bilindiğinin aksine akıl hastanesinde ölmemiştir..
uyuşturucu bağımlılığı ona herşeyi kaybettirmiş, sokaklara düşmüş ve orda ölmüştür...
afife jale
(bkz: afife balesi)
akıl hastanesinde sessizce can verirken, aynı odada yatan bir diğer hasta, yatağı başında göbek atmaktaymış.
can dündarın kitabı yüzyılın a$klarında geçen yazıya göre tiyatro için pek çok $eyi göze almı$ fakat müslüman kadınların sahneye çıkma yasağı dolayısı ile tam anlamı ile hayat küsmü$ o sırada selahattin pınar ile tanı$mı$ ailelerin itirazına rağmen törensiz bir $ekilde evlenmi$ daha sonra bunalımı ve ba$ ağrıları sebebi ile bir eczacı tarafından kandırılarak morfine alı$tırılmı$tır.selahattin pınar ile evliyken gene aynı eczacıya a$ık olmu$ selahattin pınara "beni terk et yalvarıyorum, ben dü$üyorum seni de çekiyorum, at beni sokağa" diye yalvarmı$ fakat selahattin pınar terketmekte direnmi$tir.direni$i ancak 6 ay sürmü$tür ve 6 ayın sonunda evlilikleri bitmi$tir.
bunların üzerine selahattin pınardan güzide bir beste gelir ki; nereden sevdim o zalim kadını.
afife jale 24 temmuz 1941de öldüğünde cenazesinde sadece 4 ki$i vardır.ve bunlardan biri de selahattin pınardır.
bunların üzerine selahattin pınardan güzide bir beste gelir ki; nereden sevdim o zalim kadını.
afife jale 24 temmuz 1941de öldüğünde cenazesinde sadece 4 ki$i vardır.ve bunlardan biri de selahattin pınardır.
afife jale (1902, istanbul - 24 temmuz 1941, istanbul), ilk türk kadın tiyatro oyucusudur.
dr. sait paşanın torunudur. tiyatro sevgisiyle 1918de, türk ve müslüman kadınlarının sahneye çıkmaları yasak olan bir dönemde dârülbedâyiye (şehir tiyatroları) alınmak üzere açılan sınava girer. prof. metin and, türk tiyatrosu tarihi kitabında o dönemi "1920 yılında dârülbedâyi, hüseyin suatın "yamalar" adlı oyununu kadıköydeki apollon tiyatrosunda (şimdiki reks sineması) sahneye koyuyordu. bu oyunda emel adlı kızı oynayan eliza benemenciyan topluluktan ayrılıp yurt dışına gittiği için bu rolü yüklenecek bir bayan aranıyordu. bu rol için seçilen afife, "jale" takma ismiyle kadıköyde apollon tiyatrosunda sahneye çıkar. o tarihi geceyi, altı yıl sonra refik ahmet sevengile anlatırken "hayatımda mesut olduğum ilk gece..." diyordu; "sanatın, ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içinde idim. opiyekte güzel bir sen (scene:sahne) vardır; ağlama sahnesi... orada taşkın bir saadetle ağladım. sahiden ağladın... alkış,alkış, alkış... perde kapandı; açıldı, bana çiçekler getirdiler. muharrir hüseyin suat bey, kuliste bekliyormuş; ben çıkarken durdurdu; alnımdan öptü: "bizim sahnemize bir sanat fedaisi lazımdı; sen işte o fedaisin." dedi.
daha sonra "tatlı sır" ve "odalık" oyunlarında da polis baskını ile karşılaşır. içişleri bakanlığının gönderdiği bir genelgeyle müslüman kadınların sahneye çıkmaları yasaklandı. ancak bu işin bir de geçmişi vardı. 10 kasım 1918de, behire, memduha, beyza, refika ve afife stajyer kadrosuna alınmışlar, ötekiler işi bırakmışlardı. ikisi de sahneye çıkarılmamışlardı. refika suflör olarak çalışıyordu. tüm baskılara karşın bundan sonra burhanettin topluluğunda seniye, yeni sahne’de şaziye (moral), münir (neyire neyyir), bedia (muvahhit) milli sahnede huriye ve hikmet, ruhat gibi müslüman türk kadınları afifeyi izlediler" diye anlatır.
nezihe arazın kaleminden afife şöyle sesleniyor. "beni acıyarak değil, düşünerek severek, kucaklayarak hatırlayın. tiyatro varsa ben varım" inancı ve aşkıyla yaşıyordu afife, "olmak ya da olmamak" işte gerçek buydu onun için. "olmak"la sanatını icra etmek eşanlamlıydı, bu eşanlam da tiyatroydu. toplum hayatında ilk olmak; yani onun deyimle "ilk ateşi yakmak"," ilk türküyü söylemek"," ilk aşkı ya da direnişi başlatmak" bir olaydı ve bunun her zaman bir bedeli vardı. ilkler yol boyu bu bedeli ödediler."
bu zaptiye baskının ilkinde afife arkadaşlarınca kaçırılmışsa da daha sonra sokakta polisce yakalanarak karakola götürülür. "dinini, milliyetini unutan sen misin?" diye hırpalanır. aile içinde babası da onun tiyatrocu olmasına karşıdır. babasının gözünde afife artık fahişedir. evden de ayrı yaşamak zorundadır. bu arada darülbedaideki ücretli görevine de son verilir. güvencesiz ve parasızdır. önüne gecilmeyen şiddetli başağrıları başlar. hekimi morfinle tedavi yoluna giderek büyük bir yanlışlık yapar. bunun sonucu afife artık bir morfinmandır. bu nedenle yaşamının son yıllarını bakırköy akıl ve sinir hastanesinde geçirir ve 39 yaşındayken burada ölür.
dr. sait paşanın torunudur. tiyatro sevgisiyle 1918de, türk ve müslüman kadınlarının sahneye çıkmaları yasak olan bir dönemde dârülbedâyiye (şehir tiyatroları) alınmak üzere açılan sınava girer. prof. metin and, türk tiyatrosu tarihi kitabında o dönemi "1920 yılında dârülbedâyi, hüseyin suatın "yamalar" adlı oyununu kadıköydeki apollon tiyatrosunda (şimdiki reks sineması) sahneye koyuyordu. bu oyunda emel adlı kızı oynayan eliza benemenciyan topluluktan ayrılıp yurt dışına gittiği için bu rolü yüklenecek bir bayan aranıyordu. bu rol için seçilen afife, "jale" takma ismiyle kadıköyde apollon tiyatrosunda sahneye çıkar. o tarihi geceyi, altı yıl sonra refik ahmet sevengile anlatırken "hayatımda mesut olduğum ilk gece..." diyordu; "sanatın, ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içinde idim. opiyekte güzel bir sen (scene:sahne) vardır; ağlama sahnesi... orada taşkın bir saadetle ağladım. sahiden ağladın... alkış,alkış, alkış... perde kapandı; açıldı, bana çiçekler getirdiler. muharrir hüseyin suat bey, kuliste bekliyormuş; ben çıkarken durdurdu; alnımdan öptü: "bizim sahnemize bir sanat fedaisi lazımdı; sen işte o fedaisin." dedi.
daha sonra "tatlı sır" ve "odalık" oyunlarında da polis baskını ile karşılaşır. içişleri bakanlığının gönderdiği bir genelgeyle müslüman kadınların sahneye çıkmaları yasaklandı. ancak bu işin bir de geçmişi vardı. 10 kasım 1918de, behire, memduha, beyza, refika ve afife stajyer kadrosuna alınmışlar, ötekiler işi bırakmışlardı. ikisi de sahneye çıkarılmamışlardı. refika suflör olarak çalışıyordu. tüm baskılara karşın bundan sonra burhanettin topluluğunda seniye, yeni sahne’de şaziye (moral), münir (neyire neyyir), bedia (muvahhit) milli sahnede huriye ve hikmet, ruhat gibi müslüman türk kadınları afifeyi izlediler" diye anlatır.
nezihe arazın kaleminden afife şöyle sesleniyor. "beni acıyarak değil, düşünerek severek, kucaklayarak hatırlayın. tiyatro varsa ben varım" inancı ve aşkıyla yaşıyordu afife, "olmak ya da olmamak" işte gerçek buydu onun için. "olmak"la sanatını icra etmek eşanlamlıydı, bu eşanlam da tiyatroydu. toplum hayatında ilk olmak; yani onun deyimle "ilk ateşi yakmak"," ilk türküyü söylemek"," ilk aşkı ya da direnişi başlatmak" bir olaydı ve bunun her zaman bir bedeli vardı. ilkler yol boyu bu bedeli ödediler."
bu zaptiye baskının ilkinde afife arkadaşlarınca kaçırılmışsa da daha sonra sokakta polisce yakalanarak karakola götürülür. "dinini, milliyetini unutan sen misin?" diye hırpalanır. aile içinde babası da onun tiyatrocu olmasına karşıdır. babasının gözünde afife artık fahişedir. evden de ayrı yaşamak zorundadır. bu arada darülbedaideki ücretli görevine de son verilir. güvencesiz ve parasızdır. önüne gecilmeyen şiddetli başağrıları başlar. hekimi morfinle tedavi yoluna giderek büyük bir yanlışlık yapar. bunun sonucu afife artık bir morfinmandır. bu nedenle yaşamının son yıllarını bakırköy akıl ve sinir hastanesinde geçirir ve 39 yaşındayken burada ölür.
(bkz: afife ödülleri)
23 temmuz 1941 günü ölen türkiyeli tiyatro sanatçısı.
turkiyenin ilk kadin tiyatrocusu.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?