gunumuzde artık neredeyse hic kalmayan ve nesli tükenmekte olan masumiyetin sergilendiği müzedir.
masumiyet müzesi
(bkz: neverland)
orhan pamuk un 2007 sonunda yayınlayacağı yeni kitabı.
orhan pamukun henüz yayımlanmadan meşhur olmuş, çıktı çıkacak konumda bekleyen yeni romanı. bu eser için bir ingiliz yayıneviyle de anlaşma yapmış sevgili yazar. nobel sonrası ilk roman olacağı için edebi dünyada bir patlama yapması kaçınılmaz.
bu ne politik ne de tarihi roman... bir kadına fena halde takılan zengin bir adamın hikayesi".diye özetlediği orhan pamukun nobel ödülünü aldıktan sonra çıkaracağı kitap olacağı için merakla beklenip yok satacağını düşündüğüm eser.
1 yıl gecikmenin ardından 1 eylülde raflara yerleştirilecekmiş.
savaşlarda ölmüş çocukların cesetlerinin konulması gereken müzedir. ya da ben öyle hayal ettim.
(bkz: çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler)
(bkz: çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler)
ilk iki bölümünü okudum. bende biraz hayalkırıklığı yaşattı. bol bol isimler, nesneler var ama nasıl desem gerçe bir öykü tadı yok şimdilik. ayrıca nasıl bir zamanlar ..klübü, isimli kitaplar modaydı bu sonradan ...müzesi olayına dönüştü. bu modayı burada pek kullanılmadan yakalayan orham pamuk abimiz bunu buraya daha önce taşıdığı bir çok şey gibi batıdan taşımıştır.
aşıkların rahatlıkla öpüşebileceği, ciklet çiğneme izninin de olduğu müze, bir iki yıl içinde çukurcumada açılıyor. bu arada pamukun kitabını alanlar içinde bir kişilik müze biletine de sahip olacaklar.
içerisinde, kurulacak olan masumiyet müzesinin giriş bileti bulunan kitaptır. ayrıca müzenin haritası da mevcuttur. kitap bitsin spoiler da veririm, kaygılanmayın.
detaya boğulmuş anlatımı basit okuması kolay ama zaman kaybı kitap.
cok süksesi olan harika oldugu söylenen kitap. en yakın zamanda okunasıdır.
ama hiç bir orhan pamuk kitabı kar kitabının yerini alamaz, kar tanesinin...
ama hiç bir orhan pamuk kitabı kar kitabının yerini alamaz, kar tanesinin...
mimarsinan 2008 yeten sınavı, grafik bölümü sorusunda geçen orhan pamuğun daha önce hiç duymadığım ve zihnime kazınan kitabı.
orhan pamukun hayran olunası uygulamasıdır. (kitabı okumadım müzeden bahsediyorum. süper.)
çok beğenilen bir kitabın filme çekildiği zaman insanda uyandırdığı olmamışlık hissi, kitapların her insanda farklı bir imge bırakmasındandır. kitapta bahsedilen kırmızının tonu, bizim algıladığımız kırmızının tonu, filmde gösterilen kırmızının tonu aynı değildir asla.
masumiyet müzesi deyince akla ne gelir? elbette herkes şöyle der: “hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.” ve şimdiye kadar masumiyet müzesini okumuş çoğunluk da kitabın en vurucu yerinin de bu açılış cümlesi olduğunu düşünüyordur.
benim için masumiyet müzesi, mümtaz beydir. mümtaz beyin söylediği “bazı erkekler kadınlara hep kötü davranır, sonra da zeytinyağı gibi üste çıkarlar. sakın onlar gibi olma. bu sözler de kulağına küpe olsun” sözüdür.
kitaplar böyledir zaten. olmadık zamanlarda hayatımıza girip olmadık şeyler hissettirirler bize. olmadık insanların hikayelerini anlatırlar. sorsalar, 70li yıllardaki sosyetik insanların ve nişantaşı ahalisinin hikayelerini asla duymak istemezdim. nişantaşını itici bir mekan buluyorum. eğri büğrü kaldırımlarında yürümeye çalışırken ayaklarım ağrıdığı, kafe ve restoranlarında yemek yerine kazık yediğim için değil. bize dayatılan imgeden nefret ediyorum.
oysa, o kitapta anlatılan ve rol yapmaya mahkum gösterilen insanların hikayesi bana sempatik geldi. orhan pamuk okumayı beceremememe, herhangi bir kitabını elime alır almaz uyku bastırmasına rağmen çok kolay okudum ben bu kitabı. kendime de şaşırdım.
kolay okunur bir kitap kesinlikle. yersiz detaylara yer verilmiş. olayların akışı anlatıcı tarafından bazen en güzel yerde kesilip ambiyans piç edilmiş. bazen cümlenin başında ne dendiğini unutturacak kadar uzun cümleler kurulmuş. ama tüm bunlara rağmen, bu kolay okunur bi kitap diyorsam bu kitabın havasındandır.
kitap masum çünkü. aşkın, cinselliğin, bastırılmışlığın, 1975’ten bugüne pek de değişmediğini gösteriyor. yüzüme vuruyor hatta. o zaman da yaşlılar “biz gençken dünya daha güzeldi.” diyorlardı. şimdi de öyle diyorlar. o zaman da bekaret tabuydu. şimdi de tabu. o zaman da aşık olup kendisini sevdiğine teslim eden kız vicdan azabı çekiyordu, şimdi de çekiyor. masumiyet=bekaret algısı o zaman da vardı şimdi de var. ve kitapta sürekli bekaret, bakire falan kelimeleri geçtiği için de rahatsız oldum. çünkü bir metinde bir kelimenin çok sık tekrarlanmasının o kelimenin içini boşaltacağını ve anlatmak istediğimiz şeyi anlatamadığımız gibi itici de görünmüş olacağımızı söylediğini hatırlıyorum.
bunun dışında, şu topraklarda yaşamış insanların tipik evrensel aşk öyküsü. ted stella’den ayrılınca manhattan haritasında gidilmeyecek kırmızı alanları belirler. füsun kemal’i terkedince kemal de nişantaşı haritası üzerinde gidilmeyecek yerleri işaretler. esas itibariyle insanlar aynıdır. aşk acısı her yerde aynı yaşanır. kişi güçlü olmadıkça aşkı ne kadar güçlü olursa olsun aşkı elinde tutamaz. kaderde varsa düzülmek, üzülmek işe yaramaz. ve biz her ne kadar sıçıp batırsak da her iş olacağına varır.
çektiğim kronik uykusuzluk ve huzursuzluk nöbetlerinden kurtulmak, biraz olsun huzurla uyuyabilmek için okudum ben dün gece bu kitabı. orhan pamuk hep uyuturdu çünkü beni. daha önce de defalarca elime almış bırakmıştım zaten bu kitabı. ama bi şeyi farkettim. her insanın bir hazırlanma süresi varmış. ben bu kitabı okumaya hazır değilmişim tüm o geçen süre boyunca. uyumayı boşverip hikayeye dalmaya hazır değilmişim.
bir sürü klişe de barındırsa, upuzun ve gereksiz gördüğüm kısımları da olsa çok güzel bir kitap masumiyet müzesi. masum bir kitap. sevdim.
masumiyet müzesi deyince akla ne gelir? elbette herkes şöyle der: “hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.” ve şimdiye kadar masumiyet müzesini okumuş çoğunluk da kitabın en vurucu yerinin de bu açılış cümlesi olduğunu düşünüyordur.
benim için masumiyet müzesi, mümtaz beydir. mümtaz beyin söylediği “bazı erkekler kadınlara hep kötü davranır, sonra da zeytinyağı gibi üste çıkarlar. sakın onlar gibi olma. bu sözler de kulağına küpe olsun” sözüdür.
kitaplar böyledir zaten. olmadık zamanlarda hayatımıza girip olmadık şeyler hissettirirler bize. olmadık insanların hikayelerini anlatırlar. sorsalar, 70li yıllardaki sosyetik insanların ve nişantaşı ahalisinin hikayelerini asla duymak istemezdim. nişantaşını itici bir mekan buluyorum. eğri büğrü kaldırımlarında yürümeye çalışırken ayaklarım ağrıdığı, kafe ve restoranlarında yemek yerine kazık yediğim için değil. bize dayatılan imgeden nefret ediyorum.
oysa, o kitapta anlatılan ve rol yapmaya mahkum gösterilen insanların hikayesi bana sempatik geldi. orhan pamuk okumayı beceremememe, herhangi bir kitabını elime alır almaz uyku bastırmasına rağmen çok kolay okudum ben bu kitabı. kendime de şaşırdım.
kolay okunur bir kitap kesinlikle. yersiz detaylara yer verilmiş. olayların akışı anlatıcı tarafından bazen en güzel yerde kesilip ambiyans piç edilmiş. bazen cümlenin başında ne dendiğini unutturacak kadar uzun cümleler kurulmuş. ama tüm bunlara rağmen, bu kolay okunur bi kitap diyorsam bu kitabın havasındandır.
kitap masum çünkü. aşkın, cinselliğin, bastırılmışlığın, 1975’ten bugüne pek de değişmediğini gösteriyor. yüzüme vuruyor hatta. o zaman da yaşlılar “biz gençken dünya daha güzeldi.” diyorlardı. şimdi de öyle diyorlar. o zaman da bekaret tabuydu. şimdi de tabu. o zaman da aşık olup kendisini sevdiğine teslim eden kız vicdan azabı çekiyordu, şimdi de çekiyor. masumiyet=bekaret algısı o zaman da vardı şimdi de var. ve kitapta sürekli bekaret, bakire falan kelimeleri geçtiği için de rahatsız oldum. çünkü bir metinde bir kelimenin çok sık tekrarlanmasının o kelimenin içini boşaltacağını ve anlatmak istediğimiz şeyi anlatamadığımız gibi itici de görünmüş olacağımızı söylediğini hatırlıyorum.
bunun dışında, şu topraklarda yaşamış insanların tipik evrensel aşk öyküsü. ted stella’den ayrılınca manhattan haritasında gidilmeyecek kırmızı alanları belirler. füsun kemal’i terkedince kemal de nişantaşı haritası üzerinde gidilmeyecek yerleri işaretler. esas itibariyle insanlar aynıdır. aşk acısı her yerde aynı yaşanır. kişi güçlü olmadıkça aşkı ne kadar güçlü olursa olsun aşkı elinde tutamaz. kaderde varsa düzülmek, üzülmek işe yaramaz. ve biz her ne kadar sıçıp batırsak da her iş olacağına varır.
çektiğim kronik uykusuzluk ve huzursuzluk nöbetlerinden kurtulmak, biraz olsun huzurla uyuyabilmek için okudum ben dün gece bu kitabı. orhan pamuk hep uyuturdu çünkü beni. daha önce de defalarca elime almış bırakmıştım zaten bu kitabı. ama bi şeyi farkettim. her insanın bir hazırlanma süresi varmış. ben bu kitabı okumaya hazır değilmişim tüm o geçen süre boyunca. uyumayı boşverip hikayeye dalmaya hazır değilmişim.
bir sürü klişe de barındırsa, upuzun ve gereksiz gördüğüm kısımları da olsa çok güzel bir kitap masumiyet müzesi. masum bir kitap. sevdim.
yazım süreci 6 yıl sürmüş ya hani, insan güzel bir öykü, iyi bir dil, sağlam karakterler bekliyor; ama beklediğini bulabiliyor mu, hayır. en azından kendi adıma. hafızamda pamukun en sıkıcı ikinci romanı olarak yerini almıştır. nobel sonrası ilk roman olduğu için epey de umutluydum.
ama müzeyi merakla bekliyorum o ayrı, hatta açılsın hemen uçacağım, sırf o küpeleri görmek için.
ama müzeyi merakla bekliyorum o ayrı, hatta açılsın hemen uçacağım, sırf o küpeleri görmek için.
orhan pamuk’un ülkemizde hak ettiği değeri göremeyen eserlerinden sadece biri. çok şirin de bir kitap kapağına sahiptir ayrıca.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?