bir yerde bir eksik var" hissi, hala orada duruyordu.
bu sefer de "sevgilimiz olunca gececek" dedik.
"yalnizligimiz sona erince bu illetten kurtulacagiz."
beklemeye basladik. derken, biri cikti karsimiza. asik olduk. ve aninda baska biri olduk. daha guclu, daha guzel, daha akilli biri. hesap cuzdanlari,kartvizitler,hatta ilaclar bile boyle hissetmemizi saglamamisti.
sevgilimizin gozlerinde, daha once bize verilmemis kadar buyuk sevgi ve hayranlik gorduk.
sevgilimizin gozlerinde tanri yi gorduk. isigi gorduk.
"tunelin ucundaki isik bu olmali" diye dusunduk "kurtulduk."
sonra bir gun, daha dun bize deli gibi asik olan insan
cekip gidiverdi.
ya da artik eskisi gibi sevmedigini soyledi.
ya da baska birine asik oldugunu soyledi.
ya da daha kotusu, baska birine asik oldu ama soylemedi.
telefonu acmamasindan, elimizi tutmamasindan, sevismemesine bahane bulmak zorunda kalmamak icin biz uyuduktan sonra yataga gelmesinden anladik, bir terslik oldugunu.....
belki de sevmekten vazgecen veya terk eden sevgilimiz
degildi, bizdik. fark etmez. sonucta ask bitti. simdi her yer bombos. simdi tekrar yalniziz.
basladigimiz yere donduk. yillarca ugrastik, eksigin ne oldugunu bulamadik.
halbuki her seyi denedik, her yere baktik. oyle mi?
bakmadigimiz bir yer kaldi. icimize bakmadik.
eksik parcayi disarda aradik ama icimizde sakli olabilecegini akil etmedik.
birilerini sevdik, birileri bizi sevsin diye ugrastik ama kendimizi
sevmedik.
sasiracak bir sey yok, tabi ki sevmedik.
kendimizi sevsek bu kadar kosturur muyduk?
canimiz yanmasin diye duvarlarin ardina saklanir miydik? kendimizi bos sanip doldurmaya ugrasir miydik?
terk edilmekten korkar miydik?
asil eksiklik, eksik oldugumuzu dusunmekti.
asil eksiklik, careyi baskasinda aramakti.
hayatin matematigi farkli; iki yarimi toplayinca bir
etmiyor. insan tek basina mutsuzsa baska biriyle de mutlu
olamiyor.
herkes beni sevsin" diye ugrasinca kimse gercekten
sevmiyor, herkes sevgisine sart koyuyor, sinir koyuyor.
oysa "kendime duydugum sevgi bana yeter" diye
dusununce, kendimizi oldugumuz gibi kabullenince yarim tamamlaniyor.
her sey bir oluyor. iste o zaman perde aralaniyor. aci diniyor.
iste o zaman baska bir iyle bir araya gelerek,
hesabin kitabin, korkunun kayginin hukum surdugu sahte bir sevgi yerine, gercek bir sevgi yaratilabiliyor.
asil eksiklik, eksik oldugumuzu dusunmekti.
asil eksiklik,careyi baskasinda aramakti.
hayatin matematigi farkli; iki yarimi toplayinca bir etmiyor.
insan tek basina mutsuzsa baska biriyle de mutlu olamiyor.
once yalnizdik. 9 ay boyunca karanlik bir yerde disari cikmayi bekledik ve dunyaya aglayarak geldik. pisman gibiydik. ya da mecburen gelmis gibi.
biraz buyudukten sonra, kendimizi bildigimiz anda, icimizi
kemiren, kalbimizi kurcalayan o tuhaf duyguyu hissettik:
bir yerde bir eksik var. korktuk. "bunun sebebi ne?" diye sorduk kendimize.
cevabi yapistirdik: demek ki sahip olmadigimiz bir seyler var.o yuzden eksiklik hissediyoruz."
peki, neye sahip olmamiz gerekiyor? cocukken,"yasimiz kucuk" diye dusunduk.
her istedigimizi yapamiyoruz. kurallar, yasaklar var. buyuyunce her sey yoluna girecek. buyudukce bir sey degismedi. yine huzursuzduk. icimizden bir ses ayni sozcukleri fisildiyordu: "bir eksik var."
kafamiz karisti. nasil kurtulacagiz bu igrenc duygudan? nasil gececek bu? aklimiza yeni cevaplar geldi: okulu bitirince gececek. girince gececek.
para kazaninca gececek. tatile gidince gececek.
okulu bitirdik. diploma aldik. ise girdik. kartvizit aldik. calistik. para kazandik. tasindik. araba aldik. calistik.
eve yeni esyalar aldik.
tatile gittik. dans ettik. terfi ettik. kartviziti degistirdik. daha cok calistik. daha cok para kazandik.calistik.calistik.
gecmedi. "bir yerde bir eksik var" hissi, hala orada duruyordu.
bu sefer de "sevgilimiz olunca gececek" dedik.
"yalnizligimiz sona erince bu illetten kurtulacagiz."
beklemeye basladik. derken, biri cikti karsimiza. asik olduk. ve aninda baska biri olduk. daha guclu, daha guzel, daha akilli biri. hesap cuzdanlari,kartvizitler,hatta ilaclar bile boyle hissetmemizi saglamamisti.
sevgilimizin gozlerinde, daha once bize verilmemis kadar buyuk sevgi ve hayranlik gorduk.
sevgilimizin gozlerinde tanri yi gorduk. isigi gorduk.
"tunelin ucundaki isik bu olmali" diye dusunduk "kurtulduk."
sonra bir gun, daha dun bize deli gibi asik olan insan
cekip gidiverdi.
ya da artik eskisi gibi sevmedigini soyledi.
ya da baska birine asik oldugunu soyledi.
ya da daha kotusu, baska birine asik oldu ama soylemedi.
telefonu acmamasindan, elimizi tutmamasindan, sevismemesine bahane bulmak zorunda kalmamak icin biz uyuduktan sonra yataga gelmesinden anladik, bir terslik oldugunu.....
belki de sevmekten vazgecen veya terk eden sevgilimiz
degildi, bizdik. fark etmez. sonucta ask bitti. simdi her yer bombos. simdi tekrar yalniziz.
basladigimiz yere donduk. yillarca ugrastik, eksigin ne oldugunu bulamadik.
halbuki her seyi denedik, her yere baktik. oyle mi?
bakmadigimiz bir yer kaldi. icimize bakmadik.
eksik parcayi disarda aradik ama icimizde sakli olabilecegini akil etmedik.
birilerini sevdik, birileri bizi sevsin diye ugrastik ama kendimizi
sevmedik.
sasiracak bir sey yok, tabi ki sevmedik.
kendimizi sevsek bu kadar kosturur muyduk?
canimiz yanmasin diye duvarlarin ardina saklanir miydik? kendimizi bos sanip doldurmaya ugrasir miydik?
terk edilmekten korkar miydik?
asil eksiklik, eksik oldugumuzu dusunmekti.
asil eksiklik, careyi baskasinda aramakti.
hayatin matematigi farkli; iki yarimi toplayinca bir
etmiyor. insan tek basina mutsuzsa baska biriyle de mutlu
olamiyor.
herkes beni sevsin" diye ugrasinca kimse gercekten
sevmiyor, herkes sevgisine sart koyuyor, sinir koyuyor.
oysa "kendime duydugum sevgi bana yeter" diye
dusununce, kendimizi oldugumuz gibi kabullenince yarim tamamlaniyor.
her sey bir oluyor. iste o zaman perde aralaniyor. aci diniyor.
iste o zaman baska bir iyle bir araya gelerek,
hesabin kitabin, korkunun kayginin hukum surdugu sahte bir sevgi yerine, gercek bir sevgi yaratilabiliyor.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?