babam ve oğlum , beyaz melek, güneşi gördüm filmlerini izleyip çok ağladık,kahrolduk,ay öldük ağlamaktan, sinema salonunu sel götürdü diyenlerdenseniz bu film tam size göre o halde.
ben şahsi fikrimi yazmak için bu platformdayım ve şahsi fikrim, bu filmin, 1970’lerin bol ağlamalı,ağdalı türk filmlerinden hiç bir farkı olmayışıdir.
türk seyircisi, çok ağladığı ve çok güldüğü filmleri, gelmiş geçmiş en mükemmel film ilan etmeye bayılır.
sinema, farklı bir dildir. kitaptan da tiyatrodan da farklıdır.
çünkü kamera denen bir sihir vardır. seyirciye, verilmek istenen duyguyu, diyaloglarla, cümlelerle, konuşmalarla vermekten öte bir misyonu vardır kameranın.
seyirciye, o duyguyu, görsel olarak verebilmektedir sinemacının mahareti ve zaten de asli görevi.
bir filmin içindeki acıklı sözleri, söylemleri biriktirip bir radyo tiyatrosu yapabilirseniz ve izleyici de görselliğe ihtiyaç duymadan sadece duyduklarıyla ağlamaya, böğürmeye hazır hale gelebiliyorsa, o halde neden kamera kullanıp o kadar masrafa girilsin ki?
"bana canlı hiç bir şeyi sevme hakkı vermediler ben de incir reçelini sevdim" gibi bir cümlede derinlik aramak, hiv pozitif bir insanın bütün dertlerini bir kenara bırakıp , sevdiğiyle bir türlü cinsellik yaşayamaması üzerine bir film oturtmak, şiirsel bir kaç diyalogla türk seyircisini büyülerim, sonra unutulmaz filmler arasına girerim şeklinde yeni nesil bir love story yazmak, çekmek, benim sinemaya bakış açıma göre, türk sinemasını bir yerlere taşıyacak bir düşünce biçimi değil.
nuri bilge ceylan’ın yok denecek kadar az diyalogla,hatta müzik bile kullanmadan, senelerdir yaptığı her filmin ödülleri toplamasının gerçek nedeni düşünüldüğünde,sanırım ne demek istediğim tam olarak anlaşılır.
adam, sinemanın kamera demek olduğunu biliyor çünkü.
kahramanlarına daha fazlasını söyletmek isterse,kitap yazar.
olmamış, olamamış.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?