confessions
  1. toplam entry 2450
  2. takipçi 1
  3. puan 45216

abraham sweetvoice

benduruyorumsebagitti
ibrahim tatlıses’in, zaman zaman "atatürk olmasaydı benim adım böyle olurdu" diyerek kendince bir yerlere mesaj verme amaçlı kullandığı komedi ötesi söz öbeğidir.

engin ardıç bile dayanamamış, döktürmüştü dünkü yazısında:

"abraham sweetvoice

vallahi ben demedim, kendisi söylemiş: "atatürk olmasaydı benim adım abraham sweetvoice olacaktı" demiş... ben onun yalancısıyım, basında da yayınlandı.

acaba öyle mi olacaktı?

buna benzer örnekler çok verilir, en bilineni de elbette "atatürk olmasaydı camiler kilise olacaktı, ezan yerine çan sesleri duyulacaktı" lafıdır.
acaba öyle mi olurdu? benim adım da eugene robin mesela ha? hayır, sanırım halil şevki olurdu benim adım.

"soyadı kanunu" çıkmayacağı için hepimiz kıbrıslı ya da batı trakyalı soydaşlarımız gibi adımıza babamızın adını ekleyecektik, kızlar da evlenince kocalarının adını...

urfa sanırım ingiliz nüfuz bölgesinde bulunacağından, ister sweetvoice, ister nincompompoom gibi bir soyadının gündeme gelmesi söz konusu değildi.

"sevr" antlaşmasına göre (bakın necip matbuatın istediği gibi yazdım) orta anadolu osmanlı imparatorluğu’na bırakıldığından, ankara, çankırı, nevşehir, kayseri, konya’da camilerin kapanması söz konusu bile edilemezdi.
acaba işgal bölgelerinde durum nasıl olurdu?

müslümanlar baskı görüp din değiştirmeye yönelirler miydi? hiç sanmam. batı trakya’daki gibi "azınlık statüsünde" bulunacaklardı ama bulgaristan’da komünist yönetim sırasında uygulandığı türden bir "asimilasyon" gelir miydi başlarına? direnmezler miydi? sanırım iç anadolu’ya göç etmeyi tercih ederlerdi bu durumda.

haaa, bakın izmir’in selanik’ten bir farkı kalmazdı tabii, "türk egemenliği" uzak bir anı olurdu. pek pek, beyaz kule gibi, saat kulesi, asansör falan, tarihi kalıntılar, o kadar.

peki, kozmopolit istanbul’da ne beklenebilirdi?

istanbul, bir çeşit eski şanghay ya da eski singapur gibi bir liman sömürgesine, bir tür "özerk şehir devletine" dönüşecekti... pera kabından taşacaktı, diyelim maslak taraflarında ingiliz mahallesi, bebek dolaylarında fransız mahallesi falan... gece hayatının bugünkünden farklı olacağını da pek sanmam. "tabelalar" da günümüzde hiç aratmıyorlar işgal dönemini! acıbadem’de değil de bitter almond’da otururdunuz, sanki bugün pek farklı...

fakat "eski istanbul" müslüman kalırdı. ayasofya’yı yeniden kilise yaparlardı ama camilere dokunmaya pek cesaret edemezlerdi. sınırlanmış, büyümesi önlenmiş bir türk mahallesi...

dolayısıyla, bu tür spekülasyonlar abesle iştigalden başka bir şey değildir.
ama hoşluk olsun diye, işiniz yoksa, vaktiniz de varsa tartışın: acaba padişah istanbul’da mı kalırdı, yoksa anadolu’ya geçip (ankara küçük bir kasaba) diyelim konya’ya mı taşırdı başkenti?

izmir’e gitmek için schengen vizesi alacaktık, diyarbakır’da geçmeyebilirdi o vize tabii. yoksa istanbullu’ya özel ayrıcalıklar mı tanıyacaklardı?
yoksa biz de "constantinople times" gazetesinde mi yazardık yazılarımızı?
tarihte ne olmuşsa öyle olması gerektiği, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur, karl marx’ın dediği gibi. cami konusuna kafanızı fazla takmayınız.
ne yani, biz de viyana’yı alıp daha batıya yürüseydik, onun da adı kâmil makus mu olacaktı?"

hak ve eşitlik partisi

benduruyorumsebagitti
amblemi: "kırmızı zemin üzerine, beyaz bir dairenin içinde kartal" olan siyasi partidir. güneş dedi tvde ama ben güneşe benzetemedim o daireyi. bilmiyom artık
edit:güneşmiş o. kesinleşti artık.
edit 2:" parti amblemiyle ilgili soruyu yanıtlayan pamukoğlu, ’kartalın gökyüzüne en çok yükselebilen varlık olduğunu, kemirici fareleri, korkak tavşanları ve entrikacı tilkileri en iyi onun avladığını’ söyledi."

frank mccourt

benduruyorumsebagitti
irlandalı yazar-öğretmen frank mccourt... 1931 yılında brooklyn’de doğdu. irlanda’nın limerick şehrinde büyüyen yazar, amerika’ya geri döndü (1949). new york’taki pek çok lisede kompozisyon öğretmenliği yaptı. irlanda ’daki gerçek yaşamı anlattığı, müzikal oyun büyük başarı kazandı. kardeşiyle birlikte oynadığı bu oyunu, bir çok eser izledi. çocukluk yıllarını anlattığı eseri, angela’nın külleri, (angela s ashes) dünyanın her yerinden büyük bir okuyucu kitlesine ulaştı.bir çok dile çevrildi. çok büyük bir başarı kazanan bu eser, pek çok ödül aldı. büyük bir yoksulluğun anlatıldığı bu roman, yazarın kalemini kullanmasındaki ustalık, yazılarına aktardığı sevecenlik, ince mizah, umut sayesinde, eserindeki kahramanlarına yaşadıkları bütün sıkıntılara rağmen, kurtuluş ümidi getirmiştir. bu güzel anlatım, beraberinde başarıyıda getirdi. halen eşiyle birlikte newyork’ta yaşamakta olan mccourt, bir çok ödül sahibidir.


ne mozayigi lan

benduruyorumsebagitti
oruç tutmayan sünni bir vatandaş, alevi vatandaşların kahvehanesine gider. kral tv açıktır ve gökhan özen birşeyler söylemektedir. kahvenin genç çırağının arkadaşlarıyla yaptığı konuşmanın o kısmı duyulur: "12’ye kadar tutabildim, dayanamadım". kimse sormaz; nesin, necisin?.. birileri: ne mozayiği lan mı dedi?
bazılarının gururu da çok okşanmasın. sadece birileri yaptığında/söylediğinde, faşizm/yobazlık olmuyor. arasıra aynaya bakmak iyidir, cımbız elde olmadığında da!
70 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol