hoş geldiniz;
ne iyi ettiniz de belirdiniz gözbebeklerimde, sevimde, ezberimde, kalemimde, beynimde, özlemimde, insanlığımda, geleceğimde ve pek tabii olmazsa olmaz düşümde; bir somon ekmediğimde…
hoş geldiniz;
geldiniz de getirdiniz mi besmelesiz günahlarınızı?
şöyle koyuveriniz, baş ucuma, yanı başıma;
neden mi istedim bunu?
sormayın, pek bir içim yanık insanları anlamaya, anlamlandırmaya…. besmele ile yapılan günahlara, bir bakıverin kıyıdan, olmadı en tepesinden.
ne gördünüz? yok yok, bana anlatmayın ilahinayesinden; bilirim, görürüm ben ayinesinden. içim yanar ya o yüzden en meczup farz-ı kifayesinden…
hoş geldiniz;
tanışır mıyız dediniz evvelinden?
af edin, çıkaramadım ezberimden; hele az bekleyin, el atayım hatıralarıma, salt imbiğimden çıkarıvereyim tasımı tarağımı yokladığımda…
kızmayın sakın bana, az can acısı çekmedim sevi uğruna, aşk yıkıntısıyla. az ezber bozmadım hevaperest tutkumla…
çokça güvenip de az kıymadım insan tarafıma, en cani ruhumla.
hoş geldiniz;
bakmayınız yeknesak görünen hayatıma, karşı tarafınızdan size uzak durduğuma.
çok okudum, çok bildim, çok söyledim; o yüzden itildim görüntünün yanılsamasına. kandırıldım ve belki de kandırdım kendimi hayatın muazzamlığına ama en çok da aynalı tarafının cafcafına.
bu gördüğünüz hayatımın kıyılarını-köşelerini döşedim pul pul ihtişamla. sonra döndüm insan tarafıma, sordum en gaddar sorularla:
“ yozlaşıyorsun, insandan uzaklaşıyorsun, sadeliğin alçakgönüllülüğünü tüketime devşiriyorsun; bu mu seni sen yapan ve karşı tarafa ses verecek-alacak olan senan? “
hoş geldiniz;
efendim? size müsaade mi?
vakti geldi mi?
bu kadar mı ahir niyetine söyleyenler, söylenecekler?
anladınız demek beni, buldunuz bende ki kendinizde kederi ve dahi insan suretimdeki üzgün ama neşeye haset ve hasret imgemi?
kısırdöngülerimi ve en insan olan çelişkilerimi?
gitmelisiniz demek…
gördünüz mü ya; siz de terk eylediniz beni vuslatımın biçareliğinde. gördünüz değil mi? siz de kandırdınız beni insan sadeliğinde, çaresizliğinde… oysa nasıl ister insan anlaşılmak, anlaşıldığınca anlatılmak, anlatılanda dinlemek, kendisini görmek ve bulmak… orada kalmak, onunla yaşamak...
pek bir kısa sürdü sebeb-i ziyaretiniz…
haa anladım; anlatıp dinlemek, anlattırıp döktürmekmiş meğer içimdekileri.
hoşça kalın kendinizle…
bulduğuna inanları terk etmeyin böyle yalnızlığın sessizliğiyle…
ne zaman geldiğiniz, ne kadar kaldığınız, neden gittiğinizin betimsizliğiyle…
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?