ünlü alman fizikçi. kuantum fiziği ile ilgilenmi$tir. planck sabiti ve siyah cisim ı$ımasını bulmu$tur.
max planck
(1858 -1947) ünlü deneysel fizik bilgini rutherford, 1923te ingiliz bilimler akademisinde ortalığı bastıran gür sesiyle, "fiziğin şahlandığı bir çağda yaşıyoruz!" diyordu. bu şahlanışın öncülerinden biri einstein, biri de plancktı kuşkusuz. einstein, görecelik kuramlarıyla klasik mekaniğin temel ilkelerini aşmış; uzay, zaman ve gravitasyon kavramlarına yeni boyutlar kazandırmıştır. planck ise enerji ve radyasyon üzerindeki çalışmalarıyla kuvantum teorisinin temellerini atmıştı.
max planck, almanyada entelektüel bir aile çevresinde büyür. babası hukuk dalında, seçkin bir profesördü. orta öğrenimini münichte max millian jimnazyumunda tamamlayan max, bilime gönül vermiş bir öğretmenin etkisinde fiziğe özel bir ilgiyle bağlanır; bir yandan da ailesinin sağladığı olanakla piyano dersleri alır.
fizik öğrenimi için üniversiteye başvurduğunda, dönemin büyük fizikçisi hermann helmholtz, "fizikte artık yapılacak fazla bir şey kalmamıştır; ilerlemeye açık başka bir bilim dalını seçsen daha iyi olur." demişti. ama max, çocukluk hayalinden kopmamaya kararlıydı. üstelik, üniversite öğreniminde, helmholtz ve kirchhof gibi gerçekten seçkin profesörlerin öğrencisi olmanın kendisi için kaçırılmaz bir fırsat olduğunu biliyordu.
münich ve berlin üniversitelerinde öğrenimini sürdüren genç fizikçinin hidrojen çözülümüne ilişkin doktora tezi, tüm meslek yaşamındaki tek deneysel çalışması olarak kalacaktı. asıl ilgi alanı matematiksel fizik olan planck, olağanüstü yeteneğiyle kısa sürede meslek çevresinin dikkatini çeker; daha otuz yaşında iken berlin üniversitesi fizik kürsüsüne atanır.
planckın uzmanlık alanı, "termodinamik teori" diye bilinen ısı bilimiydi. yanan bir ampule dokunulduğunda hemen algılanacağı gibi ısı ile ışık birbirine ilişik olaylardır. işık radyasyonu üzerinde çalışırken planck bir sorunla karşılaşır. klasik fiziğin, "enerjinin eşit-bölünme teoremi"ne göre kor halindeki bir cisimden salınan radyasyonun, hemen tümüyle, dalga uzunluğu olası en kısa dalgalardan ibaret olması gerekiyordu. bu, küçük bir ısının bile son derece parlak bir ışık vermesi demekti. öyle ki, vücut ısımızın bizi bir ampul gibi ısıtması beklenirdi. radyasyon enerjisi sürekli bir akış olarak varsayıldığından, spektrumun kısa dalga (yüksek frekans) kesiminin alabildiğine geniş olması, hatta sınırsız uzaması gerekirdi.
başka bir deyişle dalga uzunluğunun giderek kısalmasıyla enerjinin sonsuza doğru artması söz konusuydu. fizikçiler bu beklentiyi "mor ötesi katastrof diye niteliyorlardı. oysa, deney sonuçları spektrumda çok değişik bir enerji dağılımı ortaya koymaktaydı. bir kez deney, hiçbir maddenin, ne denli akkor haline getirilirse getirilsin, sonsuz enerji salacağını kanıtlamıyordu. sonra çıkan enerjinin büyük bir bölümünün orta dalga uzunluktaki kesimde olduğu görülüyordu.
yerleşik kuram ile deney sonuçları arasındaki tutarsızlık gözden kaçmayacak kadar açıktı. sorun deneysel verilere dayalı hesaplamalarda bir hatadan kaynaklanmıyor idiyse, yerleşik kuramın yetersizliği söz konusu olmalıydı.
planckın yetkin örnek olarak aldığı kara-cisim üzerinde yürüttüğü kuramsal çalışması 1900de yayımlanır. çalışmanın dayandığı temel düşünce şuydu: madde her biri kendine özgü titreşim frekansına sahip ve bu frekansla radyasyon salan vibratörlerden ibarettir. gerçi bu düşüncenin yürürlükteki kurama ters düşen yanı yoktu: ne var ki, planck aynı zamanda vibratörlerin enerjiyi sürekli bir akıntı olarak değil, bir dizi kesik fışkırmalarla saldığı görüşünü de ileri sürmekteydi. bu demekti ki, belli bir frekanstaki bir osilatörün saldığı veya aldığı enerji ancak tam birimler biçimde olabilir; birim kesirleriyle olamazdı.
planckın çözüm arayışında başvurduğu istatistiksel yöntemin de, inceleme konusu ilişkilerin sayılabilir olmasını gerektirmesi, radyasyon enerjisinin bireysel bölümlerden oluştuğu varsayımını kaçınılmaz kılıyordu.
önerilen çözüm basitti: gözlem sonuçlarıyla bağdaşmayan sürekli akış varsayımından vazgeçmek! ne var ki, şimdi oldukça açık ve mantıksal görünen bu çözümün o dönemde hemen benimsenmesi bir yana, akla yakınlığı bile kolayca düşünülemezdi. doğanın sürekliliği bir hipotez ya da sıradan bir varsayım olmanın ötesinde doğruluğu sorgulanmaz bir inançtı adeta! newton mekaniği gibi maxwellin elektromanyetik teorisi de doğanın sürekliliğini içeriyordu.
nitekim elektromanyetik teoriyi deneysel olarak doğrulayan hertz, ışığın dalga teorisine değinerek bu teoriyle fiziğin değişik kollarının sağlam, tutarlı bir bütünlük kazandığını belirtmekten geri kalmaz.
yerleşik bir kuramı sorgulamak kolay değildir gerçekten. hele yeni bir kuram oluşturmak, üstün zekâ ve hayâl gücünün de ötesinde yüreklilik ister. doğrusu, planckın, getirdiği çözümle devrimsel bir gelişmeyi başlattığının farkında olduğu; dahası çözümünün, bağlı olduğu klasik fiziği sarsabileceğini öngördüğü söylenemez. ama onun yadsınamaz yanı, karşılaştığı soruna gösterdiği olağanüstü duyarlılıktı.
bir özelliği de özentisiz olmasıydı: çözümüne deneysel verileri matematiksel olarak dile getiren masum bir formül gözüyle bakıyordu. oysa, "kuvantum" dediği bir enerji paketi ile bir dalga frekansı arasındaki ilişkiyi belirleyen denklemi (e = h.f), bilimde yeni bir devrimin temel taşıydı [denklemde e enerjiyi, f radyasyon frekansını, h ise "planck değişmezi" denen sayıyı ( joule-saniye) göstermektedir]. buna göre, bir enerji kuvantumu, dalga frekansıyla planck değişmezinin çarpımına eşittir (ışık hızı gibi doğanın temel değişmezlerinden sayılan h, herhangi bir radyasyon enerji miktarının dalga frekansına orantısını simgelemektedir).
planckın önerdiği hipotez başlangıçta hiç değilse ışığın dalga teorisine doğrudan bir tehlike oluşturmuyordu, belki. ama klasik fiziğin önemli bir ilkesi olan doğanın sürekliliği varsayımı sarsılmıştı. "doğa asla sıçramaz" anlamına gelen eski latince özdeyiş, "natura non facit saltus" geçerliliğini sürdüremezdi artık!
kaldı ki, çok geçmeden einsteinin 1905te ortaya koyduğu "fotoelektrik etki" diye bilinen teorisiyle ışık da kuvantum teorisinin kapsamına girer. böylece ısı, ışık, elektromanyetizma vb. radyasyon türlerinin tümünün kuvanta biçiminde verilip alındığı hipotezi doğrulanmış olur. bu hipotez daha sonra bohr, schrödinger, heisenberg vb. bilim adamlarının önemli katkılarıyla çağımız fiziğine egemen kuvantum mekaniğine dönüşür. planck, istemeyerek de olsa bu büyük devrimin öncüsüydü.
çağımızın ünlü fizikçisi max born, planckın bilimsel kişiliğini kısaca şöyle belirtmişti: "yaratılıştan tutucu bir kafa yapısına sahipti; "devrimsel" diyebileceğimiz hiçbir eğilim ve özentisi yoktu. olguları aşan spekülasyonlardan da hoşlanmazdı. ne var ki, salt deney verilerine olan saygısı nedeniyle, fiziği temelinden sarsan en devrimci düşünceyi ileri sürmekten de kendini alamadı."
bu erdemli kişi, ne yazık ki, uzun yaşamını trajik bir kararla noktalamak zorunda bırakılır. yedi çocuğundan yaşamda kalan tek oğlu 1944te hitlere suikast suçlamasıyla yakalananlar arasındaydı. nazi yöneticilerinin yaşlı plancka önerileri "basit" olduğu kadar korkunçtu: "nazizme inanç ve bağlılık duyurusunu imzala, oğlun idamdan kurtulsun!"
planck, tek umudu olan oğlunun ölümü pahasına, yaşam anlayışına ters düşen duyuruyu imzalamaz!
http://www.bilimadamlari.net/bilim-adamlari/58-max-planck.html
max planck, almanyada entelektüel bir aile çevresinde büyür. babası hukuk dalında, seçkin bir profesördü. orta öğrenimini münichte max millian jimnazyumunda tamamlayan max, bilime gönül vermiş bir öğretmenin etkisinde fiziğe özel bir ilgiyle bağlanır; bir yandan da ailesinin sağladığı olanakla piyano dersleri alır.
fizik öğrenimi için üniversiteye başvurduğunda, dönemin büyük fizikçisi hermann helmholtz, "fizikte artık yapılacak fazla bir şey kalmamıştır; ilerlemeye açık başka bir bilim dalını seçsen daha iyi olur." demişti. ama max, çocukluk hayalinden kopmamaya kararlıydı. üstelik, üniversite öğreniminde, helmholtz ve kirchhof gibi gerçekten seçkin profesörlerin öğrencisi olmanın kendisi için kaçırılmaz bir fırsat olduğunu biliyordu.
münich ve berlin üniversitelerinde öğrenimini sürdüren genç fizikçinin hidrojen çözülümüne ilişkin doktora tezi, tüm meslek yaşamındaki tek deneysel çalışması olarak kalacaktı. asıl ilgi alanı matematiksel fizik olan planck, olağanüstü yeteneğiyle kısa sürede meslek çevresinin dikkatini çeker; daha otuz yaşında iken berlin üniversitesi fizik kürsüsüne atanır.
planckın uzmanlık alanı, "termodinamik teori" diye bilinen ısı bilimiydi. yanan bir ampule dokunulduğunda hemen algılanacağı gibi ısı ile ışık birbirine ilişik olaylardır. işık radyasyonu üzerinde çalışırken planck bir sorunla karşılaşır. klasik fiziğin, "enerjinin eşit-bölünme teoremi"ne göre kor halindeki bir cisimden salınan radyasyonun, hemen tümüyle, dalga uzunluğu olası en kısa dalgalardan ibaret olması gerekiyordu. bu, küçük bir ısının bile son derece parlak bir ışık vermesi demekti. öyle ki, vücut ısımızın bizi bir ampul gibi ısıtması beklenirdi. radyasyon enerjisi sürekli bir akış olarak varsayıldığından, spektrumun kısa dalga (yüksek frekans) kesiminin alabildiğine geniş olması, hatta sınırsız uzaması gerekirdi.
başka bir deyişle dalga uzunluğunun giderek kısalmasıyla enerjinin sonsuza doğru artması söz konusuydu. fizikçiler bu beklentiyi "mor ötesi katastrof diye niteliyorlardı. oysa, deney sonuçları spektrumda çok değişik bir enerji dağılımı ortaya koymaktaydı. bir kez deney, hiçbir maddenin, ne denli akkor haline getirilirse getirilsin, sonsuz enerji salacağını kanıtlamıyordu. sonra çıkan enerjinin büyük bir bölümünün orta dalga uzunluktaki kesimde olduğu görülüyordu.
yerleşik kuram ile deney sonuçları arasındaki tutarsızlık gözden kaçmayacak kadar açıktı. sorun deneysel verilere dayalı hesaplamalarda bir hatadan kaynaklanmıyor idiyse, yerleşik kuramın yetersizliği söz konusu olmalıydı.
planckın yetkin örnek olarak aldığı kara-cisim üzerinde yürüttüğü kuramsal çalışması 1900de yayımlanır. çalışmanın dayandığı temel düşünce şuydu: madde her biri kendine özgü titreşim frekansına sahip ve bu frekansla radyasyon salan vibratörlerden ibarettir. gerçi bu düşüncenin yürürlükteki kurama ters düşen yanı yoktu: ne var ki, planck aynı zamanda vibratörlerin enerjiyi sürekli bir akıntı olarak değil, bir dizi kesik fışkırmalarla saldığı görüşünü de ileri sürmekteydi. bu demekti ki, belli bir frekanstaki bir osilatörün saldığı veya aldığı enerji ancak tam birimler biçimde olabilir; birim kesirleriyle olamazdı.
planckın çözüm arayışında başvurduğu istatistiksel yöntemin de, inceleme konusu ilişkilerin sayılabilir olmasını gerektirmesi, radyasyon enerjisinin bireysel bölümlerden oluştuğu varsayımını kaçınılmaz kılıyordu.
önerilen çözüm basitti: gözlem sonuçlarıyla bağdaşmayan sürekli akış varsayımından vazgeçmek! ne var ki, şimdi oldukça açık ve mantıksal görünen bu çözümün o dönemde hemen benimsenmesi bir yana, akla yakınlığı bile kolayca düşünülemezdi. doğanın sürekliliği bir hipotez ya da sıradan bir varsayım olmanın ötesinde doğruluğu sorgulanmaz bir inançtı adeta! newton mekaniği gibi maxwellin elektromanyetik teorisi de doğanın sürekliliğini içeriyordu.
nitekim elektromanyetik teoriyi deneysel olarak doğrulayan hertz, ışığın dalga teorisine değinerek bu teoriyle fiziğin değişik kollarının sağlam, tutarlı bir bütünlük kazandığını belirtmekten geri kalmaz.
yerleşik bir kuramı sorgulamak kolay değildir gerçekten. hele yeni bir kuram oluşturmak, üstün zekâ ve hayâl gücünün de ötesinde yüreklilik ister. doğrusu, planckın, getirdiği çözümle devrimsel bir gelişmeyi başlattığının farkında olduğu; dahası çözümünün, bağlı olduğu klasik fiziği sarsabileceğini öngördüğü söylenemez. ama onun yadsınamaz yanı, karşılaştığı soruna gösterdiği olağanüstü duyarlılıktı.
bir özelliği de özentisiz olmasıydı: çözümüne deneysel verileri matematiksel olarak dile getiren masum bir formül gözüyle bakıyordu. oysa, "kuvantum" dediği bir enerji paketi ile bir dalga frekansı arasındaki ilişkiyi belirleyen denklemi (e = h.f), bilimde yeni bir devrimin temel taşıydı [denklemde e enerjiyi, f radyasyon frekansını, h ise "planck değişmezi" denen sayıyı ( joule-saniye) göstermektedir]. buna göre, bir enerji kuvantumu, dalga frekansıyla planck değişmezinin çarpımına eşittir (ışık hızı gibi doğanın temel değişmezlerinden sayılan h, herhangi bir radyasyon enerji miktarının dalga frekansına orantısını simgelemektedir).
planckın önerdiği hipotez başlangıçta hiç değilse ışığın dalga teorisine doğrudan bir tehlike oluşturmuyordu, belki. ama klasik fiziğin önemli bir ilkesi olan doğanın sürekliliği varsayımı sarsılmıştı. "doğa asla sıçramaz" anlamına gelen eski latince özdeyiş, "natura non facit saltus" geçerliliğini sürdüremezdi artık!
kaldı ki, çok geçmeden einsteinin 1905te ortaya koyduğu "fotoelektrik etki" diye bilinen teorisiyle ışık da kuvantum teorisinin kapsamına girer. böylece ısı, ışık, elektromanyetizma vb. radyasyon türlerinin tümünün kuvanta biçiminde verilip alındığı hipotezi doğrulanmış olur. bu hipotez daha sonra bohr, schrödinger, heisenberg vb. bilim adamlarının önemli katkılarıyla çağımız fiziğine egemen kuvantum mekaniğine dönüşür. planck, istemeyerek de olsa bu büyük devrimin öncüsüydü.
çağımızın ünlü fizikçisi max born, planckın bilimsel kişiliğini kısaca şöyle belirtmişti: "yaratılıştan tutucu bir kafa yapısına sahipti; "devrimsel" diyebileceğimiz hiçbir eğilim ve özentisi yoktu. olguları aşan spekülasyonlardan da hoşlanmazdı. ne var ki, salt deney verilerine olan saygısı nedeniyle, fiziği temelinden sarsan en devrimci düşünceyi ileri sürmekten de kendini alamadı."
bu erdemli kişi, ne yazık ki, uzun yaşamını trajik bir kararla noktalamak zorunda bırakılır. yedi çocuğundan yaşamda kalan tek oğlu 1944te hitlere suikast suçlamasıyla yakalananlar arasındaydı. nazi yöneticilerinin yaşlı plancka önerileri "basit" olduğu kadar korkunçtu: "nazizme inanç ve bağlılık duyurusunu imzala, oğlun idamdan kurtulsun!"
planck, tek umudu olan oğlunun ölümü pahasına, yaşam anlayışına ters düşen duyuruyu imzalamaz!
http://www.bilimadamlari.net/bilim-adamlari/58-max-planck.html
almanya da birçok sokak ve caddeye ismi verilmiş fizikçidir kendileri.
bizde ki cumhuriyet caddesi kadar almanya da max planck caddesi vardır. saymadım ama öyledir.
bizde ki cumhuriyet caddesi kadar almanya da max planck caddesi vardır. saymadım ama öyledir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?