emrah serbes’ in, afili filintalar’ da yazdıklarını, altında topladığı başlık. maddeler halinde bir seri olarak süregeliyor. en son 12 eylül 2011 tarihinde 86. maddesini yazmış kendisi.
85. maddeden bir bölüm ile konuyu açıklayalım;
“insan kendi felaketini seçemez. kendi felaketine aktif katılım içinde olabilir ama yine de onu seçemez. yıkılmak için dizilen domino taşları gibiyiz. biri gelir sana çarpar, seni yıkar ama onu da başka biri yıkmıştır. biraz tepeden, soğukkanlı bir zaviyeden bakınca göze hoş gelen bir görüntü aslında. kendi felaketinden bile zevk alabilirsin böylece. o felakette seni diğer insanlara bağlayan şeyi görürsün çünkü. bu durumda herkes suçlu olduğuna göre hiç kimsenin suçlu olamayacağını anlarsın. herkes birbirini yıkar. insana kim vurduya gitmek yakışır.”
http://www.afilifilintalar.com/yazar/serbes
afili parçalar
76. madde şöyledir:
"herkesin bildiği şeyleri çocuklardan saklamayın. çünkü o zaman kendilerini dünyanın dışına itilmiş hissederler. o ruh hali de, öğrenmelerini istemediğiniz şeylerden daha çok zarar verir onlara. bir çocuğun, kuş olduğunu düşünmeye hakkı vardır. tabii bu biraz tehlikelidir. özellikle arka balkonlarda manasızca oturmayı seviyorsa.
serin ve sakin bir sabah balkonda kahvaltı ediyorduk. saçların dağınık, gözlerin uykuluydu. kalbimi kazanmak için hiçbir şey yapmana gerek yoktu.
çok pis canım sıkılıyordu o sabah. hatıralar ve şairler, kötü evler ve ara sokaklar, polisler ve özel güvenlikler tarafından hırpalanmıştım. sınır dışı mı ederlerdi yoksa kendi imkânlarımla mı giderdim bilmiyordum ama bir hicrete ihtiyacım olduğu kesindi. hayatımı resetleyip her şeyi yeniden düşünmek, her şeyi yeniden yorumlamak, her şeye yeniden alışmak istiyordum. elimdeki çay bardağını manasızca evirip çeviriyordum. basit bir şey söylemek istiyordum ama asla unutulmayacak bir şey. her an söyleyebilirdim de. ağzım iyi laf yapıyordu o aralar. zamanın dışındaymış kadar kederli ve salaktım çünkü. ama seninle konuşamıyordum bir türlü. senin karşındayken utanıyordum, ufalıyordum, büzülüyordum, notlarıma bakmaya ihtiyaç duyuyordum.
insanı delik deşik eden sessizlikler var, geceyi bölen çığlıklardan daha beter. ve sen o sessizlikte ne demek istediğimi anladın. çünkü sen de çocukken bir kuş olmak istemiştin. yakınmadan, ortalığı ayağa kaldırmadan acı çekmeyi öğrenmek hayli zamanını almıştı. beni anladığında o kadar şefkatle baktın ki, sanki gözlerinle saçlarımı okşadın, gözlerinle ellerimi tuttun ve aynı gözlerle kahvaltına devam edebilirsin dedin.
bu sabah bir çocuk pencereye çıkıp yangın var diye bağırdı. sonra da koşup kendini denize attı. ölülerin üstüne basarak yürümekten yorulmuşsan bir balık olduğunu da düşünebilirsin."
"herkesin bildiği şeyleri çocuklardan saklamayın. çünkü o zaman kendilerini dünyanın dışına itilmiş hissederler. o ruh hali de, öğrenmelerini istemediğiniz şeylerden daha çok zarar verir onlara. bir çocuğun, kuş olduğunu düşünmeye hakkı vardır. tabii bu biraz tehlikelidir. özellikle arka balkonlarda manasızca oturmayı seviyorsa.
serin ve sakin bir sabah balkonda kahvaltı ediyorduk. saçların dağınık, gözlerin uykuluydu. kalbimi kazanmak için hiçbir şey yapmana gerek yoktu.
çok pis canım sıkılıyordu o sabah. hatıralar ve şairler, kötü evler ve ara sokaklar, polisler ve özel güvenlikler tarafından hırpalanmıştım. sınır dışı mı ederlerdi yoksa kendi imkânlarımla mı giderdim bilmiyordum ama bir hicrete ihtiyacım olduğu kesindi. hayatımı resetleyip her şeyi yeniden düşünmek, her şeyi yeniden yorumlamak, her şeye yeniden alışmak istiyordum. elimdeki çay bardağını manasızca evirip çeviriyordum. basit bir şey söylemek istiyordum ama asla unutulmayacak bir şey. her an söyleyebilirdim de. ağzım iyi laf yapıyordu o aralar. zamanın dışındaymış kadar kederli ve salaktım çünkü. ama seninle konuşamıyordum bir türlü. senin karşındayken utanıyordum, ufalıyordum, büzülüyordum, notlarıma bakmaya ihtiyaç duyuyordum.
insanı delik deşik eden sessizlikler var, geceyi bölen çığlıklardan daha beter. ve sen o sessizlikte ne demek istediğimi anladın. çünkü sen de çocukken bir kuş olmak istemiştin. yakınmadan, ortalığı ayağa kaldırmadan acı çekmeyi öğrenmek hayli zamanını almıştı. beni anladığında o kadar şefkatle baktın ki, sanki gözlerinle saçlarımı okşadın, gözlerinle ellerimi tuttun ve aynı gözlerle kahvaltına devam edebilirsin dedin.
bu sabah bir çocuk pencereye çıkıp yangın var diye bağırdı. sonra da koşup kendini denize attı. ölülerin üstüne basarak yürümekten yorulmuşsan bir balık olduğunu da düşünebilirsin."
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?