mithat bereketin cnn turkte yayinlanan programinin bir? bolumluk konusu.
iste o programda konusulan soylenenler.
şarkılar, türküler; kısacası sesler, aslında, sosyal tarihin en güzel, en kalıcı tanıklarıdır. yakın tarihimizde yaşanan önemli olayların çoğu anında şarkılara, türkülere yansımış.siyaset şarkıları, şarkılar da siyaseti etkilemiş; değiştirmiş... işte biz de bu defa pusula’da, türk-amerikan ilişkilerine, tarihin sesli tanıkları olan şarkılar ve türküler yardımıyla bakacağız. marshall yardımı, kore savaşı, johnson mektubu, kıbrıs barış harekatı, ambargo, körfez savaşı, irak tezkeresinin reddi, washington’dan gelen sert eleştiriler, amerika’yla son dönemde yaşanan gerginlikler ve başbakan recep tayyip erdoğan’ın gelecek ay washington’da başkan bush’la yapacağı görüşme.. türk-amerikan ilişkilerinde yaşanan inişler çıkışlar.. işte bunların hepsi de şarkılara, türkülere kısacası saza ve söze doğrudan yansımış. gelin, türkiye’deki amerikan imajının, iki ülke arasında yaşanan olaylara göre nasıl değiştiğine bu defa farklı bir açıdan; şarkılardan, türkülerden kısacası plaklardan bakalım. şimdi hazır olun pusulamız dönmeye başlıyor.
amerika’yla ilişkilerimize şarkıların türkülerin; kısacası notaların, seslerin tanıklığıyla bakmak için herşeyden önce eski parçaları; eski şarkıları araştırıp bulmak gerekiyor. bunun en iyi yapılabileceği yer de kuşkusuz işte bunun gibi sahaflar.
mithat bereket: merhaba.
adviye dayıoğlu: merhaba hoş geldiniz.
mithat bereket: biz pusula programı için, türk- amerikan ilişkileri ile ilgili bazı kaynaklar arıyoruz. eski plaklar, eski dergiler ya da kitaplar, sizde var mı?
adviye dayıoğlu: şu rafa bakabilirsiniz..
mithat bereket: peki teşekkürler. ben bir bakayım.
adviye dayıoğlu: rica ederim.
mithat bereket: ben burada aradığım konuyla ilgili bir yazı buldum, bir araştırma buldum. araştıran ve yazan da bir akademisyen: mehmet alkan.. acaba, mehmet alkan’ın başka eserleri var mı sizde?
adviye dayıoğlu: başka eserleri yok maalesef ama, kendisi burada. buyrun isterseniz kendisine sorun.
mithat bereket: öyle mi?
adviye dayıoğlu: evet
mithat bereket: merhaba. mithat bereket ben.
mehmet alkan: merhaba mithat bey, sizi tanıyorum.
mithat bereket: teşekkürler, biz pusula programı için, türk-amerikan ilişkilerine şarkıların gözüyle, kulağıyla bakan bir araştırma yapıyoruz. burada da; ben bu dergide de sizin bir araştırmanızı gördüm. bu konuda bize yardımcı olabilir misiniz acaba?
mehmet alkan: elbette. o konuda yapılmış bazı araştırmalarım var, üstelik, o konuda topladığım belgeler ve sesli belgeler diyebileceğimiz plaklar var
mithat bereket: öyle mi?
mehmet alkan: evet ve bu malzeme benim evimde şu anda.
mithat bereket:harika.
mehmet alkan: isterseniz evim de yakında, orada beraber bakalım onlara.
mithat bereket: tamam buyurun o zaman gidelim.
mehhet alkan’ın evinde…
mithat bereket: amerika’yla ilişkilerimizin tarihi nereye dayanıyor? yani, amerika’yla ilk ilişkiler nasıl ve ne zaman başladı?
mehmet alkan: hemen hemen amerika birleşik devletleri’nin kurulmasından itibaren diye cevap verebiliriz bu soruya. amerikalı tüccarların akdeniz’de ticaret yapmaya başladıkları andan itibaren, ki o zamanlar kuzey afrika toprakları osmanlı sınırları içerisindeydi. bir anlamda ilk ticari ilişkiler de o dönemden itibaren başlamış oldu. ikinci evrede diplomatik ilişkilerin kurulması geliyor. bakın ben bu malzemelerin çoğunu zaten ben derslerde kullanmak için topladım, bu da onlardan biri. bu osmanlı devleti’yle amerika birleşik devletleri arasında yapılan ilk diplomatik anlaşma. 7 mayis 1830 tarihini taşıyor.
“ticaret ve seyr-ü sefayin” anlaşması denilen bu metne göre , amerikan ticaret gemileri bundan böyle akdeniz’de rahatça dolaşabileceklerdi. ayrıca, anlaşmayla birlikte amerika’ya “en ayrıcalıklı devlet” statüsü de veriliyordu. o dönemde dünyanın büyük güçlerinden biri olan osmanlı imparatorluğu, yeni kurulmuş olan amerika birleşik devletleri’yle pek de ilgilenmemiş; daha doğrusu bu uzaktaki ülkeyi pek önemsememişti. amerika’da, türkiye ve türkler üzerine yazılmış ilk kitaplardan biri de 1852’de yayınlandı. doktor jerome smith’in kaleme aldığı bu ince kitabın adı: “türkiye ve türkler”di. jerome smith, istanbul’u, haliç’i, boğaziçi’ni, izmir’i, ve hatta kıbrıs ve rodos’u tanıttığı bu kitabında, aynı zamanda osmanlı’daki saray hayatı ve adab-ı muaşeret kuralları hakkında da bilgiler veriyordu. o dönemde daha çok osmanlı coğrafyasında ticaret yapmak isteyen amerikalıların ilgi gösterdiği bu kitap, boston’da basılmıştı ve içinde çeşitli çizimler de vardı. aynı yıllarda, istanbul halkı, tarihlerinde ilk defa bir amerikan savaş gemisini tophane açıklarında demirli görüyorlardı. bu ilginç olayı ünlü araştırmacı ve edebiyatçı sunay akın kendine has uslübuyla bakın nasıl anlatıyor:
sunay akın: 1855 yılında david dixon porter kaptanlığında bir gemi marmara denizi’nden giriş yapar istanbul boğazı’na. tophane açıklarında demirleyen bu gemi tüm istanbul’un ilgi odağı olur. geminin istanbul’a geldiğini duyan herkes, ama herkes tophane’ye doğru koşar. neden mi? bunun nedeni geminin direğine asılı bayrak. evet öyle bir bayraktır ki bu; üstünde çok ama çok sayıda yıldız vardır ve istanbul’lu bu denli yıldızlı bir bayrakta ilk kez birarada görmektedir. tahtta dönemin padişahı sultan abdülmecid oturmakta. abdülmecid, saray penceresinden şöyle bir bakar limana:
-lala bu gelen kim ola?
-devletlim, amerika birleşik devletleri derler namına.
abdülmecid şaşırır.
-tek başlarına gemi alamamışlar da birleşmişler de mi almışlar? kim bu amerika? neden geldi bir savaş gemisi, david dixon porter kaptanlığında istanbul’a? o yıllarda mavi ceketliler, yani amerika süvarileri kararlı. kızılderililerin işini bitirecekler ve o yıllarda kızılderili direnişi amerika’da iç bölgelere, yani çöllere çekilmiş ve süvariler oraya atlarıyla giremiyorlar. çölde ne gider? “çölde giden bir hayvan olsa, kizilderililerin işini bitireceğiz” derler ama öyle bir hayvan yok ki! biri çıkıyor diyor ki:
-efendim çölde giden bir hayvan var.
- bedir?
-deve
-ne?
-deve
bakın o yıllarda biz amerika’yı, amerika ise deveyi tanımıyor. dünya bir zamanlar böyle bir yerdi. karar alınıyor, kimde var deve? osmanlı’da.
-gidilsin 30 deve satın alınsın.
david dixon porter o 30 deveyi satın almak için geldi istanbul’a. aldılar ve gittiler. işte bu da bizim tarihimizde amerika birleşik devletleri’ne ilk ve tek silah yardımımızdır.
ne gariptir ki, o zaman amerika’ya yardım eden türkler, daha sonraki yıllarda amerikan yardımına muhtaç hale gelecekti.
mithat bereket: peki, bundan sonra yani 1800’ler, 1900’lerden sonra neler oldu? genç türkiye cumhuriyeti’nin amerika’yla ilişkileri nasıl gelişti? bu açıdan en önemli dönüm noktası ya da olay neydi?
mehmet alkan: osmanlı’yla amerika birleşik devletleri arasındaki diplomatik ilişkiler 1917’de kesildi, çünkü savaşın iki karşı tarafıydı osmanlı ve amerika. sonra cumhuriyetin kuruluşundan yaklaşık 4 yıl sonra 1927’de de diplomatik ilişkiler başladı. ama genç cumhuriyetin cumhurbaşkanı mustafa kemal atatürk’ün 1930’ların ortasında amerikan milleti’ne hitaben yaptığı bir konuşma vardır: “muhterem amerikalı’lar”, diye başlayan, önemli bir dönüm noktasıdır türk-amerikan ilişkilerinde.
mithat bereket: çok ilginç.
atatürk
muhterem amerikalılar! türk milletiyle amerika milletinin ve karşılıklı olduğuna emin olduğum muhabbet ve samimiyetin tabii neşri hakkında birkaç söz söylemek isterim.
türk milleti esasen demokrattır. eğer bu hakikat, şimdiye kadar medeni beşeriyet tarafından tamamıyla anlaşılmamış bulunuyorsa, bunun sebeplerini muhterem sefiriniz osmanlı imparatorluğu’nun son devirlerini işaret ederek çok güzel ifade ettiler…
mehmet alkan: bu konuda kullanabileceğimiz 2. sesli kaynak veya tanık, 2. dünya savaşı sırasında amerika birleşik devletleri’nin türkiye’ye gönderdiği bu propaganda plağıdır.
bu gördüğünüz plak gerçekten de çok ilginç. 2. dünya savaşı sırasında, savaşa girmeyen türkiye’ye amerika’yı ve amerikan ordusunun kahramanlıklarını anlatmak için hazırlanmış bir plak bu. plağın ön yüzünde o zamanki amerikan başkanı roosevelt’in resmi ve “amerika, dünyanın hürriyetsever insanları için harbediyor; savaşıyor”, sözü var. daha da ilginci bu plağın her iki tarafını da defalarca gramofonda çalabilmek için gerekli olan iğneler de burada verilmiş. yani, herşeyiyle kullanıma hazır bir propaganda plağı bu. içindeyse amerikan marşları ve önemli mesajlar var. bakın birlikte dinleyelim.
amerikan kuvvetlerinin arasında en çok söhret almış olanların birisi de marinlerdir. bunlar amerikan deniz kuvvetlerine mensup kara askerleridir. bu erler şimdi dünyanın her tarafında harbediyorlar. işte size şimdi bunların şarkısını veriyoruz. bu şarkıyı dinlediğiniz vakit, işittiğiniz zaman bunun amerikan marinlerine mensup kuvvetler olduğundan emin olabilirsininz. bunu söyleyenlerin sizin ve hürriyetin dostu olduğundan emin olabilirsiniz...
bupropaganda plağının en önemli ve en ilginç bölümü işte burası. dinlediniz... burada, sanki türkiye 2.dünya savaşı sırasında naziler tarafından işgal edilecekmiş gibi bir senaryo çizilmiş ve açık açık, “bu marşı duyarsanız bilin ki sizin dostunuz amerikan deniz piyadeleri; yani marin’ler gelmiştir. onları bu marştan tanıyın. onlar sizin dostunuzdur”, diyor. yani, büyük ihtimalle bu plak nazilerin türkiye’yi işgali olasılığına karşı hazırlanmış bir propaganda plağı... bakın plağın arka yüzündeyse üzerinde yıldız bulunan amerikan savaş uçaklarının tanınması için şöyle yazılmış: “zafer ve hürriyet müjdecisi, amerikan harp tayyarelerinin nişanı yıldız” ve bu yüzde de popüler amerikan havaları; yani şarkıları kaydedilmiş..
bu en son popüler amerikan havalarından biridir. amerika’da çocuklarımız ve kızlarımızın söylediği bir şarkı. mühimmat fabrikalarında, top fabrikalarında, montaj hatlarında imalatı fazlalaştırmak için söylenen bir şarkı. harp meydanlarında askerin sevdiği bir harp türküsü. şarkının ismi şudur: “mahmuzlarım şıkırdarken” canlı, heyecanlı bir harp türküsü.
türkiye nazi işgalini yaşamadı ama, ikinci dünya savaşı’ndan sonra amerika’nın türkiye’ye ilgisi daha da artarak devam etti. 1947’de truman doktrini adı verilen bir politikanın parçası olarak washington, türkiye’yle yunanistan’a askeri ve ekonomik yardım yapmaya başladı. amaç, komünizmin yayılma tehlikesine karşı yeni müttefikler kazanmaktı. bunun devamındaysa 1948’de ünlü marshall yardımı geldi. dünyanın yeni süper gücü, en büyük rakibi sovyetler birliği’ne karşı türkiye’yi yanına çekip güçlendirmeye çalışıyordu. 1950’lerin başına kadar devam eden bu yardım, türkiye’nin kalkınma hamlesindeki en önemli katkılardan biri oldu. türkiye’nin istikameti artık iyice belli olmuştu. 1950’de demokrat parti’nin iktidara gelmesi ve amerikan ordusuyla türk ordusunun kore’de beraberce savaşmaları, iki ülkeyi birbirine biraz daha yaklaşırdı.
özellikle marshall yardımıyla birlikte amerika’dan gelen paralar, o zamanki demokrat parti iktidarına arayıp da bulamadıkları bir fırsat verdi. artık her mahallede bir milyoner yaratılacaktı ve türkiye de küçük amerika olacaktı. başbakanından cumhurbaşkanına kadar türkiye’de hemen hemen herkes amerikan hayranıydı artık. bakın bunun en güzel örneğiyse bu elimde gördüğünüz plak. 1954’te izmir fuarı’nda bedava dağıtılan bu plağın bir yüzüne atatürk’ün, george washington’un ya da namık kemal’in, roosevelt’in hatta ziya gökalp’in sözleri kaydedilmiş.
türk ve amerikan hürriyetperverleri insan ve milletlerin hürriyete olan haklarını da mükemmelen ifade etmişlerdir.
atatürk “hürriyetin de, müsavatin da, adaletin de istinat ettiği nokta millet hakimiyetidir.”
thomas jefferson “ bize hayatı veren tanrı, aynı zamanda hürriyeti de vermiştir.”
atatürk “millete efendilik yoktur, hakimlik vardır. bu millete hizmet eden onun efendisi olur.”
george washington “hürriyet, kök saldığı zaman çabuk büyüyen bir nebattır.”
ancak, bu plağın kuşkusuz en önemli tarafı diğer yüzü. burada plak ikiye ayrılmış, bir tarafında new york’un resmi, diğer yarısındaysa istanbul var. burada, “amerika ve türkiye kardeştir”, imajı işleniyor ve bu ilginç plağın bu yüzündeki şarkı da son derece önemli. 1950’lerde türkiye’de çok tutulan, dillerden düşmeyen ünlü bir şarkı bu. celal ince’nin söylediği dostluk şarkısı. buyrun dinleyelim..
dostluk şarkısı
amerika, amerika, türkler dünya durdukça,
beraberdir seninle, hürriyet savaşında.
bu bir dostluk şarkısıdır, kardeşliğin yankısıdır,
korede olduk kan kardeşi, sönmez bu dostluğun ateşi.
azmimizdir hür yaşamak, dünyada sulhu sağlamak,
dalgalanır hep bu uğurda, istiklal aşkı ruhumuzda.
amerika, amerika, türkler dünya durdukça,
beraberdir seninle, hürriyet savaşında.
senin new yorkun, yükselir göklere,
senin istanbulun, destandır dillere,
amerika, amerika, türkler dünya durdukça,
beraberdir seninle, hürriyet savaşında.
ankara ile washington, izmirin ile san franciscon,
benzer derler birbirine, doyulmaz güzelliklerine.
o muhteşem beldelerin, pınarların nehirlerin,
ünlü şelalen niyagara, haykırır gücünü dünyaya.
amerika, amerika, türkler dünya durdukça,
beraberdir seninle, hürriyet savaşında.
senin new yorkun, yükselir göklere,
senin istanbulun, destandır dillere.
amerika amerika, türkler dünya durdukça,
beraberdir seninle, hürriyet savaşında.
günümüzde amerika’da yaşayan celal ince’nin bu unutulmaz şarkısının moda olduğu dönemde iki ülke arasındaki en büyük resmi ziyaret de gerçekleşiyordu. zamanın cumhurbaşkanı celal bayar, 27 ocak 1954’te amerika’ya gitti.. bayar ve “beraberindeki heyet ingiltere’den “mauritanya” transatlantiğiyle yola çıkmış ve uzun bir yolculuktan sonra amerika’ya varmışlardı. zamanın teknolojisi ancak buna izin veriyordu. amerikan kongresinde bir konuşma yapan bayar, daha sonra tüm amerika’yı dolaştı. new york, princeton, san fransisco, los angeles, las vegas ve dallas, türkiye cumhurbaşkanı’nın uğradığı şehirlerden sadece birkaçıydı. bayar’ın amerika gezisi tam 1 ay sürdü. cumhurbaşkanı amerika kıtasından ayrıldığında takvimler 27 şubat’ı gösteriyordu. bu geziden yaklaşık 6 ay sonraysa, bu kez ziyaret sırası başbakan adnan menderes’teydi.
mithat bereket: türkiye’deki amerikan hayranlığı ve güllük gülistanlık bir hava içinde geçen, gelişen ilişkiler 1950’ler böyle geçti. peki 1960’lara gelindiğinde neler oldu, bu iyimser hava devam etti mi ilişkilerde?
mehmet alkan: aslında bu hava 50’li yılların sonunda dağılmaya başladı. 1959 yılında morrison olayı dediğimiz bir olay. bir amerikalı subayın bir kişiyi ezmesi, 10 kişiyi yaralamasıyla başlayan bir olay ve bu olay sonunda amerikalı subayın hiç bir ceza almaması. bakin bu olay şu gördüğümüz kitapta anlatılır, ki amerikan ilişkilerinde ilk kırılmanın, o bahar havasının artık bittiğine dair ilk işaretlerden biridir.
aslında morrison olayı, türk amerikan ilişkilerinin bundan sonra yokuş aşağı bir seyir izleyeceğinin belki de ilk habercisiydi. “amerikan karşıtlığı”, 1960’ların başında önce türk solunda belirmeye başladı. zamanın demokrat parti iktidarı, amerika’ya kayıtsız şartsız teslim olmakla ve türkiye’yi nato’nun fedaisi yapmakla suçlanıyordu. ancak, zamanın amerikan başkanı john f. kennedy’nin, atatürk’ün ölümünün 25. yılı nedeniyle yayınladığı ve bir plağa kaydedilen şu mesajı, türkiye’deki amerikan taraftarlarını kısa bir süre için de olsa rahatlatacaktı.
atatürk, türkiye ve birleşik amerika arasındaki geleneksel dostane münasebetlerle yakından ilgileniyordu. o, demokratk hükümetlerimizi nazar-i dikkate almış ve ileri bir görüşle “şimdi dostuz, gelecekte çok daha yakın dost olacağı” demişti. atatürk’ün bağımsız bir türkiye’de, hür ideallere bağlı bir idare kurulması için hazırladığı sağlam temel, şimdiki samimi anlaşmamızın dayanağıdır […] ölümünün yıldönümünde bu büyük adamı saygıyla selamlarım.
başkan kennedy’nin ani bir suikastle öldürülmesi türk halkını da üzdü. ancak, kennedy’den sonra başkan olan johnson’un 1964’te ismet inönü’ye gönderdiği tehdit mektubu, büyük tepki çekti. kennedy’nin yarattığı olumlu hava dağılmış, amerika’ya tepkiler artık daha yüksek sesle dillendirilmeye başlamıştı. o yıllarda, türkiye’de siyasi mizah yapan en önemli grup olan ateş böcekleri’nin hazırladığı bu parça da bütün bu tepkilerin en güzel göstergesiydi.
(johnson çiftliğe akar-önce ilk 2 veya 3 kıta akar-işaretlidir sonra üzerine v.o. gelir ve somunda son kıta duyulur- ve sonunda v.o. devam eder)
johnson mektubunun basına sızdırıldığı günlerde amerika’da da yeni bir seçim süreci de başlamıştı. işte türk halkı bu seçimlerde johnson’a karşı öldürülen john kennedy’nin kardeşi robert kennedy’e destek veriyordu. lyndon johnson çiftliğine geri dönmeli, kennedy başa geçmeliydi. ama, öyle olmadı. başkan johnson, 1964’teki seçimleri kazandı.. üsteklik aynı yıllarda, türk solunun “amerikan nefretini” iyice körükleyecek önemli bir savaş da başlıyordu: vietnam..
amerikan ordusunun vietnam’a saldırması ve buradaki savaşta masum kadınların çocukların öldürülmesi, tüm dünyada olduğu gibi türkiye’de de nefretle karşılandı. işte böyle bir ortamda, türkiye’de ilk kez 1965 seçimlerinde parlamentoya girmiş olan ve sol kesimde büyük bir etkisi bulunan türkiye işçi partisi miletvekili çetin altan’ın doldurduğu bir plak büyük ses getirdi. amerika’nın vietnam’daki haksız savaşını konu edinen bu plağın kabının bir yüzünde bu savaşla özdeşleşmiş vietnamlı çocuk askerlerin fotoğrafı bulunmaktaydı. kapağın diğer yüzündeyse çetin altan’ın oğlu mehmet’le çekilmiş bir fotoğrafı vardı. hazırlanan konuşmanın adıysa “ağıt”tı..
365 kişiydiler, yaşlarının ortalaması 15’ti, yani ortanca oğlum mehmet’ten de küçüktüler. bir uzak asya yeşili uzanıyordu ormanlara, gök bulutlarla kapalıydı. ortadan bir su geçiyordu. […] onlar 365 çocuktular, 13’ünde 14’ünde olanlar da vardı aralarında, 16’sında 17’sinde olanlar da. ajanslar yaşlarının ortalaması 15’ti diye bahsedecekti onlardan […] botları çapraz bağlı, başlıkları kasklı, elleri mitayyetli adamlar geliyorlardı buraya. kaliforniya’dan, florida’dan, teksas’tan, masacusset’ten geliyorlardı. süpersonik jetleri, boğucu gazları, napalmları, bilyeli bombalarıyla geliyorlardı. ve vietnam’ın çocukları, kara kara gösleri, somurtmuş etli dudakları, dik siyah saçlarıyla başlarını sallıyorlardı: olmaz! “olacak” diyordu amerikan silah fabrikatörleri, çelik fabrikatörleri, petrolcüleri, armatörleri, detroit trilyonerleri, “olacak!” ve pentagon’daki sırım boylu generaller tekrarlıyorlardı, “olacak!” […] tankları, helikopterleri, telsizleri, konserveleriyle gelmişlerdi oraya. […] hiçbirinin bıyığı bile terlememişti. bir kadın dudağının lezzeti bile sinmemişti dudaklarına, ama çember çevirip, kaydırak da oynayamamışlardı kendi mahallelerinde. çocuk olmaya bile fırsat bulamadan kahraman olmuşlardı. […] birden bir hışımla inledi gökler, kara kara, bulut bulut geliyordu uçaklar. patlayan yılan ıslıkları, savrulan taş toprak ve yağan, yağan, yağan bombalar. […] düşürdüler bir tanesini bunların, dalından kopuveren bahar çiçekleri gibi düşerlerken yerlere, bombalar yağıyor ve çalışıyordu mitralyözler. […] 6 gün dayandılar, gecesi, gündüzü, sabahı, akşamı, öğlesi,ikindisiyle 6 gün dayandılar. 6 gün sonra da ne kaçtılar, ne teslim oldular. sadece onların olan toprağı elleriyle, avuçlarıyla, göğüsleriyle sarılarak öldüler. […] sonra botları çapraz bağlı amerikan subayları geldiler. vücutları delik deşik, elbiseleri liğme liğme, vurulmuş vietnam çocuklarına baktılar, “öldürülecek yaştaydılar” dediler. ajanslar tekrarladılar bu sözleri: öldürülecek yaştaydılar! ....
dün vietnam, bugünse irak ve özellikle de felluce.. 1960’larda komünist düşmanlara yataklık yapıyor diye kadınları çocukları öldüren amerikan askerleri, bugün de direnişçilere destek veriliyor diye felluce’nin altını üstüne getirdiler. bulutsuzluk özlemi’nin beyni nejat yavaşoğulları felluce’yi, duyulan tepkiyi ve bunu seslere, notalara yansıtmalarını bakın nasıl anlatıyor:
nejat yavaşoğulları: benim o şarkıyı yaparken asıl beni etkileyen ve beni harekete geçiren nokta, oraya operasyon başlayacağı daha önceden açıklanmıştı ve önce doktorların cep telefonları toplandı, oranın dünya ile olabilecek iletişimi kesildi, yanlarına sadece kendilerine bağlı olan gazetecileri, “embedded” dediğimiz türdeki gazetecileri alarak operasyon başlattılar ve hani yıllar önce cerebrenika’da kadın ve çocukları çıkartmışlardı da orada birşeyler oldu ama kimse ne olduğunu bilmiyordu, ama sonradan orada neler olduğu ortaya çıkmıştı, yani bütün bunları hatırlattı bana.
nejat yavaşoğulları: şimdi 70’lerde hani bizdeki saz şairleri falan var, hatta cem karacalar falan var, dünyada da öyle aslında 70’lerde. 70’lerde de işte vietnam savaşı var, dünyadaki müzisyenler de büyük rock festivalleri düzenliyorlar ve işte orada barış şarkıları söyleniyor, farklı bir dünyanın mümkün olabileceği anlatılıyor şarkılarda, bob dylan, joan baez, ondan sonra ne bileyim bir sürü grup.
1960’ların sonlarına kadar türkiye’deki amerikan karşıtlığının en önemli dayanak noktaları johnson mektubu ve vietnam savaşı’ydı. 1970’lerin başındaysa amerika’nın aldığı bir karar türkiye’deki amerikan karşıtlığını bu kez sağcı kesimlere de taşıyacaktı. johnson yönetimi durup dururken, “amerika’ya giren kaçak afyonun yüzde 85’i türkiye’de üretiliyor”, diyerek, türkiye’den haşhaş ekimini yasaklamasını istiyordu. aksi takdirde ankara’ya verilen amerikan yardımı askıya alınacaktı. bu gelişme, anında şarkılara ve türkülere yansıdı.. üstelik bu defa tepkiler iyice sertleşmiş hatta, hakaret derecesine ulaşmıştı. mehmet koç’un şarkısı bunların en sık dinleneniydi:
[...] haşhaşı da ekeceğiz, seni yurttan sökeceğiz
halk bayrağın dikeceğiz, ulan amerikan köpeği.
1973 seçimlerinin ardından bülent ecevit’in başbakanlığında kurulan chp-msp koalisyonunun ilk icraatı haşhaş ekimini serbest bırakmak oldu. bu karar washington’da çok büyük tepki yarattı. bu kez iş ciddiydi. türkiye’ye ambargo konulacaktı. tabii bu ambargo kararı türkiye’de çok büyük bir halk tepkisiyle karşılandı. aşık ferhat’ın okuduğu, sözü ve müziği kendine ait olan bir şarkı o yıllarda herkesin dilinde dolaşmaya başladı. artık şarkılardaki hakaret, yerini apaçık küfüre bırakmıştı :
[…]
ne hal ettin etiyopya’yı
işte sana gör küba’yı
saramazsın bu yarayı
oşt amerika, ..şt amerika
kana buladın şili’yi
öldürdünüz allende’yi
koyduk meydana kelleyi
oşt amerika, ..şt amerika
[...]
mithat bereket: 1970’lerin ortalarına gelindiğinde demek ki ilişkiler bu kadar gerginleşti. peki bundan sonra ne oldu özellikle tabii 1974 kıbrıs barış harekatı var sırada, bu nasıl etkiledi ilişkileri sizce, tabii bütün bu gelişmeler, 74 harekatı, özellikle sesli tarihe, yani şarkılara türkülere nasıl yansıdı?
mehmet alkan: kıbrıs barış harekatı, türkiye-amerika ilişkilerinde gerçek bir kırılma noktası. bu andan itibaren hem hükümet düzeyinde hem halk düzeyinde amerika’ya karşı müthiş bir tepki başlıyor, bu plaklara da yansıyor. bakın bunun plaklara yansıdığı örneklerinden bir tanesi rıza pekkutsal’ın hazırladığı bir plak: “ambargoya çüş de” adını taşıyan, mizahi, eleştirel, ağır eleştiren bir plak.
vah deme oh de, ambargoya çüş de
meclisi coştur, kongreyi sustur
dünyayı darılttın amerika,
her yerden kovuldun amerika,
sonunda bizden de şifayı buldun amerika
vah deme oh de, ambargoya çüş de
[…]
aynı yıllarda, amerika’ya adeta kafa tutan ecevit hükümetinin verdiği cesaretle ambargoya karşı çıkan şarkıların türkülerin sayısı hızla arttı. üstelik, ecevit hükümetinin istifa etmesinden sonra iş başına gelen süleyman demirel başbakanlığındaki milliyetçi cephe’nin, türkiye’deki amerikan üslerini kapatmasıyla birlikte, bu kez de amerika’yla alay eden skeçler yapılmaya başlandı. işte yine aynı plağın; yani rıza pekkutsal’ın plağının arka yüzündeki “dünya haberleri” başlıklı taşlaması bunların en güzel örneklerinden biriydi.
[…]
şimdi de dinleme servisimizin dünya radyolarından tespit ettikleri ambargo ile ilgili izlenimleri sunuyoruz.
el radyo arabiya: dün akşam türk hükümeti süleyman efendi başlanlığında toplaniya, yerinde br kararla amerikalılar üslerden yallah dışarıya[...]
ambargoya ve amerika’ya tepkiyi konu alan plakların en ünlülerinden biri de kuşkusuz ateş böcekleri’nin hazırladığı “anbarsız ambargo” adlı bu plaktı... burada amerika, “missis u-se-a” adlı oldukça şımarık ve fettan bir hatun olarak gösteriliyordu:
[…] i am 200 yaşında zengin bir dulum, dişime gore bir koca bulamıyorum, çok erkeği eskittim ama ne yapayım ben yalnız yatamıyorum, oh kissinger bul bana hasbınd, her sözümü dinlesin olsun çok mazbut[…]
missis usa – onda bunda şundadır, şunda bunda ondadır. açık söylemesem de benim gönlüm ondadır. ( harman dalı eşliğinde, hayda bre efeler diye bir ses duyulur)
missis usa – ooo may gat, ne yakışıklı adam
türkiye - sizinle son defa konuştuk madam. biliniz ki yutmadık yunan’ın manitasını.
missis usa – aaah ahh, katerina methetmişti sizin mehmet paşa’nın baltasını […]
ateş böcekleri’nden ercan bostancıoğlu o günlerde sahneledikleri bu şovu bugün gibi hatırlıyor:
ercan bostancıoğlu: yani temmuz ayında olduydu kıbrıs çıkarması, izmir fuarına gittiydik. biz bu parodiyi yapıyoruz orada, yaptık, hiç unutmam şimdi yıkıldı, manolya bahçesinde çalışıyoruz zeki müren’le beraber, en sonunda şimdi o musevi geldi, arkasından yunanlı geldi, arkasından, bunlar hep tabii taklitlerle yapılıyor, arkasından arap geldi, en sonunda da düşünün izmir ve bir “harman dalı” müziğiyle geliyor türk, ray ray ray raaaa derken orası 3500 kişilik falan bir gazinoydu, şerefimle temin ederim ayakta kalan bir kimseyi görmedim, millet alkış, 3 dakika 5 dakika millet ayakta, alkışlıyor bizi, millet de dolu, hatta hatta gözleri dolu insanlar gördük sahneden biz, buna bizde derler ki “bayrak çıkarma” alkış alma, hayır değil, bu günün aktüalitesidir. yani günün esprisidir ve günün olayıdır, bunlar gelip geçicidir, ambargo kalkana kadar, biz bunu yaptık.
mithat bereket: peki sonra ne oldu? 1977’de amerika çünkü, ambargoyu kaldırdı. bu türk-amerikan ilişkilerine ve tabii sosyal tarihe yani şarkılara ve türkülere nasıl yansıdı sizce? türkiye’deki olumsuz amerikan imaji ve amerikan aleyhtarlığında bir değişim oldu mu yoksa yine herşey eskisi gibi devam mı etti?
mehmet alkan: aslında uzun süre değişmedi. 50’lerde başlayan bahar havası, 60’larda kırılmaya başladı. biraz sonbahara dönüştü. 70’lerde biraz kışa dönüştü diye tabir edebiliriz. örneğin haşhaş ekimi sorunu, ardından kıbrıs barış harekatı, ardından ambargonun başlaması, türkiye’de olumsuz bir amerikan imajı doğurdu ve darbe sonrasındaki ilk seçimlere kadar, yani yaklaşık 1983 yılına, özal’ın iktidarına kadar da bu olumsuz imaj devam etti türk toplumunda.
12 eylül 1980 darbesiyle birlikte türkiye’deki solcular da sağcılar da dağıtıldı. artık sahnede amerika’da çalışmış ve iki ülke ilişkilerini yeniden yakınlaştırmak için harekete geçen turgut özal vardı. ilk amerika ziyaretini 1985’te gerçekleştiren özal, bundan sonra neredeyse her yıl washington’a gitti. bugüne kadar amerika’yı resmi olarak en çok ziyaret etme rekoru da turgut özal’a ait. merhum cumhurbaşkanı 8 yıl içinde 6 kez amerika’yı ziyaret etti. özellikle, “presidan bush”la olan dostluğuysa düşman çatlatan cinstendi.
mithat bereket: şimdi peki bu olumlu çizgi bizim sesli tarihe yansıdı mı? veya kaset var tabii o zamanlar artık ve sonra cd’ler geliyor, ne kadar yansıdı sizce?
mehmet alkan: aslında 1980’lerden itibaren sizin de belirttiğiniz gibi plaklar yok artık. kasetler var, bir süre sonra doksanlı yıllarda da cd’ler çıkacak. bu konuda örnekler aslında son derece az, yani yaşanan olumlu veya olumsuz gelişmelerin, birkaç istisna dışında plaklara veya kasetlere veya cd’lere yansımadığını görüyoruz.
mithat bereket: peki neden sizce, niye yansımıyor, ya da şöyle sorayım, karşılaştırma yaparsanız, 80 öncesiyle 80 sonrası tepkisi anlamında, iyi ya da kötü tepkisi anlamında türk toplumunun, bir fark var mı? neden var
ya da?
mehmet alkan: bir fark var, o fark 1960’larda 70’lerde çok belirgin tepkilere rastlarken, 1980’lerde 90’larda artık kamuoyunun büyük ölçüde aslında sindiğini görüyoruz. ikinci olarak bir iletişim aracı olarak televizyon artık devrede. yani yurt genelinde yayın yapan, ardından birkaç kanaldan yayın yapan, doksanlardan itibaren de özel kanallara açılan bir iletişim ağı kurulmuş durumda türkiye’de. oysa 60’ların 50’lerin 40’ların 70’lerin türkiye’sinde plakların kendisi bir iletişim aracı, dolayısıyla yaşanan birçok önemli toplumsal, siyasal olayın anında plaklara yansımış olduğunu bu nedenle görebiliyoruz.
nejat yavaşoğulları: eskiden 45’lik plak vardı. yani aslında çok büyük bir nimetmiş o. ben de isterim ki ister böyle konularda şarkı yapmış olayım, ister bir aşk şarkısı, ister başka bir şarkı yapmış olayım, o anki düşüncelerim olduğu için, o anki atmosferden etkilendiği için insan, onun yarın çıkmasını isterim. bu beni rahatlatır, başka şarkılar için uğraşmaya başlarım ondan sonra. bu süreç müzikte biraz zor çünkü işte plak şirketi girecek devreye, böyle tekil bir albüm çıktığı zaman satış az oluyor, almıyorlar, öyle alıştılar, eskiden longplay almazlardı, şimdi 10 şarkılık albümlere alıştılar, şimdi tek, bir iki şarkılık birşey çıktığı zaman almak istemiyorlar. parayı boşuna mı vereceğiz falan diye.
ercan bostancıoğlu: dön baba dön, daha da kötü, yani dön baba dön, değişen bir şey yok. her geçen gün bence daha da, yani ben iyi görmüyorum amerika’yla şeyi, bugün sahnede artık o esprileri yapmaya kalksam, bir de şu var, acaba onu yapmaya kalksam aynı reaksiyonu alır miyim?
mithat bereket: ne dersiniz alır mısınız?
ercan bostancıoğlu: söyleyeyim mi? nerede o birlik beraberlik, nerede o tek vücutluk, nerede o toplumun o sesi? biz aksine sessiz bir toplum olduk. geliyor işte diyor ki “şey fazla” diyor, “asgari ücret fazla” diyor çekip gidiyor, yahut da “şu olacak” diyor çekip gidiyor. biz daha da sessiz olduk, eskiden gürleyen bir millettik, gür sesimiz çıkıyordu yani ama ne oldu bize?
işte izlediniz. dostlukla, hayranlıkla ya da gerginliklerle hatta düşmanlıkla geçen yıllar ve bunların şarkılara türkülere, skeçlere; kısacası seslere yansıması… aslında bütün bu tarihi gelişmeleri, inişleri çıkışları gözönüne aldığınızda bugün gelinen noktada türkiye ile amerika arasındaki ilişkilerde pek de yeni birşey olmadığını düşünebilirsiniz. belki de farklı olan ya da değişen tek şey türk halkının tepkisini dile getirme biçimi…kimbilir… bir sonraki pusula’da görüşünceye dek… sakın pusulanızı şaşırmayın.
http://www.pusula.tv/bolumler/18052005.html
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?