kendimce bir denemem :
17.01.2007
evrenin kişiliği ve evrensel notlar
bu yazımda gözlemlediğim, okuduğum, öğrendiğim ve çeşitli yerlerden (çevremdeki insanlarla yaptığım tartışmalar, çeşitli filozofların, tarihî insanların öğretileri) yaptığım çıkarımlarımı ve irili ufaklı sentezlerimi paylaşacağım. bazı kalın formatta yazılmış kelimeler yazının ilerleyen yerlerinde başlıklar olacak. ve bir bütünsellik yakalamaya, ya da hayata dair yakaladığım bütünselliği yazıya aktarmaya çalışacağım.
herbir başlık kendi içerisinde çok detaylı ve ayrı bir araştırma konusu olabileceği için sadece temel fikri verip, belki küçük bir örneklendirmeyle açıklamaya çalışacağım. bu yüzden cümleler üzerinde durulması, okuyanın kendi yaşamından örneklendirmeler yapması, yazının anlaşılması açısından faydalı olacaktır.
evrenin zenginliği
insanoğlunun şu ana kadar evrene dair edindiği ve nesilden nesile topladığı bilgi birikimi gerçekten de çok önemli bir boyuttadır. pratik hayatımızda, bir uçağa binip yaklaşık 600 km’lik istanbul-ankara yolunu 2 saatte alıp da bunun aksini iddia etmek pek mümkün değil. yalnız insanlık evrenin tüm bilgisine acaba ulaşabilecek mi? cevabı çok açık ki hayır. bugün hala bütün bilim dallarında yeni verilere ulaşılıyor. ve yeni verilere ulaşıldıkça eski verilerin eksikliği ancak farkediliyor. mesela fizikte kuantum teoremi çıktıktan sonra klasik fizik anlayışı -ki ucu ilk çağ filozoflarına kadar dayanan bir birikimdir- tabiri caizse yerlebir olmuştur. aynı şekilde, matematik gibi en sağlam bilim dalında bile çözülemeyen bir problem yakın bir dönemde, 2006 yılında çözülmüştür. zaten evrenin heryerde kendisini modellemesi kuralından da şöyle bir örnek verilebilinir ki bir insan bazen öyle bir cümleyle, öyle bir veriyle karşılaşıyor ki o ana kadar bütün bildikleri başka bir anlama bürünüyor birden. konumuzdan fazla sapmadan evren bilgisinin zenginliğinin en bariz şekilde yaşandığı bir diğer bilim dalından bahsetmek istiyorum ki o tıp... tıptan da en güncel örnek olarak antibiyotikleri gösterebiliriz. bugüne kadar hastalıklara karşı bir çözüm olarak görülen antibiyotikler bu gün biliniyor ki uzun vadede biyotlara dayanıklılık kazandırıyor ve iyileşmek daha da güç bir hal alıyor. bu gün kök hücre teknolojisinin de keşfedilmesiyle birlikte tıpın genel mantığı, yani “hastalıklarla mücadele etmek”, “hastanın mücadele edebilme yetisini geliştirmek” olarak değişmekte. bu köklü değişim bize sadece evren bilgisinin ne kadar uçsuz bir boyutta olduğunu ispatlıyor. ki açık bir gözle evrene bakan bir insan için ne kadar muazzam bir bilgi denizinin içinde yüzüyor olduğu açıktır.
kabule dayalı bilgi birikimi
yukarıdaki örnekten anlaşılacağı üzere bir evrende herhangi bir zaman-mekan’da doğru olarak bilinen herhangi bir yargı yeni verilerin keşfedilmesiyle “yanlış” hükmünü alabiliyor. bu da bizim bilemeyeceğimizi, sadece bazı gerçeklikleri belli zaman aralığında doğru olarak kabul ettiğimizi açıklar. bu yargı sokratesin “bildiğim tek şey var, o da hiçbir şey bilmediğimdir” fikrinden gelen bir yargıdır. halbuki sokrates kendi zamanında çok bilgili bir insan olarak bilinirdi. lakin evren bilgisinin tümünün yanında kendi bildiklerinin yok denilebilecek kadar az olduğunu fark etti.
evrenin kurallarının heryerde kendisini modellemesi
çok basit bir örnek vereceğim. güneş sistemi ve bir atomun hareketini inceleyecek olursak, temel olarak merkezde göre-büyük ve çekim gücü olan bir yapı ve çevresinde de göre-küçük ve çekilen ve dönen yapıların varlığı söz konusudur. bu hareket modeli, bize göre en küçük ve en büyük yapılarda ne kadar büyük bir benzerlik gösterir dikkatinizi çekmek isterim. bu evrenin kendisini modellemesidir. yani herhangi bir bilim dalından herhangi bir kuralı hareket modelini alın, hayatın birçok farklı yerinde de aynı şekilde işlediğini görebilirsiniz. ayrıca bir ülkeyi ele alacak olursak bir insanın modellemesi olarak görebiliriz. yönetimi insanın karar mekanizması olan kafası, bilimi ve teknolojiyi insanın iskeleti, orduyu yaptırımı en fazla olan eller ve kollar ve işçi kısmını da toplumun genel hareketini sağlayan ayakları olarak düşünebiliriz. bunun gibi sayısızca modelleme yapılabilir. bu bana tasavvufta var olan “insan, kendi başına bir alemdir“ fikrini hatırlatıyor. yani bir vücutta tüm evren olayları modellenmektedir. bunu kuantum fiziğiyle birleştirecek olursak, evrende ele aldığınız herhangi bir birim bütün evrenin oluşlarını, hareketlerini modelleyerek, bütün evren bilgisini içeriyor diyebiliriz.
esnekliğin ve değişimin anlayabilmeyi getirmesi
yine basit bir örnek vereceğim, uzun süre bilgisayar kullanan insanlarda açığa çıkan kronolojik bel ve sırt ağrıları vardır. lakin o kişi belli periyotlarla ara verip sırt ve bel kaslarını gevşetecek egzersizleri yaparsa, kasların uzun süre aynı posizyonda kalmasından dolayı, doğal şeklini kaybetmesi durumunu yaşamaz. yani aslında problem şudur ki o kaslar o kadar çok fazla aynı pozisyonda kalmıştır ki kendi asli yada ideal şeklini kaybetmiştir. bu oluşumu evrenin kurallarının kendini modellesi kuralı gereğince psikolojik boyutta örneklendirirsek eğer şunu görürüz ki fikirsel anlamda değişime uğramayan ya da uzun süre aynı fikirde sabit kalan insanların bir yerden sonra bundan dolayı psikolojik rahatsızlık duymaya başlayacakları gerçeğiyle karşılaşırız. bir diğer anlatımla bel egzersizleri gibi fikirsel anlamda belli aralıklarla değişimler ya da değişik ifadelerle aynı şeyi keşfetmeler yaşanmazsa kişinin anlam dünyası bundan büyük hasar görüyor ya da ihtiyacı olana cevap veremez bir hal alıyor.
değişimin fikir dünyasına kattığı bir diğer şey ise farkındalıktır. bunu da şu örnekle anlatabilirim ki; şu an biz yaklaşık olarak 450 bin km hızla gidiyoruz. yani dünya kendi ekseni etrafında 450 bin km hızla dönmekte. ama bu bir sabit hareket olduğu için yani dünyanın hızında bariz değişimler olmadığı için insanlar öne arkaya ve yana savrulmuyorlar, bu da hareketi algılamamızı engelliyor. aynı şekilde fikir dünyasında da insan sağa sola öne arkaya savruldukça diğer fikirler ve değerler arasında bir görecelik oluşturabiliyor ve bence en kutsal olan şeyi gerçekleştiriyor : algılıyor.
kontrol edilemeyen isteklerin esiri olmak
özgürlük çoğu zaman istediğini yapabilmek olarak tanımlanır. lakin gerçekten ne istediğimizi kimse söyleyemez.
insan fikir dünyasında, islam’da nefs, doğu felsefesinde qi olarak adlandırılan, insanı harekete geçiren istekler ve güdüler barındırır. bu istekler insana yapma gücü verir. bu gücü verdiği için zaten nefes, yani en önemli yaşamsal kaynağımızla aynı kökenli bir kelime tercih edilmiş zannımca. ve bu gücün isteklerin hakimi olabilmek bütün felsefelerin temelinde vardır. çünkü eğer bu hakimiyet yakalanamazsa bu istekler insana hakim oluyor ve insanı yanlış, kendisi ve çevresi için uygun olmayan seçimlere yöneltiyor. bunu da insana yalan söyleterek yapıyorlar. yapıyorlar dediğime bakmayın bu sadece beynin işleyişinin ve bir çeşit savunma mekanizmasının ta kendisi. bu kontrol edilemeyen istekler, “illaki yapılması lazım” a inandırınca insanı, insan da uygun olmayan bir durumda bile olsa onu gerçekleştirmek için gerçekleri değiştiriyor. ama önemli bir nokta var, arkaplanda bunlar olurken insan hiç de farkında olmadan, kendi uydurduğu yalanlara inanmış olarak bu isteklerini gerçekleştiriyor. bu mekanizmanın içinde köle olma durumundan sıyrılmanın da bir yolu var ki o da nefs terbiyesi denilen oruç ya da diğer felsefelerde çeşitlilik gösterebildiği halde mantığı hiç değişmeyen bir yapmama süreci. bu hangi konuda olursa olsun, eğer kendinizi yapmadan tutamıyorsanız ve yerli yersiz onu yapıyorsanız bundan kurtulmanın yolu onu belli bi süreliğine mutlaka ama mutlaka yapmamaktır. böylece o isteğinizin ya da güdünüzün yapıp yapmama kararının kendi elinizde olduğunu hissedeceksiniz ve artık sadece uygun olan koşullarda siz tercih ettiğiniz için yapacaksınız. bu konuda binlerce örnek verilebilir. ama ben kendimden de çok iyi bildiğim sigara örneğini vericem. sigara içmemem gerektiğini biliyorum. bunun çoğu açıdan bana zararlı olduğunu da biliyorum, lakin her yaktığımda bir şekilde içmem gerektiğine inandırıyorum kendimi. mesela istersem bırakırım yalanı... çoğu tiryakiler de bu yalanı söyler. yada bir şekilde oldu bittiye getirip hemen sigarayı yakma durumu. yada sonra bırakacağım diyerek erteleme. evet ben sigara içme isteğinin hükmü altında oldukça, yani bu konuda özgürlüğümü yakalayamadıkça her koşulda bir yalan bulup sigarayı içmeye devam edeceğim. tabiki sigara sadece bir örnek, ve özgürlüğe ancak bu ve bunun gibi isteklere hakim olarak yaklaşılabilir. yoksa gençlik arasında yüzeysel şekilde yaşanan asilik ve anarşistlik iddialarının arkasına saklanıp bütün güdülerinin kölesi olma durumu ve toplumun kurallarına aykırı olma durumu özgürlük değildir. bilakis tam anlamıyla köleliktir. çünkü onlar bu karşı koyamadıkları isteklerini yerine getirebilmek adına, ve toplumsal kurallarla çeliştiği için toplum kurallarına uymak zorunda olmayan bir isim, anarşizm, altında toplandılar (burada pratik hayattaki anarşizmin yerinden bahsediyorum, yoksa anarşizm fikrinin kendisine yaptığım eleştiri değildir, anarşismin kendisine de karşı olduğum halde...).
kader
evrenin sahip olduğu ve tam olarak anlaşılmamış aynı zamanda hiçbir zaman da tam olarak anlaşılamayacak fiziksel kuralları neticesinde her bir ân, bir sonraki ânı doğuruyor. belli ama bilinmeyen kurallar olduğu için bu gelecek ânlar koşulsuz şartsız, evrenin kurallarının neticesinde elde edilenler olacaktır. yani, elimize herhangi bir ânı alalım ve evren makinasina koyalım, onun ürettiği bir sonraki ân hep aynı olur, oluşan ikinci ânı alıp evren makinasına koyduğumuzda yeni oluşacak ân da bellidir. bu da bize sıralı anlar kümesi oluşturur ve bu küme evrenin olacakları, yani kaderidir. tamamen bilimsel bir olaydır bu. ama biz hiç bir zaman tam olarak yani %100 emin olarak bu sıralı anlar kümesinin nereye varacağını bilemeyeceğiz. çünkü biz de bu evrenin içerisinde birimsel ve kısıtlı olarak varlığımızı sürdürüyoruz. tam olarak bilebilmek için evrenin tüm bilgilerini bilip, tüm evreni komple tarayabilmemiz ve verilerini işleyebilmemiz lazım. lakin evrenin zenginliği bizim yetilerimizin çok öresinde. ama bu bizim gelecek ile ilgili tahmin yürütemeyeceğimiz anlamına gelmiyor. mesela cia’in web sayfasında gelecek 30 yıl için dünya güç dengesinin değişim raporları var. elde edilen verilere göre yorum yapıp belli nedensellikler etrafında sadece tahminde bulunmak bu. kesin gelecek değil. çünkü hayat bize sırlı yüzünü gösterip kimsenin hesaba katmadığı bir şey ortaya çıkarabilir ve bu hayatın huyudur. bütün raporların ötesinde bir gerçek gelebilir.
aynı şekilde bir insan birimselliğinin kaderi çok büyük ölçüde insanın kendi seçimleri neticesinde yönlenecektir. en basitinden başarmak için çalışmak gerektiği bariz bir gerçektir. kaderi bahane edip bazı şeyleri yapmaktan kaçmak mazeret olamaz. çünkü bunu yapan sadece kendi geleceğine zarar vermiş olur. ve evren mazeret kabul etmiyor.
kelebek etkisi ve evrensel neden
evrende istisnasız her şey birbiriyle ilişkili ve birbirinin nedeni. kaos teoremini açıklamak için kullanılan kelebek örneğini herkes duymuştur. bir kıtada kanat çırpan bir kelebek diğer bir kıtada kasırgaya neden olabilir. evet bu gerçekten de böyledir. hareketin küçük olması oluşan neden sonuç ilişkileriyle büyük bir şeye dönüşemeyeceği anlamında değildir. ama şu var ki kasırgaya neden olan kelebeğin kanat çırpması gibi kelebeğin kanat çırpmasına da neden olan diğer geçmiş nedenler vardır. ve bu nedensellik birbirinden ayrı değildir. yani herşeyin birbiriyle dolaylı ve dolaysız ilişkili olduğu bir evrende bir şeyi değiştirmek herşeyi değiştirmek anlamına gelir. aynı fikirden bir şeyin sebebi herşeyin sebebidir ve kasırgaya da yol açan, kelebeğe de kanat çırptıran, o kelebeğin oluştuğu kozayada ev sahipliği yapan ağacın üremesini sağlayan, o ağacın üremesini sağlayan toprağı oluşmasına neden olan ve böyle ilk âna, big bang patlamasına kadar giden “bir” evrensel neden vardır. bizim kelebekle anlattığımız neden sonuç ilişkisi ise sadece evrensel nedenin kısıtlanmış halidir. yani kelebekle kasırga arasında bir kesiti anlattık. bu evrensel nedenin sadece bir kesitidir ki bizim de yapabildiğimiz sadece evrenden kesitler almaktır. bu evrensel ilişkiyle, elimde tuttuğum kahve fincanının ta uzaklarda gördüğüm yıldızlarla olan ilişkisinin ve evrendeki her şeyin birbirini etkilemesiyle oluşan bütünselliğinin farkına varmak... aynı fikri canlandıran bir ayet vardır ki; “bir insanın hayatını kurtaran bütün insanlığı kurtarmış gibi olur” ve “bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibi olur”. ayrıca hatanın büyüğü küçüğü olmaz yargısı da aynı fikirden gelmektedir.
görevimiz
insan olarak evrendeki diğer bütün varlıklardan ayırd edici bir özelliğimiz var ki o da bilinçtir, yani farkına varmak, düşünebilmek. o zaman bizim görevimiz farkına varmak düşünmek ve bilinçlenmektir.
perhiz
“tefekkür ibadetin yarısı, az yemekte tamamıdır” dünyanın gelmiş geçmiş en bilge insanı hz. muhammed (s.a.v) tarafından söylenmiş bir sözdür. tefekkür ve az yemek? neden bunlar önemli? bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi düşünmek ve düşünmeyi arttıran derin düşünme hali bizim asli görevimiz. iyi ama az yemek neden? hem yemek bize lazım olan bir şey değil mi?
normalde karnımız doyana kadar yeriz. evet çünkü normalde bunun çok yanlış bir şey olduğunu kimse bize söylememiştir. karnımız tamamen dolana kadar, yani o doygunluğu hissedene kadar yiyip, ondan sonra doydum daha yemeyeceğim deriz. ama bu bize yemekten sonra, uzun bir yorgunluk hissi, bir süre hiçbir şey yapamama ve özellikle hiçbir şey düşünememe halini getirir. insanın potansiyel enerjisinin çoğu bu gibi yemeklerde sadece yemeği sindirmekle harcanır. bu da gün de üç kere olduğunu varsayarsak, günün hemen hemen bütün enerjisini yemekle harcayarak gitmesi demektir. neticesinde düşünsel olarak da fiziksel olarak da dinçliğini kaybediyor insan.
hayatımın yakın döneminde ki iki ayı çok az yiyerek geçirdim. normal bir insanın yediğinin yarısı belki daha da az... bunun bende ki muazzam derecede değişikliklerini deneyimlediğim için rahatça söyleyebiliyorum ki, az yemek kesinlikle düşünsel anlamda insana çok şey katıyor. öğrenmeye ve düşünmeye çok daha açık bir hale getiriyor insanı. ve asli görevimizi daha iyi icra edebilmemizi sağlıyor.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?