bir orhan pamuk kitabi.istanbul; adina destanlar, kitaplar, siirler yazdiran, sarkilar besteleten, dillere destan guzelligi ve tasinda topragindaki altin ile milyonlari kendisine ceken, buyuleyici guzelligiyle de bir daha donmelerine izin vermeyen, tarihe damgasini vurmus iki imparatorluga baskentlik yapmis, belki de dunyadaki hicbir ulkenin, kentin sahit bile olamayacagi kadar uzun ve gorkemli bir omur suren koca sehir, bu kez de ulkemizin en unlu yazarlarindan orhan pamuk‘ un kaleminden, anilari esliginde anlatiliyor ama yazardan beklendigi gibi cok daha farkli bir tarzda.
romanin yayinlanma arifesinde, hakkinda cikan makaleleri ve roportajlari okudugumda yazarin hayatinin daha on planda oldugu kanaatine varmistim ozellikle de surekli bahsedilen pamuk’ un babasinin annesini aldatisi hikayesi etraftan da gozlemledigim kadariyla en cok konusulan ve merak edilen konuydu. bu yuzden, kitabi okuduktan sonra yazilip cizilenlerin abartildigi kanisina vardim. hikaye, pamuk’ un cocukluk donemi, aile icindeki neseli ve zor gunleri, genis aile yemekleri, bayram sabahlari…ve git gide evden kopan babanin yoklugunun cocuklara hissettirilmeme cabasi ile basliyor. ama babasinin yavas yavas evi terk etmeye baslamasi ve annesini aldatmasi, olmasi gerektigi gibi, cok ayrintili ve uzun uzun anlatilmamis.
kitabin bir diger ilgi ceken konusu ise orhan pamuk’ un “50 yil” dir ayni evde yasiyor olmasi. yazara gore de hikayeyi ve yasamini ozel yapan sey de bu: istanbul gibi surekli sirkulasyon icinde olan bir metropol de, tum goclere, yikimlara ve yenilenmelere ragmen hep ayni evde yasamis olmak.
kitap, yazarin istanbul’ u cocuksu gozlemleriyle yorumlayisi ile baslayip, ilk genclik yillari, resme olan meraki, bogaz’ i resmedisi, ilk aski derken gunumuz istanbul’ una, orhan pamuk’ un “yazar olacagim ben! ” dedigi ana kadar geliyor.bu zevkli seyahat suresince, kendisi gibi istanbul’ u inceleyen, yasayan bir cok yerli yabanci ressami, mimari, yazari.. da konuk ediyor romanin icine. bu bakimdan kitap da bir ansiklopedi inceligi soz konusu. adi gecen sanatcilarin kimisinin kent ile ilgili sozlerine yer verilmis, kimisinin kisa istanbul gecmisi, dusunceleri ve bunarlin eserlerine yansiyisi anlatilmis, yerli ve yabanci sanatcilarin istanbul’ a bakis acisi arasindaki farklar goz onune serilmis. kitabin sonunda yer alan dizine bile bakildiginda ne kadar cok ve farkli ismin, mekanin, konunun ve kisilerin gectigini goruyorsunuz. hemen hemen her sayfada yer alan, cogu ara guler’ e ait fotograflarla da anlatilan her konunun icerigi resimlerle aktarilmaya calisilmis. kisacasi, kitabi bitirdiginizde sadece o. pamuk hakkinda degil, diger bir cok yazar, ressam.. hakkinda da bilgi sahibi olmus oluyorsunuz. tum bunlari da yazarin diger eserlerine oranla cok daha sadelesmis ve anlasilir ama edebi acidan da bir o kadar yogun dilinden okuyorsunuz.
kitabin ve tabii ki yazarin en farkli ozelligi istanbul’un “huzun” ile ozdeslestirilmesi. tum usta sair ve yazarlar degil midir ki istanbul’u her zaman mahmut pasa’ nin civil civil kuslariyla, bogaz’ in essiz guzelligiyle, taksim’ in rengarenk insan manzaralariyla, s.ahmet’ in mimari harikasi tarihi eserleriyle betimleyen? o “aziz istanbul” dur ki ne kadar guzellik varsa o’ na yakistirilir, peki ya huzun..? yazar cocuklugunun onda uyandirdigi bu yogun huzun duygusunu soyle acikliyor; ..“ikide bir cikan iktisadi bunalimdan sonra dukkaninda soguktan tir tir titreyerek butun gun bir musteri bekleyen yasli kitapcilardan, eski yalilarin bos kayikhanelerinden, issizlikle dolu cayhanelerden, gunes battiktan sonra tek bir kadin goremeyecegin sokaklardan…soz ediyorum.(..bu duyguyu ve onu sehre yayan manzaralari, koseleri,insanlari iyi hissettigimizde (..) huzun duygusu manzarada ve insanlarda gorulebilecek bir acikliga kavusur.” yazar sehirdeki huznu, yoksulluk, yenilgi ve kayip duygusuyla bagdastirir.ona gore kendinden onceki yazarlarin sehrin guzelliginden buyulenme nedenleri, yasadiklari hayatin eksikliklerinde gizlenmektedir.
orhan pamuk’ un istanbul adli kitabinin yayimlanmak uzere oldugunu ilk okudugumda, kentin,muhtemelen, pek yazilip cizilmeyen o arka sokaklardaki melankolik havasinin, kitaba hakim olacagini tahmin etmistim kendimce.bunu ya yazarin farkli tarzina ve yorumuna ya da bana her zaman melankolik hatta soguk gelen durusuna ki kendisini hic gormedigim halde bunu on yargi olarak da kabul edebilirsiniz, bagladim. oyle ya da bole bekledigim gibi bir kitap cikti.
icinde yasadigimiz kentin her kosesinde birbirinden farkli ve maskeli yasamlar oldugunu, tipki dunyanin her yerinde oldugu gibi, ve evet huznun de bu yuzlerden biri oldugunu biliyoruz ama ben gene de istanbul’ a en cok yakisan duygunun huzun oldugu konusuna katilmiyorum. huzun tum dunyanin zaman zaman mahkum oldugu makus bir talih belki, belki de kimisi icin icinde yasadigimiz oyunun en cok izlenmeye deger sahnesi ama bana gore herkesin eninde sonunda, az yada cok, kisa sureli veya uzun karsilasmak zorunda kaldigi, bu maskeli balonun yuzlerinden sadece biri.
romanin, bogaz’ in kesfi bolumunde su satirlar yer aliyor: “hayat o kadar berbat olamaz” diye dusunurum bazen. ne de olsa, sonunda insan bogaz’ da bir yuruyuse cikilabilir.”
benim icimde uyanan ses ise der ki bana; istanbul bir o kadar huzunlu dolu olamaz asla, bogaz da dalgalar neseli hisirtilarla vururken kiyiya.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?