murathan munganın eşsiz şiirlerindendir. derya köroğlu ile ilşkileri bittiğinde ona yazdığı bilinmektedir. bu iki insanın kapalı kutularda yaşadıkları aşk benim için romeo ve julietten daha fazla hüzün doğurur içime.
şiirin tamamı şöyledir;
biliyorsun sen bunu:
en son duyulan ayak sesleri ve üzerine kapanan demir kapı.
çıkıyor musun bu sefer, yeniden mi giriyorsun içeri,
anlaşılmıyor şarkıdan,
anlaşılmıyor joe!
gençliğimizin polisiye günleri:
kendi romanlarımız için ayırdığımız adlar:
sanki o romanlar sahi de, yaşadıklarımız yalan:
aynadaki ölü, zebra cinayeti, kandaki tuz, timsah
sokaği cinayeti, profesyonel kin, suç bayrami, sudaki
yalan, benekli karanlik, kumun seyrek zamani, cesedi
su akarken birak köprüden, kan durağinda inecek
var, tek tabanca, bakimsiz bahçede birkaç ölü.
hey joe!
orada mısın?
kapının arkasında mısın?
her zamanki gibi saklanıyor musun?
her geldiğinde bir başkası mısın?
her geldiğinde yaptığın gibi saklanıyor musun hayallerinden?
orada mısın sahiden?
işığa çık, buraya gel, bütün oyunlarına varım ben.
bir şiirimin duvarına asılı kalan
unuttuğun deri ceketini almaya mı geldin?
led zeppelin’in dört yanımda bıraktığın remizlerini?
beni yatağa bağlayacak mısın yine?
ağzındaki şarabı ağzıma dökerken
akşama çocukları da al gel,
hey joe!
sen, ben, çelik bilek, kinova, dr.no.
ne kadar kana benziyor kardeşlik
nabızdaki sızının büyük yemini
damarlarımızda dolaşan yabancı tadı kendinin kılmak
ne kadar çok giyersek birbirimizin kazaklarını, montlarını
birbirimizin teni, kokusu oluyorduk
önceki zamanlarını kıskanıyorduk birbirimizin; ama belli etmiyorduk
bir kitaba çalışır gibi çalışıyorduk hayatı
geleceği birbirimizin geçmişinde arıyorduk
kendimize geceden bir ülke yapmıştık, ikimizden bir zaman
kundakçı bir dil kullanıyorduk dünyaya karşı
uydurduğumuz sözcükleri bir tek biz anlıyorduk,
okulu kırar gibi hayatı kırıyorduk
yol için, keouac, spanish caravan, love street
bedenlerimiz için, kokulu bahçe!
ütopyalarımız için, güneş ülkesi!
arkadaş evlerinde unutulmuş siddharta,
yarım ay birinci paketi,
kalın dumanını araladığımız ot
içimizde nepal, içimizde tibet
pencere camlarında arkadaş ıslıkları
bodrum’da zıpkın yemiş bir yazdan
çıplak yara göğsümüze dizilmiş deniz kabukları
içimizde bir türlü yatışmayan
yaralı hayvan
kendimizi dünyaya çarpa çarpa kırmaya çalıştığımız kabuk
neye küsmüşsek küsmüşüz bir kere, içimizde küs çizgisi
denize benzeyen ya da denizsizliğe
el ele tutuştuğumuzda, bir yazgı gibi avucumuzun içinde
canımdaki ateş olmasa bunca yıl sonra söylemezdim şiirini joe,
demir parmaklıklar ardında karşı karşıya
tutukluyduk zaten en büyük kalabalıkların ortasında
gitarınla paylaştık derin morluğa geçişin büyük zamanlarını
ne yaşadıysak ince kuyum, ne yazdıysak safkan mürekkep
hem hançer hem hançere
bir yanda baş edemediğimiz marazi bir masumiyet
öte yanda kullanışlı gürültülerin çok amaçlı bilgisi
küs gecelerde sokaklarda sabahlayan çocukların koynundaki uyku,
öfkeli zula lirik donanım: muşta ve muska
neremiz dargındı neyimiz kanıyordu hangi yalanlara
kaybolmamak için geçtiğimiz yollara bıraktığımız toy defterler
şimdi çivi yazısı kadar anısı uzak yabancı imza
neredeysen çık ortaya joe!
artık geçmişi bağışla
unuttuğum adların gece parklarında kaç kez aldattım seni
ben ihanetle öğrendim sadakati
kaç kez korkunun gözleriyle bakıştım bıçağının yüzünde
artık kimse öldürmez beni!
cebimde buruşuk şiirlerle çaldığım gece kapıları
tehlikeli uyaklarda dolaşıyor yangını önde giden
yangınımız önde gittik
bütün seferlerden
ot kanımıza kımıldadıkça
büyük rüyalarla döndük kıyısız ülkelerden
canımdaki ateş olmasa bunca yıl sonra söylemezdim şiirini joe!
sınıflar suçla aşılır biliyorsun joe
suçlu serüvenlerle kazandım geçmişimi, şimdi sınıfsız gövdem
resmi mührü kazıdım kimliğimden
dilim ayaz kelimelerim üşüyor
al göğsünde dinlendir beni
eski günlerin göğsünde,
esmer kızların, sarışın oğlanların göğsünde,
at gitsin hepsini, onlar o günler içindi
sarışın sayfalardaki esmer erkek esrarını at gitsin,
heyecanları çabucak, hevesleri kırılgan, dayanıksız gizleri
kirli gömlekler gibiydi gündeliğin mevsimlik mitolojisi
çok zaman geçti her şeyin, herkesin üstünden
hayat ödünç tenha uzak biz birbirimizin şarkılarının mirasıyız joe!
şimdi kaç kişi kaldık,
göğe bakma durağı’nda el ele tutuştuğumuz gençlikten?
ben yine de bir yola çağırıyorum seni
ister inanç de buna, ister çaresizlikten
dudaklarımı kanatırdı ıslığın
hiç unutmadım hiç unutmadım
ne zaman karanlığa düşsem senin ıslığını çalarım
sanki rastlantının yedeğinde ilerleyen bir geçitteydik seninle
kendi yolumuza gidecektik çıktığımızda
bir daha hiç görüşmeyecektik
çaktırmadan ikimizde yolu uzatıyorduk aslında
dilimizden önce öğrenmiştik oyunlarımızı,
karanlığı kullanışlı hâle getirmeyi, sessizliği sessizce yorumlamayı,
hamlesiz ilerlemeyi, durmayı, çekilmeyi, silahları zamanında bırakmayı,
hırpalarken bile öldürücü darbeden uzak durmayı,
hileli kartlardan şiir ve sihir yapmayı,
bir meşini eskitir gibi yıpratmadan eskitmeyi anıları
kendi nüfusumuza geçirir gibi,
çocukluk fotoğraflarımızı çalmıştık birbirimizin albümünden
sonra tenime indirdiğin yemin:
sol omuzumda adının baş harfi
mor dövme
tam günah meleğinin durduğu yerde
gölgesi hâlâ düşer yazdığım bazı şiirlere
inzibatlar gündüzümüzün yolunu kestiğinde,
ya da karartma zabitlerinin apoletli saatlerinde
kaç kez suçüstü yakalandık hayatımızın vampirlerine
romanın en heyecanlı yeriydi
birbirimizi ele vermeden ihanet ettik birbirimize
son bir sürprizle değişiyordu olayların gidişi:
kaçıp kurtuluyorduk her seferinde
yanlış kan vermiştik herkese
ruhun ham serinliğiyle ürperen gecenin sateni
kısık ışıklı odaların gölgeli duvarlarında
tütsülerin isine karışan etin, otun deneyimi
eşyaya ve mekâna derinliğini veren sihir
görünür kılıyordu tarihin bütün simgeleri
birlikte inandığımız mucizeleri
elimizin altında aleaddin’in sihirli lambası,
pandora’nın kutusu, define adası, kayıp ruhlar,
bizden öncekilerin kaybolduğu yollar, hayatlar
geçerek metalin, meşinin, ateşin deneyiminden
ben seni en çok dizlerin titrerken sevdim joe
yer sarsılıyordu ağzımda bir yanardağ patlarken
gövdeyi aşıyordu varlığımızdaki derinlik
yeniden bedenleniyorduk sanki yaşarken
karşı koyamıyordu sana kardeşlikle bağlanmış bileklerim
meşin kemerinin anısı hâlâ ürpertiyor kalçalarımı
ağzımda unuttuğun erkekliğin sütünü
bak zaman köpürüyor yeniden
tarih geri geliyor
yaşamışlığın bütün şiddetinden
tarih geri geliyor
kalbin bütün yeminleri
son nefeste söylenmesi gereken sözlere azalmışken
sabahlarım çok yorgun artık, kalınlaşıyor günbatımlarım
hayatımdan yokluğa sızar gibi azalıyor
beklentilerim, sevinçlerim, tahammüllerim, korkularım,ümitlerim;azalıyorum,
serinleşiyor sesim, bakışlarım koyulaşıyor,
ufaldı heyecanlarım, isteklerim kendini bile tutuşturmuyor,
bir tek alkole dayanıklılığım arttı, dalgın bir seyrekliğe benziyor
(sarhoşluğum
bazen denize ya da denizliğe benzetiyorum
kamaşan bir kimsesizlikle hayata küsüyor avuçlarım.
kendim olmak için verdiğim onca yıldan sonra sıkıldım kendimden; eksildi uzayım; ne zamandır hep bir başkası olarak düşünüyorum kendimi hayal kurarken; artık başka bir fırsatın hayatını yaşamak istiyorum,
çık saklandığın yerden joe,
neredeysen çık, ölmek değilse bu, bak kayboluyorum!
yoruldum seni beklerken vakit geçirdiğim dublörlerinden
sana yazdığım
hikayeyi yanlış okuyorlar her seferinde
ah şimdi joe burada olsaydı, diyorum. joe şimdi burada
olacaktı ki diyorum.
bazen sarhoşken, kalabalığın içinde yüksek sesle söylüyorum
adını, ya da birinin kollarındayken, bazen pencereyi açıp, sokaktan
geçiyormuşsun gibi ardından sesleniyorum, hep başkaları bakıyor
yukarıya. ben, gülümseyerek, gitti, diyorum, yakalayamadım gitti.
sahi gittin mi joe? yoksa hiç mi olmadın?
çık saklandığın yerden joe,
senin için biriktirdiğim bunca hikayeden birkaç oyun oynayalım
şarkı seni dışarı uğurladıysa eğer,
gel eski bir gecenin kapısını çal bende
fazla bir şey vaat edemem,
bunca hasar görmüş zaferle kimse edemez artık
en fazla, hâlâ şiir yazabilen birkaç kişinin şanlı şizofrenisi
polis devletlerinde aşk ve karabasan!
bunlar kaldı bize bütün yaşadıklarımızdan,
kalbimizdeki bombalı pankarta ulaşamasa da
ailenin, devletin, mülkiyetin kollu ve kolsuz kuvvetleri,
uyku diye uyuduğumuz karartma geceleri
neredeysen firar et, gel, hâlâ göğsümde mırıldanan
çocukluğunu anlat bana
hayatın kovduğu ölümün geri çevirdiği
ne varsa yüzünde
usul usul uykuna karışırken
birlikte ölümden döndüğüm biri gibi seyredeyim seni
bütün bunları, hazin bir kayıplar öyküsüne, kendine acımaya
dönüştürmeden, ağır, başlı, yalın bir ödeşmeyle kapatalım istersen:
hiçbir yolculuk eskisi gibi değil ama, belki bu sefer sahiden
gidebiliriz bir yerlere,
hayatımızın bu yeni döneminde, hey joe! demem sana artık, başka bir şarkı buluruz kendimize... şimdilerde yeni gözdem: prodigy. eski kundakçı günlerimizin anısına da uygun düşer hem: firestarter, diye anarım seni istersen.
ama söyledim ya:
çıkıyor musun, yoksa yeniden mi giriyorsun içeri,
anlaşılmıyor şarkıdan joe!
en iyisi gel, geri al kurumuş dudaklarımdan ıslığını
karanlığa artık alıştım ben
hayata kaptırdıklarımdan daha çok kurtardıklarım
kan durağında inecek var! kandaki tuz kavurdu dudaklarımı,
tek tabancayım! suç bayramındayım! timsah sokağındayım! bak
buradayım!
ya, sen neredesin joe?
çık ortaya saklandığın yerden!
yoruldum, azaldım beklemekten.
bazen düşünüyorum da!
var mıydın sahiden, yoksa bir şarkının anısı mı uydurdu seni?
hiçbir şey benzemiyor değil mi, şimdi geçmişten daha çok bizim
olan gençliğimize?
bilmem ki, karşılaşsak bile birbirimizi hatırlayabilir miyiz yeniden?
ikimiz de artık bir başkasıyken,
gene de sen bilirsin joe, sen bilirsin,
öyle iyiydi, bir düşün istersen.
1995-1997
(bkz: murathan mungan)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?