a distance there is

rutubet
sözleri ve türkçe meali;

come in out of the rain thou sayest -
but thou ne’er stept’st aside;
and i am trapp’d - a distance there is...
none, save me and the bodkin - pitter-patter on the roof;
behold! - ’tis not the rain; thence me it has to be -
i will not drink thy vintage wine, my dear;
thou hast heed’d that i am of innocence,
yet thou let’st thy lass into peril -
thou let’st me be parched;
my heart is of frailty, my pale skin is hued damask.
when thou thy tears hast hidden,
"come back!" thou sayest - there i soon am to be -
but how am i to run when my bones, my heart
thou hast me bereaft - but run thou sayest;
i run - and there and then i behold
that a time will come when i again dead will be.
thou tell’st me to leave without delay -
i leave with my bodkin and my tears in my hands;
lo! - the shadows, the sky - descending;
so by a dint of smite i gait ere i run and melt together with dusk.
in my mind in which is this event,
but it seems as if naught is to change anyway?!
after all these years thou left’st me down in the emotional depths -
the sombre soaked velvet-drape is hung upon me,
turning my feelings away from our so ignorant world;
all the beautiful moments shared, deliberately push’d aside -
...a distance there is...

duyuyor musun çatındaki sesleri? yağmur değil o, benim..
kovmadın belki ama, içeri girmekten hala korkan, ama hala kapına gelmiş olan benim.
"kaç yağmurdan, içeri gel" diyorsun ama bilmiyorsun ki sevgilim, aramızda bir uzaklık var
bütün o güzel şarkıların bahsettiği uzaklık değil belki ama; dip dibe olsak bile kalacak o uzaklık..
sıcak olan herşeyi alıp götüren, bir şekilde yalıtan uzaklık.
öyle ki, yumruklaya yumruklaya kapını çalsam bile yağmur pıtırtısı kadar uzak gelecek..
biliyorum ki ne gözyaşları döküldü, dondu buz oldu sonra tekrar kırıldı
ama artık sonunda üzüleceğimiz tek bir kelime çıkmayacak ağzımdan
şarabından içmeyeceğim.
sen erkeğini susuz bırakıyorsun, ölüme terk ediyorsun..
kalbim ne kadar kırılgan, tenim ise ne kadar renkli..
güzel zamanlardan kalan bütün o renkler tenimde şimdi, ama içimde sadece karanlık var,
ve yağmurun çiselemesi gibi soğuk..
ama sen, gizlice gözyaşı döktüğünde, "geri gel!" dediğinde, nasıl da koşar gelirim hemen yanına
ama nasıl koşabilirim sen benim kalbimi alıp; kemiklerimi aciz bıraktığında?..
ama "yetiş" diyorsun ve ben yine de koşuyorum.. koşuyorum ve koşuyorum.
koşuyorum ve bir an da olsa yanındayım, ama biliyorum;
öyle bir zaman gelecek ki ben yine ölmüş olacağım. bana gitmemi söylüyorsun..
elimde gözyaşlarım, ayrılıyorum; gölgeler ve gökyüzü üstüme kapanıyor adeta.
son bir adım daha atıp alacakaranlıkla eriyorum.
bütün olanlar var aklımda, ama hiçbir şey de değişmeyecek sanki.. belki de değişmemeli..
bunca yıldan sonra beni kendi duygularımın derinliğinde bıraktın
gölgelerle sırılsıklam olmuş kadife bir örtü üzerimde örtülü
bütün hislerimi bu umursamaz dünyadan çevirdim.
bütün o güzel anlar, özellikle bir kenarda bekliyor..
öyle uzağız ki..
sipsi
theatre of tragedy’nin en iyi şarkısıdır. küveti doldurup, şarabı alıp, mumları yakıp biraz kafamı dinleyeyim denen bir anda, winampın güzelliğiyle kulağa doluverince ’my heart my heart my heart’ dedirtir ya insana, o güzeldir işte... repeate aldırır kendini, kadife ölüm sesi gibi gelir... eğer şarkıların bir içki karşılığı varsa bu şarkınınki vintage winedır. hasat mevsimidir, üzümler toplanmıştır, sesler bir artmıştır bir azalmıştır, yaşam kısalmıştır, ömür bir yudum kalmıştır...

’and there and then i behold that a time will come when i again dead will be
thou tell’st me to leave without delay
i leave with my bodkin and my tears in my hands,
lo! the shadows, the sky-descending,
so by a dint of smite i gait ere i run and melt together with dusk.’

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol