erken uyandigim takdirde uyandiran ki$inin katili olmamin cok basit oldugu saatler.
pazar sabahı
kahvalti, gazete, dinlenme gunu, eglence gecesi sabahidir gozumde.
onceki geceden kalma mutlu bir surat, ailece kahvalti, televizyon ve bilgi sozluk. muhtesem bir sabah...
bir cok insan kitlesinin tersine erken kalkmam gereken ancak yine de icimde huzursuzlukla uyanmadigim sabah.
dunya nufusunun yuksek bolumu icin bir tatil sabahi olmasi itibari ile mutlu kar$ilanan bir sabahtir.hayatinin pek cok bolumunu mutsuzluklar ve hayal kirikliklari ile payla$mi$ olan insanlar icinse diger gunlerden hicbir farki yoktur.kisacasi her gunun sabahi boktur.
boktan bir sabahtir,zorla kaldirilirsiniz saat 10-11 gibi.kahvaltidan sonra sozluk bana bir eglence medet diyerekten bilgisayar basina oturulur ki,sayin bilgicler uyuyordur. sozluk senlene kadar kotu bir gun olarak devam eder pazar gunu.
eger hava guzelse baliga cikmak icin son derece ideal bir sabahtir.
direksiyon sinavina girilen bir pazar sabahidir bu haftaki.
otuzbir olsa cekilecegi olmayan gun olmakta birlikte iyiki bilgisozluk var dedirttiren gun
ozellik nisan yagmurlarinin suskun haykirislarinda evde televizyon izlerken her nedense haftaici hep ozlemini cektigim bir gundur bugun.
odev vardi?
bugun bi ara yaparim..
(aksami)...
... skt.r eeeeett...
bugun bi ara yaparim..
(aksami)...
... skt.r eeeeett...
ailece evde olunan,bununla da kalmayip birlikte mutlu aile tablolarinin cizilmeye calisildigi,bir an once gecmesini diledigim sinirimtirak gun...
yedi yasimdan beri pazartesi sendromunu bana yasatan,nefret ettigim bir gun.
normalde dinlenilmesi gereken gundur eger evinize sabah ezanini muteakip temizlikci kadin gelmiyorsa.
ertesi günün iğrencliği bir an kişiyi kemirir,çünkü o yapacagı ve yapamayacakları ya da baskasına göre hedefleri ve basarıları ve en kötü olanı;yenilgileriyle asla kalkmak istemediği günündedir.
sabah bir agırlıktır ki tüm kemiklerde bir bir gezinir o artık tembelliği çekici kılıyordur.
kişi kalktıgı an artık günü tamamen bos gecirmeye adar,o andan sonra kotarcagı sadece bir kac sıkıcı hadisedir,şimdi bir an sunu düşünür pazar sabahı kalkan kişi:
-ulan tüm günümü bu pc basındamı gecirsem dısarı mı cıksam? napsam .mına koyum!
o anında koca bir hiçlik yatıcaktır o artık,bos zamanı kardan sayıyordur.düşlediği yavas yavas suna döner:ulan deniz kenarında yatıp bir uyku cekip,sonra yüzmek vardı...
gercek bir günden,hayaller sarar bedeni,şimdi gerceği-gerceğini,özünden ötürü olanlar ve olması gerekenler,onun en büyük tutkusu olan bosunalıklar arasında tercihi en iyi ihtimalle uyuyarak gecirmek olacaktır...
sabah bir agırlıktır ki tüm kemiklerde bir bir gezinir o artık tembelliği çekici kılıyordur.
kişi kalktıgı an artık günü tamamen bos gecirmeye adar,o andan sonra kotarcagı sadece bir kac sıkıcı hadisedir,şimdi bir an sunu düşünür pazar sabahı kalkan kişi:
-ulan tüm günümü bu pc basındamı gecirsem dısarı mı cıksam? napsam .mına koyum!
o anında koca bir hiçlik yatıcaktır o artık,bos zamanı kardan sayıyordur.düşlediği yavas yavas suna döner:ulan deniz kenarında yatıp bir uyku cekip,sonra yüzmek vardı...
gercek bir günden,hayaller sarar bedeni,şimdi gerceği-gerceğini,özünden ötürü olanlar ve olması gerekenler,onun en büyük tutkusu olan bosunalıklar arasında tercihi en iyi ihtimalle uyuyarak gecirmek olacaktır...
haftanın 6 günü iş yerinde calısan ve o 6 günün stresini üstünde tasıyan babanın evde bulunmasıyla, evin en ufak veletlerinin bile sessiz oldugu, ertesi günün stresiyle canınızı sıkan sabah.
radyoda bulent ortacgil calınca tadından yenmeyen sabahlardır..
uzun uzun kahvalti,tiraji yuksek ya da dusuk farketmez deyip gazete okumak anlamina gelir.
pesimist duyguların umuda harman olduğu yerin imzasız pazar mektuplarıdır. pazarlar her ne kadar ortak olsa da karamsarlık uyum bozukluk kimlik bölünmesi ortak pazarlarda yer bulamaz. ortak pazar sadece gülün ve de gülistanın birlikteliğidir. kalıtımsal bozukluklarını bir sonrakine bırakmak için yapılan tüp bebekler kadar laboratuar kokulu bozuk evrilmiş duyguların yansımalarıdır. fiziğin pazar gününe diyalektiğin doğan güneşe bağlandığı naylon mutluluklar günüdür pazar günleri.
mutlu pazarlar aslında mutsuz geçecek bir günü az hasarla atlatmanın acı temennisidir. tüm bu temenni ve zihin bozuklukları arasında duman avcılarına inat bir sigara yakılır. ne komik bir markadır ya rab harman kalmış esrarkeş serzenişi gibi. aslında ceza sahalarının da dumansız olması gerekir. naylon aile taklitleri dolu pazar günü sokaklarında kamusal alan olarak bellediğimiz özel mülkler alış veriş merkezlerinde olunamamışlıkların acısını mağaza vitrinlerinden ve cüzdanlarımızdan çıkartırız.
pazar günlerine dair anılarımız hep bozuktur da biz resmi ağzın dediğini yapar ve mutlu olmaya çalışırız. nazım’ın dizelerinde daha güzel anlatılır ya neyse pesimist ile peksimeti karıştırmış neo depresif jenerasyonun nazımı anlaması oldukça zordur. cuma günü iş yerlerinden çıkarken duyulan en ucube dilek nedir elbette iyi hafta sonları. sizinle olmayacağım iğrenç aşağılanmalardan uzak geçecek ve yaralarımı “de sade” ile el ele vererek deşeceğim. bunun için sizin sahte temennilerinize ihtiyacım yok diyemezsiniz. diyebilseniz belki neyse herhangi bir kışkırtıcılığa meyan vermeyen mitinglerin bile piknik havasında geçtiği iki yüzlü pazar günüdeyiz. yeşilmişiz tadında yapılan bitkisel nostalji sohbetlerinde neden acep hiç kimse peki biz neden solduk sorusunu sormaz.
sene geçen sene tadında bir anım var paylaşayım. yine olunamamışlıkların meze edildiği bir bar ortamında. sistem üzerine güzellemeler yaparken ömer madra kişisine gönderme yapma maiyetli bir açıklama yapmıştım. söylediğim küçük bir cümle hatta iki kelimeden oluşan bir önerme idi. çalışmak aşağılanmaktır dedim bunu bütün çalışan ve aşağılanan kardeşlerimle paylaşmak istemiştim. bu söz toplumumuzda derin bir infial yarattı efendim neden emeğiyle para kazanan insanlara böyle ağır bir ithamda bulunuyormuşum. kendi kendime düşünceye daldım herhangi bir savunma isteğim bile yoktu. tembellik hakkı, doğamız falan diye güzellemeler yapmadım. dediğim sadece şu idi arkadaşlar, bende çalışıyorum yani aşağılık olan bir tek siz değilsiniz bu sözü söyleyen adam başta kendisi olmak üzere sözü ağzından çıkarttı. neyse üretimin biricik kölelerini kendi başına bırakıp bol tuzlu ve ekşili bir tekila ile hangi dünyada olduğumu fark ettim.
hissettiğimi açıklamak için roman kahramanlarına sığınacağım kendimi tek biri gibi değil iki roman kahramanı gibi hissediyorum winston smith topluluk içinde ki beni tanımlamaya yetiyor kendisi george orwell’ın 1984 adlı kitabının kahramanıdır. genel hayat adamı olarak ise aldous huxley’in cesur yeni dünya’nın the savage’ı gibiyim elbette yaşadığım dünyada iki kitabın çizdiği distopya ile harman. doğanın bir insana sunduğu en büyük nimet üremektir diye düşünürüm tüm aksak ve bozuk yönlerimize rağmen eğer doğa bize bu şansı tanıyorsa üremelidir insan derim kendi kendime. beri yandan doğanın bu yeteneği sunmadıklarındansam yani genetik bir bozukluğa sahip ve üreme yeteneğim yoksa bir laboratuar faresine babalık yapmaktansa evlatlık edinmeyi tercih ederim o ayrı. cesur yeni dünya bu işin laboratuarlara teslim edildiği yerdir. insanı insan kılanda herhalde özel hayat denilen kavramamız olmasıdır. 1984’te bu hakkın devlet tarafından gasp edildiğini anlatır. bireyin yok edildiği köle sürülerinin dünyasıdır 1984. şimdi bakıyorum toplumsal bir losing my durumu var kah inançları kah hayatları kah kavramları. tüp bebek koktu gene gaz kaçırıyor hayat mutlu pazarlar.
mutlu pazarlar aslında mutsuz geçecek bir günü az hasarla atlatmanın acı temennisidir. tüm bu temenni ve zihin bozuklukları arasında duman avcılarına inat bir sigara yakılır. ne komik bir markadır ya rab harman kalmış esrarkeş serzenişi gibi. aslında ceza sahalarının da dumansız olması gerekir. naylon aile taklitleri dolu pazar günü sokaklarında kamusal alan olarak bellediğimiz özel mülkler alış veriş merkezlerinde olunamamışlıkların acısını mağaza vitrinlerinden ve cüzdanlarımızdan çıkartırız.
pazar günlerine dair anılarımız hep bozuktur da biz resmi ağzın dediğini yapar ve mutlu olmaya çalışırız. nazım’ın dizelerinde daha güzel anlatılır ya neyse pesimist ile peksimeti karıştırmış neo depresif jenerasyonun nazımı anlaması oldukça zordur. cuma günü iş yerlerinden çıkarken duyulan en ucube dilek nedir elbette iyi hafta sonları. sizinle olmayacağım iğrenç aşağılanmalardan uzak geçecek ve yaralarımı “de sade” ile el ele vererek deşeceğim. bunun için sizin sahte temennilerinize ihtiyacım yok diyemezsiniz. diyebilseniz belki neyse herhangi bir kışkırtıcılığa meyan vermeyen mitinglerin bile piknik havasında geçtiği iki yüzlü pazar günüdeyiz. yeşilmişiz tadında yapılan bitkisel nostalji sohbetlerinde neden acep hiç kimse peki biz neden solduk sorusunu sormaz.
sene geçen sene tadında bir anım var paylaşayım. yine olunamamışlıkların meze edildiği bir bar ortamında. sistem üzerine güzellemeler yaparken ömer madra kişisine gönderme yapma maiyetli bir açıklama yapmıştım. söylediğim küçük bir cümle hatta iki kelimeden oluşan bir önerme idi. çalışmak aşağılanmaktır dedim bunu bütün çalışan ve aşağılanan kardeşlerimle paylaşmak istemiştim. bu söz toplumumuzda derin bir infial yarattı efendim neden emeğiyle para kazanan insanlara böyle ağır bir ithamda bulunuyormuşum. kendi kendime düşünceye daldım herhangi bir savunma isteğim bile yoktu. tembellik hakkı, doğamız falan diye güzellemeler yapmadım. dediğim sadece şu idi arkadaşlar, bende çalışıyorum yani aşağılık olan bir tek siz değilsiniz bu sözü söyleyen adam başta kendisi olmak üzere sözü ağzından çıkarttı. neyse üretimin biricik kölelerini kendi başına bırakıp bol tuzlu ve ekşili bir tekila ile hangi dünyada olduğumu fark ettim.
hissettiğimi açıklamak için roman kahramanlarına sığınacağım kendimi tek biri gibi değil iki roman kahramanı gibi hissediyorum winston smith topluluk içinde ki beni tanımlamaya yetiyor kendisi george orwell’ın 1984 adlı kitabının kahramanıdır. genel hayat adamı olarak ise aldous huxley’in cesur yeni dünya’nın the savage’ı gibiyim elbette yaşadığım dünyada iki kitabın çizdiği distopya ile harman. doğanın bir insana sunduğu en büyük nimet üremektir diye düşünürüm tüm aksak ve bozuk yönlerimize rağmen eğer doğa bize bu şansı tanıyorsa üremelidir insan derim kendi kendime. beri yandan doğanın bu yeteneği sunmadıklarındansam yani genetik bir bozukluğa sahip ve üreme yeteneğim yoksa bir laboratuar faresine babalık yapmaktansa evlatlık edinmeyi tercih ederim o ayrı. cesur yeni dünya bu işin laboratuarlara teslim edildiği yerdir. insanı insan kılanda herhalde özel hayat denilen kavramamız olmasıdır. 1984’te bu hakkın devlet tarafından gasp edildiğini anlatır. bireyin yok edildiği köle sürülerinin dünyasıdır 1984. şimdi bakıyorum toplumsal bir losing my durumu var kah inançları kah hayatları kah kavramları. tüp bebek koktu gene gaz kaçırıyor hayat mutlu pazarlar.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?